Yaşadığım şehrin mekânlarından biridir, fırsat bulduğumda bir merhaba deyip çaylarını içtiğim Paris Fotoğraf Stüdyosu.
Eski dostlarımdır sahipleri, çocukluğum da gençliğim de onlarla geçmiştir. Yine bir hafta sonu çaylarımızı yudumlarken dükkanın kapısından ince, zayıf, başında beresi, kış günü sadece üzerinde bisiklet yaka bir ince kazak, ceket ve kot pantolonlu gencecik bir çocuk girdi. Elinde özenerek kılıfına konulduğu ve sanki tek servetiymiş gibi sahiplendiği her halinden belli siyah bir kılıf içinde saz mı cura mı olduğu pek anlaşılmayan bir enstrüman.
İçerde benim dışımda stüdyo çalışanlarının da olduğunu fark ederek ortaya hitap edip; "Abê benim bi fotoğrafımı çekin. Yazılı kart gibi olsun ama. Üstüne de 'Çınarlı Ozan Ahmet' yazın. Altında da 'Düğün, nişan, her türlü müzik yapılır, hizmetinizdedir. Adres, Çınar Atatürk Bulvarı' deyin yeter. Beni Çınar'da arayan herkes bulur" dedi.
Hele otur, dedik. "Yok" dedi. "Önce istediğimi yapacaksınız söz verin". Tamam söz, dendi ve ardından Ahmet kılıfın fermuarını özenle açarak sazını çıkardı. Ayağa kalkıp sazını sol eline aldı ve yanında tutarak poz verdi; "İşte böyle ayakta çekeceksiniz!" dedi. Oturarak daha güzel olur, şöyle çalar gibi yaparak çekilse olmaz mı deseler de Ahmet'i ikna edemediler.
"Tamam, dediğin gibi çekeriz yalnız bir şartımız var. Önce bize biraz çalıp söyleyeceksin".
"Vazgeçin" dedi. "Çalmayayım. Ben size fotoğrafların parasını vereyim." Yok dediler, sen birkaç parça çal biz para filan istemeyiz.
Sonra Ahmet aldı sazı eline. Saz dedikse cura olarak kabul edin. Bir de tek telli. Para vermeye yeltendiğinde fark etmiştim ki, Ahmet'in parası da vardı. İsteseydi sazının tellerinin sayısını arttırabilirdi. Demek ki tek tel bir tercihti. Nitekim kendisi de sazın teline dokunduğunda bunu fark ettirdi.
Yaklaşık yarım saat o güne kadar çok azını duyduğum Kürtçe şarkıları bizimle pek de güzel olmayan sesiyle paylaştı. Daha çok köylerdeki düğünlerde oyun oynanırken temposu müsait parçalardı Çınarlı Ozan Ahmet'in çaldıkları.
Sonra Ahmet'in fotoğrafı çekildi stüdyoda; hem de onun istediği gibi birkaç poz. O fotoğraflardan Ahmet'in en beğendiğinden on adet basıldı. Ahmet birini de imzalayıp bana verdi. Sonra da "Abê ben bu fotoğraflardan bi de afiş yapıp Çınar'ın duvarlarına asayım, nasıl olur?" dedi. İyi olur sen bilirsin dedik Ahmet'e.
Ahmet'le biraz da hasbıhal ettik. On yaşına kadar baba ve annesi ile birlikte kalıyormuş. Babası çerçilik de köylerde imamlık da yapmış. Ahmet on yaşında iken babası ölmüş. Sonra annesi başka bir evlilik yapmış.
Ve o gün bu gündür Ahmet'in tek akrabası, dostu ve arkadaşı tek telli curası olmuş. Saz çalmayı kendi kendine öğrenmiş. Diyarbakır kırsalında namı epeyce olan ve kırsal düğünlerin vazgeçilmesi olan "Bismilli Zeko" ile "Daveta Diyarbekir Rabin Dîlanê" ismiyle kaset yapan "Hozan Muzaffer" Çınarlı Ozan Ahmet'in en çok sevdiği sanatçılar. O kadar seviyor ki; yanında bulundurduğu mini kasetçalarında kendisi çalmadığında sürekli onları dinliyor. Dinlemekle kalmayıp o görüşmemizde bizlere de dinletiyor. Ve bir yönüyle de sanki onların tarzını kendine örnek alıyor.
Adı Çınarlı Ozan Ahmet, bu satırlar yazıldığında 17 yaşında. Genellikle Çınar'da yaşıyor. Kendi ifadesine göre bir evi yok. Kimsesi de! Geçmişinde kalan ailesinden söz edilmesinden hiç hoşnut olmadığı her haliyle kızgınlığından belli. Nerde akşam orda sabah bir hayatı var.
Yolunuz Diyarbakır'ın Çınara ilçesine olur ya, düşerse; yine kendi ifadesine göre Çınar'daki Atatürk Bulvarında bulunan kahvelerden hangisine Çınarlı Ozan Ahmet'i sorarsanız hemen onu bulurlar(mış). Benden söylemesi...(ŞD/EÜ)