“Huzursuz bir tarih, huzursuz bir coğrafya ve huzursuz bir ülke… Gılgameş'in annesi Güneş Tanrısı'na dönüp, neden oğluma huzursuz bir ruh verdin, diye sormuştu. Huzursuz olan Gılgameş arayışa yönelmişti. Huzursuz olan Kafka dünyaya müthiş bir edebiyat sundu. Bizler huzursuzluktan nasıl bir edebiyat ürettik, soru budur ve anlamlıdır."
Kürt romancı-şair Cihan Roj ile Kürt edebiyatını; Kürt coğrafyası ile Kürt edebiyatı ilişkisini, Kürtçe romanı, 'yazarlığımın kenti' dediği Mardin'i ve çalışmalarını konuştuk.
Huzursuzluktan başlayalım. Kürt edebiyatı ile ‘huzursuzluk’ arasında nasıl bir ilişki var sizce? Sizin yazınsal öykünüzün neresinde huzursuzluk?
Sanırım, ‘huzursuzluk’ ile edebiyatın ilişkisi yeterince tartışılmadı. Toplumsal huzursuzluğun edebiyatta bireyin arayışı olarak karşılık bulması beklenir. Oysa edebiyatımız, inkara hayır deme, kendini ispatlama mücadelesinde ‘acıyı’ işledi. Doğaldı ancak bir yerden sonra, durum, kendini tekrarlayan, ‘ağıt yakma’ya götürdü. Oysa modern edebiyattan beklenen acının diline itiraz olarak edebi dili oluşturmak, kurgulanan yaşamlarla bireye bir şeyleri hatırlatmaktır.
Acı, edebiyatı afişe eder. Bir yere kadar afişe edilebilen üretimler etkili oldu. Okuyucuların eleştiri ve itirazları, edebiyatı edebiyat olarak görme isteklerini dillendirmelerinden sonra, edebiyatta değişik yönelimler uç vermeye başladı. Bu arayışlar edebiyatımızın huzursuzluğa dair kendi dilini oluşturma imkanını sunabilir.
Bu kadar huzursuzluk, kaos ve acıların yaşandığı bir coğrafyada edebiyat, yoğun arayışlar sonucunda, içerik ya da biçimsel olarak bir çıkış yapar diye beklenir normalde. Edebiyatımızda henüz bu noktada tartışmalara şahit olamıyoruz çünkü sürekli siyaset diğer alanlara olduğu gibi edebi alana da imkan sunmuştur. Tam da bu noktada edebiyatımız aslında kendi huzursuzluğunu hissetmeye başladı, ayakları üzerinde yürüme çabasını vermekte.
Bu tür tartışmaların önemine inanıyorum. Zaten bir dünya edebiyatı vardır. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek yok. Dünya ve coğrafyamızın bizden beklediği Kürtçe coğrafyaya, dilin coğrafyasına, yaşamına dair bir edebiyattır.
Güncel olarak hep çok renkli, çok dilli, çok kültürlü gibi olgulardan söz edilir. Böyle gerçekliklerin nasıl bir edebiyatı, karakteri, bireyi olur, olmalıdır? Bu tür sorular edebiyatın kendine has huzursuzluğudur aslında.
Kürdistan'ın hep söylendiği gibi, edebiyata sunacağı o kadar çok malzemesi var mıdır gerçekten?
Kaynakları bol ve hep sözlü olarak konuşmuş bir coğrafyadır. Farklı inançların sunduğu malzemelerin (inanışlar, destanlar, aşklar, yıkımlar…) işlenmesine yıllar yetmeyebilir. Folklorik malzemeler fazladır. Klasik kaynaklar da yeterince vardır. Yazılı olarak yeterince işlenmemiş bir gerçeklikten söz ediyoruz. Kaynaklar incelenip değerlendirilmemiştir. Böyle bakıldığında müthiş bir malzemeden bahsedebiliriz. Yeni sorular sorma zamanıdır; Kürt edebiyatını Fars Edebiyatı ile kullanabileceği ortak malzemeler var mıdır? Misal; Vis u Ramin Kürt edebiyatı için ne ifade eder?
Malzeme denilince, siz sadece durduğunuz yere göre görmek istediğinizi anlarsanız durum değişir ancak yeni inşa edilen bir coğrafya, hatta yaşam ve birey söz konusuysa , demokrasi ve demokratik ilişkiler önemsenecekse, edebiyatta malzemeler çok farklı derinlik ve noktalardan taşınıp, seçilmeli.. Sadece modern kentleri ve modern bireyi esas alarak ya da kendine has ihtiyaçlar belirleyip malzemeleri idealleştiremezsiniz. Tersi, birazda oryantalist yaklaşımların etkisinde kalıp malzemeler lokal, kıymetsiz malzemelermiş gibi sunup davranılmamalıdır. Malzemelerin “edebiyat malzemesi” olmasına yönelik çaba olmalıdır
Bunu biraz konuşalım. Çaba yok mu veya yetersiz mi?
Yetersiz.Eğer bizler Türk edebiyatının cumhuriyet dönemini yeterince inceleyip analiz edersek, Kurmancî edebiyatının günümüzdeki bazı arayışlarının ne kadar yersiz olduğunu görmüş oluruz. Yeni ve dünya edebiyatı adına, dünya edebiyatı gibi eserler sunma adına bir zorlama ve taklit söz konusudur. Elbette dünya edebiyatı ama nasıl? Siz Feqiyê Teyran’ı dünya edebiyatına sunmadan, Evdalê Zeynikê’nin turnayla konuşmasının yorumunu yapmadan dünya edebiyatı ile iletişim kuramazsınız. Bakın, Evdal’ı yorumlamak bile başlı başına bir kapı aralamadır. Bir Ermeni’ye aşık olur, tabu yıkıcıdır, sevgi ve aşka inançtır bu. Turnayla konuşur bu bir itirazdır, reddetmedir. O acı ve ağır dünyasının dilini bir çocuğun diline yaklaştırabiliyor. Sürmeli Memed Paşa’nın dengbejliğini, başında, kendi özgürlüğü adına reddetmiştir.
Bir edebiyatı sadece sözcüklerin sözlük anlamı ile yaratıp oluşturamazsınız. Bir tat, bir dünyası olur her dilin. Cumhuriyet döneminin bir dönem kimi hevesleri de öyle olmamış mıydı? Öz Türkçe adına yaratılmış sözcüklerle oluşturulmaya çalışılmış edebiyatın akıbetini az çok biliyoruz.
Cihan Roj'u edebiyata kazandıran süreçten bahseder misiniz biraz? Edebiyatınızı besleyen unsurlar olarak sayabileceğiniz hususlar var mı? Neler bunlar?
Uzun ve sert kış şartları, dengbêj ve çîroklar, yaşamın ağır koşulları hislerimizi güçlendirdi. Çocukluğumuzda, taşlarla, gökyüzüyle, ışıkla, ‘kutsanmış kişilerin mezarlarındaki ağaçlarla’, kendimizle konuşurduk çünkü bazı soruların cevaplarını bulamıyorduk. Okulda, matematik dersindeki başarının getirdiği hazzı, aslında bir hikaye olan sosyal bilgiler dersini anlamadığımız için, başarısızlığın getirdiği yıkımın sarsıntıları.
Dilimizin dünyasının kapıları hep kapalıydı. Bunu özellikle söylemeliyim. Çünkü ilk aşkımızın yüreğimizdeki, beynimizdeki ve dilimizdeki tadını kendi dilimizle yazamıyorduk. Düşünsenize sevgilinizin ismiyle anadilinizle akrostiş çalışması yapıyorsunuz, bunlardan mahrum kalmanın yarattığı boşluğu düşünsenize. Hayallerimiz, rüyalarımız kalıcılaşamıyordu. Tıpkı masallarımızdaki gibi kapılar tek değildi, çoktu ve hepsi demirdendi, kilitleri de ya aslanın midesinde ya devlerin mekanında saklıydı yahut düşsel bir nehire atılmıştı anahtarlar…
Çocukluğumda hep şunu duyardım; okuyun, kendinizi bu cehennemden kurtarın! Sohbetlerde gıpta ve gururla doktor, öğretmen, avukat, savcı, memur olmuş olanlardan bahsedilirdi. Çocukluğumda, onların kim olduklarını, nasıl bir yaşam yaşadıklarını hep merak ediyordum. Şimdiye kadar yazmış olduğum beş romanda bir şekilde, o “kendini kurtarmış” insanları yazmaya çalıştım. Okuyucuya madalyonun diğer yüzünü sezdirmeye çalıştım. Elbette “huzursuz bir coğrafyayı” unutmadan!
Mardin neyi ifade ediyor yazarlık hayatınızda? Mardin’i çok sevdiğinizi okumuştum söyleşiye hazırlanırken...
Mardin yazarlığımın memleketidir. Serhad, insanın hislerini derinleştirir. Mardin mimari zevki ve renklerin sıcaklığını yaşatır insana. Orada, taşlara fısıldanmış şeyler olduğunu hissedersiniz. Taşlar sessiz kitaptır. Mardin’de kendimi aramıştım; bu arayış beni yazılı kültüre, edebiyata götürmüştü. ‘Taş’, ‘serçe kuşu’ ve ‘saklı olanın’ kentle ‘iç dünyamın’ şifreleri olduğunu hep düşünüyordum. Evet, yaşamın şifreleri hep dikkatimi çekti, şifresiz bir hayata dair umutla yazmaya çalıştım.
Gîtara Bê Têl romanım, Mardin merkezini mekan edinmiş ilk Kurmancî romandır. İnsanı zenginleştiren bir yerdir Mardin. ‘Ava sûsê’nin (Meyan kökü şerbeti) tadının yaşamdaki yerini adeta yeniden hatırlatır insana. Elbette her şey güllük gülistanlık değil, diğerlerini de eserlerimize bırakalım.
Edebiyat serüveninizde, Kürtlere, Kürdistan'a dair size ilginç gelen veya sizde derin bir etki bırakan şeyler var mı?
İlginç mi bilmem ama şunu hep merak ettim: Doksanlı yıllarda elinde satır, arkadan yaklaşıp insan öldürmenin ruhsal altyapısını hep merak ettim. Öldürme şekli, derin kin ve nefretin nedenleri benzeri detayları edebiyatta nasıl işleyebileceğim üzerinde hayli düşündüm. İşte malzemeyle olan ilişki tartışılmalıdır, derken bu tür şeyleri kast ediyorum. Perde adlı romanımda karakterin biri böyle bir ilişkiyle yaratılmıştı.
Bir başka şey, özellikle köylerde, kırkından sonra insanların ölümü bekler oluşları beni hep etkilemiştir.
Kimi yazarların bile bile merhamet edişini hiç anlamadım ve ilginç buldum. Oysa dille ilişkimiz demokratik olmalı, değil mi, eğer dil canlıysa, ona yeri geldiğinizde kızmalı, onunla mücadele edilmelisiniz. Kurmancî’ye karşı varolan korumacılık aslında dili daha da güçsüzleştiriyor.
Bahsettiğiniz Perde isimli romanınızdaki karakterden söz edebilir misiniz biraz?
Savaş koşullarında normal bir birey gibi davranan, insanların sevdiği, siyasi olan bir bireyin karanlık dünyası söz konusudur romanda. Derin ruhsal sorunlar yaşamaktadır çünkü erkek olarak cinselliğini kaybetmiştir. Marjinal bir tarikatın yol açtığı bir travmanın sonuçlarını yaşamaktadır karakter. Severek evlendiği kadını öldürdüğünden şüphelenmektedir.
Kürtçe roman deyince akla Mehmed Uzun geliyor. Biraz bu açıdan sormak istiyorum: Kürtçe romanı kısaca nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtçe roman deyince akla ilk gelenlerden biri de Mehmed Uzun’dur demek daha doğrudur. Yoksa öbür türlü Kürt romanına bir sınır çizilmiş olunur. Eğer bu varsayımla yaklaşırsak Kurmancî romanının ömrünü kısa, dünyasını da sadece bir yazarın yaratmış olduğu dünyayla sınırlandırmış oluruz. Maalesef böyle olduğu için de okuyucu, Kürtlerin roman yazabileceğine pek ihtimal vermiyorlar çünkü onlara göre Mehmed Uzun artık yok ve yeni bir Mehmed Uzun da çıkmadı! Adeta bir yetim kalmışlık atfediliyor, bu da Kürt edebiyatı için kabul edilebilir bir şey değildir kanımca.
Romana gelince, kayıt altına alma, savunma, nakletme durum ve aşamaları yavaş yavaş geride kalıyor Kürtçe romanda. Bireye dair romanlar çıkmaya başladı. Kurmancî gittikçe eksikliklerini gideriyor, bu da romana zenginlik katıyor. Kürt olmanın dışında bir gerçeği hatırlatmakta fayda vardır; devlerin, kahramanların, isim verdiği coğrafyamız aynı zamanda çok da renklidir. Romanımız yaşama, demokrasiye dair yeni soruların uç vermesine vesile olabilir. Temkin ve sabır önemlidir. Manifestolara gerek yoktur.
Bu bir eleştiri mi? "Manifestolara gerek yok." Açabilir misiniz biraz bunu?
Ciddi şekilde eleştirilmelidir; ansiklopedik tekrarlardan oluşan yazılarla siz bir edebiyatın modernlik durumunu ortaya koyamazsınız, külliyatını oluşturamazsınız. Akademik durum ya da edebi yeterlilik bir başına bir dilin edebiyatı hakkında söz söylemeye yetmiyor, yetmemelidir. Öyle olmuş ki, Kürtçe edebiyat hakkında ansiklopedik yazı yazmak kişileri ehil haline getirebiliyor.
Listeler edebiyatı oldu bizim edebiyatımız! Aynı isimleri anıp tekrarlamakla bir edebiyatı anladığımızı, çözümleyip sunduğumuzu düşünürüz. Gerçekten edebiyatımızın değerlendirmeye, eleştirmeye ihtiyacı vardır hem de işin ehilleri tarafından. Ben bu tür değerli kalemlerin dilimize ve edebiyatımıza daha çok emek vermelerini dilerim.
Kürt edebiyatını Türk edebiyatı, Arap edebiyatı ya da Fransız edebiyatına tanıtma üzerinde bir değerlendirmeyle olmaz, bu yanlış bir kilitlenmedir. Bunlar çeviriyle olacak şeydir. Kürt edebiyatını analiz edersiniz, eleştirirsiniz. Tuhaftır, edebiyatla ilk akla gelecek olan dildir, dilin durumu ve sınırlarıdır. Modernizasyonunu tamamlamaya çalışan bir dilin sorunlarını yeterince tartışıp çözüm üretmek yerine romanımız dünya romanı standartlarındadır deyip işin içinden çıkamayız!
Şu anda üzerine çalıştığınız bir çalışma var mı?
Evet, yine bir roman... Aralık ayının sonuna kadar bitirmeyi planlıyorum. 2015'i bir romanla karşılamayı umuyorum. İsmini de sizinle paylaşayım 'HURCAHIL', yani 'Özgür Cahil'.
Cihan Roj kimdir? Cihan Roj, Kürtçe edebiyat çevresinde üretken bir yazar olarak biliniyor. Mardin'i edebiyat yaşamında özel bir yere koyan Roj'un ikisi şiir, üçü öykü, beşi de roman olmak üzere on kitabı yayınlandı. Kitapları dışında dergi ve gazetelere yazılar yazan Roj'un en son Ji Nû ve Gîtara Bê Têl ve Serkêş isimli romanları yayınlandı. |