Çiğdem Aslan: Türkiye’de daha fazla konser vermek isterdim
Müzisyen Çiğdem Aslan, “Birçok müzisyenin izi var belleğimde, sesimde ve performansımda. Kısaca şöyle ifade edeyim annem babam, bizim köyün ozanlarından Tracy Chapmans'a uzanan bir yelpaze” diyor.
Rebetikolar özelinde Yunanca başta olmak üzere Ladino, Boşnakça, Kürtçe, Türkçe ve daha birçok dilde şarkı söyleyen, müzikal kariyerini çok kültürlülük üzerine inşa eden sanatçı Çiğdem Aslan, göç ettiği İngiltere’de içine doğduğu kültürün izlerini silmeden Rebetikolar ve Balkan şarkıları seslendiriyor.
Bu şarkıları içine doğduğu toplumun etkilerini göz ardı etmeden ve bir doğu-batı sentezi yaratarak yorumluyor. Aslan, bu kültürel dengeyi nasıl koruduğunu, bu müzikleri keşfetme sürecini ve dünden bugüne gelişen kariyerini bianet’e anlattı.
“Anladım ki sahnede olmak olmazsa olmazım”
Müziğe nasıl başladınız? Müziğinizi uzaktan gözlemleyen dinleyiciler üzerinde sanki çocukluğundan beri şarkı söylüyor izlenimi yaratıyorsunuz. O yüzden müziğe ilgi duymaya başladığınız ve bu yeteneğinizin herkesçe fark edildiği an tam olarak ne zamandı?
Müzikle olan yolculuğumun belirleyicilerini her düşündüğümde birkaç nokta beliriyor hemen aklımda. En başta tabii Alevi bir aileden geliyor olmam var.
Kendimi bilmediğim zamanlardan gelen bir aktarım. Aile içi muhabbetlerde deyişler, türküler söylediğimde aldığım tepkiler yeteneğimin farkına vardığım ilk zamandır.
Sonra okullarda koro, solo vs. ufak çaplı performanslar ama kariyer olarak karar verdiğim an çok net. Üniversitenin ilk iki yılı mutsuz ve vasat bir öğrenciyken müzik kulübüne katılıp o zamana dek hiç yapmadığım bir disiplinle müzikle ilgilenmeye başladığımda benim için her şey değişti. Bir anda hayatımın her alanında daha mutlu ve verimli bir insan haline dönüştüm. O an anladım ki sahnede olmak olmazsa olmazım.
“Diyar diyar gezdikten sonra tekrar evime döndüm”
Ailevi köklerinin de bu müziği keşfedişte payı büyük sanırım, biyografinizde belirttiğiniz üzere ailenizin Kürt ve Alevi kökleri var. Bu kökler sizin müziğe ilgi duymanızda bir başlangıç noktası mıydı yoksa kendi yolunuzu biraz görür gibi olduktan sonra mı köklerinize yöneldiniz?
Müziğe ilgi duymamda Alevi ve Kürt köklerimin payı asla reddedilemez. Ama odaklandığım Rebetiko ve Balkan müziği dışında Alevi müziğine performans için tekrar yönelmem sevgili hayat arkadaşım Tahir Palalı’nin projesine dahil olmamla oldu.
Bir nevi evden kaçıp, diyar diyar gezerek macera yaşadıktan sonra tekrar eve dönen genç gibiyim bu konuda. Tahir ile birlikte, içine doğduğum müziğe de başka bir gözle bakmaya başladım ve derinlerine inebildim.
“Ne rebetiko beni bıraktı ne de ben onu”
Yunan müziğini adeta oralı biri gibi seslendiriyorsunuz. Yunanca ve rebetiko ile tanışmanız nasıl gerçekleşti? Sizi bu kültürel yakınlığı kurmaya iten etmenler nelerdi?
Rebetiko ile üniversitedeki müzik grubunda tanıştım. Anadolu'nun çeşitli kültürlerini yansıtan müzikleri kendi orijinal dillerinde seslendirmeyi hedefleyen bir yaklaşımı vardı ekibin ve Rebetiko şarkıları söylemek bana düştü. O zamandan beri de ne ben onu bıraktım ne de o beni.
Yunancayı öğrendiniz mi, şarkıları çalışırken dilsel anlamda nelere dikkat ediyorsunuz? Telaffuz vb. unsurlar için özel bir eğitime gereksinim duyuyor musunuz?
İlk zamanlar fonetik olarak çalışıp öğreniyordum şarkıları. Birlikte çalıştığım Yunan arkadaşlardan destek alarak telaffuzumu geliştiriyorum; ama artık Yunanca biliyorum ve hala öğreniyorum. Artık konserlerden sonra yanıma gelen insanlarla çat pat konuşabiliyorum ve bu beni çok mutlu ve tatmin ediyor, onları da.
“Bin Turna albümü Zorba filminin kaydedildiği stüdyoda hazırlandı”
Yunanistan’ a gitme kültürel, müzikal anlamda bir gözlem yapma girişiminiz veya isteğiniz oldu mu?
Yunanistan'a çok gittim ama konser fazla yapmadım. Genel olarak gittiğimiz yerlerdeki lokal tavernalardaki grupları dinlemeyi tercih ediyorum. Bir iki büyük konser de izledik elbette.
2016’da çıkan ikinci albümüm 'A Thousand Cranes \ Bin Turna' Atina'da meşhur Zorba filminin müziğinin kaydedildiği stüdyoda kaydedildi.
Bir dönüm noktası: Dunav
Yunanca sonrasında repertuvarınıza eklenen diğer dillerde şarkı söyleme süreci nasıl gelişti? Kaç dilli bir repertuvarınız var şu anda?
Repertuvarıma Balkan şarkılarının eklenmesi Londra'ya yerleştikten ve çok hoş bir tesadüf sonrası, İngiltere'nin ilk Balkan müziği grubu Dunav'a katıldıktan sonra oldu.
Genç bir müzisyen arkadaş için yapılan bir tanışma toplantısında, Londra'da uzun yıllar bana mentorluk yapacak olan Cahit Baylav ile tanıştım.
Ondan iki hafta sonra Dunav’la ilk performansımı yaptım ve uzun yıllar devam edecek olan ‘haftalık ev buluşması/provaları’ ve birkaç ayda bir gerçekleşen ‘Balkan Dansları Buluşması’ performans süreci başlamış oldu. Benim için okuldur Dunav. 1950’lerde kurulmuş bir ekibin aktaracağı çok şey vardı ne mutlu bana...
Tabii onun akabinde de She'koyokh grubuna da katılmamla birlikte tüm bu süreç bambaşka bir dinamizme ve boyuta ulaştı. 15 yıldır bir parçası olduğum She'koyokh ile 3 albüm kaydettik ve ben repertuvarı geliştirdikçe geliştirdim.
Kimleri dinleyerek büyüdünüz, sesinizi bulmak konusunda rehber saydığınız isimler var mı?
Birçok müzisyenin izi var belleğimde, sesimde ve performansımda. Kısaca şöyle ifade edeyim annem babam, bizim köyün ozanlarından Tracy Chapmans'a uzanan bir yelpaze.
“Aklıma takılan tek soru Türkiye'de neden daha çok konser yapamadığım”
Üniversite eğitimini İngiliz dili ve edebiyatı üzerine almışsınız. Neden konservatuar okumak istemediniz? Bir batı dili ve edebiyatı bölümü okumak çok dilli müzikal yaşamınıza nasıl bir katkı sundu?
Konservatuar okumuş olmayı hem çok isterdim hem de garip bir şekilde okumadığım için mutluyum. Birçok kurs, workshop’a katılarak ve müzik ön lisansı yaparak, teorik ve pratik olarak belki bir yetkinliğe getirmeye çalıştım kendimi ve bu benim için yeterli ama ara ara acaba konservatuar okusaydım ne farklı olurdu diye merak ederim.
Dil ve edebiyat okumak bana elbette repertuvarımdaki şarkıları daha doğru analiz etme yetisi verdi. Telaffuz, anlam, prozodi vs. hepsine hem dilbilim hem de edebiyat açısından bakmaya çalışıyorum. Şimdi geriye donup bakınca aslında sanki hayattaki dönüm noktalarım hep beni şu anda olduğum noktaya hazırlamış gibi.
Ben 2008 yılında iyi maaşla çalıştığım bir ofis işinden “Ben ses mühendisliği" okuyacağım diyerek istifa ettim. O sıralarda da bir taraftan profesyonel olarak müzik yaparken bir taraftan başka bir işte çalışıyordum ki müzikle ilgili seçimlerime para yön vermesin. Neyse istifa ettikten sonra da Goldsmiths de ön lisans yapmaya karar verdim. İyi ki de yaptım. Öğrenci olmak güzel şey. Hem onu hatırladım hem de Batı müziği jargonunu öğrenip ve teknik becerilerimi geliştirdim.
Türkiye'de kalsaydım ne olurdu diye hiç düşünmedim. Hep şimdinin tadını ve keyfini çıkarmaya çalıştım ve çalışıyorum. Londra'da bulunduğum süre içinde ne istediysem oldu. İstikrarlı olduğunuz sürece istediklerinize ulaşma imkanı var burada ve bu paha biçilmez bir şey. Bir de yeteneğiniz ile değerlendirilirsiniz öncelikli olarak, kimliğiniz sonradan sorulur; o da hikayenizde belirleyiciliği varsa. En azından benim tecrübem böyle oldu.
Ara ara aklıma takılan tek soru Türkiye'de ya da Yunanistan'da neden daha fazla konser yapmadığım oluyor ama bence onun da sebebi benim yaptığımı yapan birçok sanatçının zaten var olması.
İngiliz diliyle ilgili bir şeyler yapıyor musunuz, çeviri gibi? Mezun olduğunuz alanda da aktif misiniz?
İngiliz diliyle ilgili bir süre bir şeyler yaptım, çeviri ve öğretmenlik gibi. Uzun süredir yapmıyorum ama çeviri yapmaktan hep zevk aldım. Belki ilerde yaparım. Su sıralar bir kadın kurumunda danışmanlık yapıyorum ve yaptığım iş gereği tercümanlık yapmam gerekebiliyor zaman zaman.
İlk albümünüz Mortissa 2013’de yayımlandı. Albümü yapmak için belli bir süre beklediniz mi? Müziğiniz için bir şeylerin biraz daha olgunlaşması mı gerekiyordu? Bu süreci biraz açabilir misiniz?
Plak şirketim Asphalt Tango benimle iletişime geçene kadar aklımda bir solo albüm yapmak yoktu açıkçası; ama repertuvar ve albümün hikayesi zaten yıllar içinde oluşmuştu ve hazırdı. Dolayısıyla fikir çıktıktan çok kısa bir süre sonra Mortissa hazırdı. İsmi ile ilgili çok savaş verdim müzik direktörümle ama elbette ben kazandım. Mortissa ile ne kadar gurur duysam azdır. Hem hayatımdaki tüm müzik bileşenlerini bir araya getirdim, hem de doğru zamanda doğru insanlarla samimi ve dürüst bir yolculuğa çıktım.
Tahir Palalı ile okuduğunuz deyişler ve daha sonra başka albümlerinizde seslendirdiğiniz rebetikolar var. Müzik kariyerinize baktığımızda müziğinizin bir ayağı doğuda bir ayağı batıda. Bu çok yönlülük size de bazen zor ve kafa karıştırıcı geliyor mu yoksa tam tersi sizi besleyen bir yaşam biçimine mi dönüştü?
Ara ara fazla mı kafa karıştırıyorum müzikal olarak diye ben de sorarım kendime. Zaman zaman zorlanırım da ama kompartmentalize ederek üstesinden geliyorum bunun.
Bağlam önemli ve ben de tek yönlü büyümedim. Beni ben yapan bir sürü unsur var. Örneğin ben küçükken annem ve teyzem Büyükada'da Yahudi bir madamın evini temizlemeye giderlerdi ve kuzenimle beni de yanlarında götürürlerdi. E ben şimdi bu 'karşılaşma' olmamış gibi mi yapmalıyım?
Belki de orada duydum ilk Seferad tınılarını ve bu yüzden bu kadar doğal biçimde sanki hep biliyormuşum gibi hissediyorum ve söylemek istiyorum.
Bir de hiçbir zaman bağlam dışına çıkmam. Rebetiko konserinde deyiş söylemem mesela veya tam tersi. Mümkünse iki farklı repertuvar konserleri arasında uzun zaman bırakırım.
“Videolar ve kayıtlar sahne enerjisini tam olarak veremiyor”
Hakkınızda yazılan yorumlarda "keşke burada yaşasa, keşke daha sık gelse" gibi cümleler yazıyor. Peki Çiğdem Aslan daha sık Türkiye turnesi yapmayı düşünüyor mu? Belki ilerleyen tarihlerde ülkeye temelli bir dönüş mümkün mü?
Türkiye'ye temelli dönmeyi planlamıyorum; ama bir turne yapmayı, dahil olduğum bütün grup ve müzisyenlerle yaptığım işlerin yarattığı hisleri ve enerjiyi burada olduğu gibi Türkiye'de de dinleyiciyle paylaşmayı çok isterim. Sahnede enerjimiz hepsiyle ayrı güzel, YouTube videoları ya da albüm kayıtları asla bunu tam olarak veremiyor. Bu yüzden ne kadar turne ve sahne o kadar iyi.
Son dönemde müziğini severek takip ettiğiniz ve müzikal anlamda yakın hissettiğiniz birileri var mı?
Son dönemde daha çok İngilizce ve Türkçe podcast dinliyorum; müzikle alakalı olanlar da var içlerinde. Severek takip edip, beğendiğim her müzisyen bence kendilerini bilir zira hep sevdiğimi belli ederim ve işlerini de paylaşırım sosyal medyada.
Şimdi burada isim vermeyi unutarak kimseyi kırmak istemem. Ama bu hafta dinlediğim albümü söyleyeyim: Monsieur Doumani'den Pissourin.
Galatasaray Üniversitesi İletişim bölümünden mezun. Yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Atölye BİA 27-29 Haziran 2022 “Mülteci Haberciliği Atölyesi” katılımcısı.
Kişi körse onun hayatına giren kişi ya az gören olmalıymış ya da başka engeli olmalıymış. Kör ile kör yapamazmış. Gören zaten köre bakmazmış. Baksa da yürümezmiş o iş.
Aşk insanın en yalın hâlidir belki. En çok kendi olduğu, en çok kendinden soyutlandığı. Belki bir özlemin yoğunlaşması, belki duygusal boşluk belki yanılsama, belki gerçeklik… Hani varlığı da yokluğu da tartışılır ama o kendini hissettirir bir biçimiyle. Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın güzeldir. Çıkarsızdır. Umutla umutsuzluk hâlidir. Yaratıcılıktır. Güzel olmaktır.
En belirgin özelliği de hesapsız olmasıdır.
Belki aşkın, bugünün dünyasına ait biçimlerini yaşıyoruz. Daha farklı bir toplumda, daha farklı bir bilinçle nasıl yaşardık o çekimi? Bilinmez. Günlük hayatı çıkarların şekillendirdiği bir dünyada, saf bir çekim duygusunun yarattığı ilişkiyi yaşamak neredeyse hiç karşılaşılmayan bir “doğa olayı”. Öyle olmasa "Sevgililer Günü" diye bir kazanç kapısı ortaya çıkmazdı. Bilincimizi çevresel koşullarımız belirlediği için ilişkilerin mahiyetini de o belirliyor. O çekim hissinin mantığı devre dışı bırakma durumu çok sık yaşanmaz. Sonuçta, işin ucu sevgiyle süslenmiş "mantığa" dayanıyor.
"Mantık" sınırları
Bu gerçekliği sağlamcılık perspektifinden irdelemek istiyorum, çünkü sağlamcılığın en belirleyici olduğu konulardan biri de bu. Örneğin, engelli birinin sınırsızca aşık olma durumu olsa da, bu aşkın yanıt bulamaması veya "mantık" sınırlarına dayanarak ilişkiye dönüşememesi oldukça yaygın bir gerçeklik. Öznel değerlendirmeme göre son zamanlarda bu durum bayağı değişti; ama tam anlamıyla dönüşmedi. Yer yer kişisel özelliklerimiz, şansımız ve hoşlandığımız kişinin bilinçli olmasından dolayı sevgi ilişkiye dönüşüyor. Ben yine de her engellinin, en azından bir kere, sağlamcı nedenlerle reddedildiğini düşünüyorum. Bu tahminimde yanılmayı da çok isterim.
Sağlamcılık, bir eksik görme durumu olduğu için bazen adaylık aşamasına bile gelinemeyebiliyor. Hatta mantık ilişkilerinde en belirleyici olan “yetenek, kariyer” gibi özellikler bile ikincil hale gelebiliyor. Geçenlerde, tanınmış bir körle ve aynı zamanda toplumda bilinen bir isimle sohbet ediyorduk. "Ön yargının ilişkilerde belirleyici olmasında, karşı tarafın entelektüel olması bile bir şey değiştirmiyor," demişti. Ben de entelektüellerin de engelliliğe dair toplumdan farklı bir anlayışa sahip olmadığını söyledim. Aslında inşa edilen “normalin” sonucu bu tür ön yargılar.
Yanılgılar bütünü
Yüreklerinin gittiği yere gitmeyi bir serüven gibi değerlendirip, mantıklarının ve ön yargılarının götürdüğü yere yöneliyorlar. Diğer taraftan, şu gerçeklik de var: İlişki başladığında, çiftlerden biri engelli değilse, daha fazla şeyi göze almak zorunda kalıyor. Çünkü sürekli olarak toplumun delici ve sorgulayıcı bakışları altında. Toplum her şeyi bildiğini sanıyor, oysa bildiklerinin çoğu yanılgılar bütünü. Yine de cehaletin verdiği özgüvenle, insanların hayatına müdahale etmeye devam ediyor. Çiftlerden biri engelli değilse onda bir “kusur” olabileceğini iddia ediyor ve hiç tanımadıkları insanlara bile özel yaşamları hakkında sorular sorabiliyorlar.
Otobüsteki yolcudan sokaktaki teyzeye kadar 16 yıldır bizim hayatımıza burnunu sokmayan kalmadı. Bu, son derece yıpratıcı bir durum. Hatta toplum bununla da yetinmeyip insanların partnerlerini belirleme hakkını bile kendinde görüyor. Bunlardan en yaygın olanlardan birisi şu: Kişi körse onun hayatına giren kişi ya az gören olmalıymış ya da başka engeli olmalıymış. Kör ile kör yapamazmış. Gören zaten köre bakmazmış. Baksa da yürümezmiş o iş. O nedenle körün partneri “aksak” falan olabilirmiş. Maalesef bu durum engelliler için de geçerli. Kanıksanmış sağlamcılık nedeniyle benzer düşünceleri paylaşanlar, engelliler arasında da az değil.
Toplum olarak bu kadar problem yaratmayı sevmesek, ön yargılarımızla yüzleşsek her şey değişir. Belki bir gün, mantığı doğru yerden kurmayı ve bazen de kendimizi yüreğimizin sandalında sulara salıvermeyi öğreniriz. Unuttuğumuz insanlığımızı, bize dair olanı hatırlarız. Sonra “bir ceylan su içmeye iner/çayırları büyürken görürüz” onu düşündüğümüzde. Dizelerden saçma anlamlar ve avuntular bulup kendi uçurtmamızla süzülüveririz gökyüzüne. Hadi unuttuğumuz kendimizi aramaya çıkalım. Aşk da gelir zaten. Derinlerde yaşar ama dalları yakındadır onun. Bu haftanın konusunun aşk olduğunu söylediler. Ben de "aşk biraz da saçmalamaktır” deyip, aklıma geleni sayfaya aktardım. Dilimiz sürçtüyse affola. Siz en iyisi gidip aşık olun. Bunu anca sağlam bir aşk acısı unutturur. (BS/TY)
Engelsiz Erişim Grubu’nun Ankara temsilciliğini yapmıştır. Müzikle yakından ilgilenmektedir. Bir dönem Grup Tepetaklak’ta bağlamacı olarak görev aldı. Farklı grup ve sanatçıların çalışmalarına bağlama, gitar, ney,...
Engelsiz Erişim Grubu’nun Ankara temsilciliğini yapmıştır. Müzikle yakından ilgilenmektedir. Bir dönem Grup Tepetaklak’ta bağlamacı olarak görev aldı. Farklı grup ve sanatçıların çalışmalarına bağlama, gitar, ney, flüt gibi enstrümanlarla katkı sundu. Müzikal çalışmalarına Grup Devinim’de devam etmektedir. Edebiyatla, sanat sepet işleriyle haşır neşir olmak ve tembellik hakkını sonuna kadar kullanmak en büyük keyiflerindendir. Halen Engelsiz Erişim Derneği ve değişik platformlarda faaliyetlerine devam etmektedir.
Sevan Semerciyan, Kahire'de yaşıyor. Mısır ve dünyanın farklı bölgelerindeki Ermenice gazetelerde haber, yazı ve şiirleri yayımlanıyor. "Sevgi Yolu" şiiri, İstanbul'da yayımlanan Jamanak gazetesinin 8 Şubat 2025 tarihli sayısında Ermenice olarak yayımlandı.
Yayıncı ve yazar Rober Koptaş, şiiri bianet için Ermeniceden Türkçeye çevirdi.
İyilere, Yalnızlara, Işıkla ısınanlara,
Mektup almayanlara, Misafiri olmayanlara,
İnançla mum yakanlara, Bir şey için göğe yakaranlara
Upuzun kuyruklarda bekleyenlere,
Sesi güzel olmayanlara,
Gökgürültüsünün sesini, yağmurun tıpırtısını ve ondan sonra ıslanan toprağın ve çimenin kokusunu sevenlere,
Parkta yalnız oturanlara,
Dansa kaldırılmayanlara,
Çekmecelerden eski fotoğraflar çıkaranlara, Bitkilerle ve hayvanlarla konuşanlara, Rüzgârın okşayışını hissedenlere, Tütsü[1] kokusunu sevenlere,
Özel indirimi olmayanlara,
Mülayimlere,
Denize karşı sessizce oturanlara,
Artlarında bir hayat bırakıp gülümseyerek uzaklaşanlara,
Gözleri kapalıyken etraftaki renkleri görenlere, Sandalyede otururken hareket edenlere, Ruhla uçanlara, Kalple şarkı söyleyenlere, Yaşayanlara, Hayatını sevenlere,
Sizin değil, dört bir yanda asılmış kalp[2]ve ayıcıkların, sevgililerin günü, kırmızı
Alışveriş piyasası onlarınki, Sizinki yaşayan sevgi.
Siz bildiğinizden şaşmayın, evvelsi günkü, dünkü, bugünkü, yarınki ve gelecek günlerdeki gibi severek yapın her şeyi.
Devam edin her zamanki sevgi yolunuzda.
Kahire, 8 Şubat 2025.
[1] Özgün halinde, Ermenice khung, yani günnük. Kilise ayinlerinde, mezar başında vs. bu ağaçtan elde edilen tütsü yakılır.
[2] Özgün halinde, “mom”, yani mum. Bizde Sevgililer Günü’nün simgesi kalp olduğundan değiştirdim.