O da İstanbul'da kalan son 60 bin Ermeni'nin, Hrant Dink'in öldürülmesi ile birlikte ülkeyi yavaş yavaş terk etmeye başlayacakları tehlikesidir. Hrant'ın ölümünün İstanbul Ermenileri üzerinde son derece ciddi sonuçları olacağını görmemiz gerekiyor. Belki bir anlamda 6/7 Eylül olaylarının yarattığı deprem gibi... Eğer Türkiye, 1915'te sayılan 2 milyon olan Ermenisinden geriye kalan 60,000'ini tutamazsa, bu insanlar ağır ağır bu ülkeyi terk ederlerse bazı şeyleri çok ama çok zor anlatır. Bu düşüncemin niçin abartılı olmadığını anlatmaya çalışayım.
Hrant, İstanbul Ermeni topluluğunun bir anlamda ümidi idi. Ermeni olarak, adıyla sanıyla, kimliği ile açık açık yaşanabileceğini anlatıyor ve deyim yerindeyse gösteriyordu da. 1990'lann başında, Hrant'ın aklına AGOS gazetesi düştüğünde ve diğer Ermeni arkadaşlarıyla bu konuyu tartıştığında, arkadaşları ona, "Başını ezerler, yaşatmazlar seni" diye uyarıda bulunmuşlardı. Böyle birkaç toplantıya ben de şahsen şahit oldum. Sonuçta Hrant, tüm baskılara rağmen, başka türlü yaşanabileceğini göstermeyi başarmıştı. Ama şimdi işte bu ümit tuzla buz olma tehlikesi ile karşı karşıya.
Hrant'ın öldürülmesi dünyanın çeşitli yerlerindeki Ermeniler arasında l,5 milyon+1 olarak algılandı, İstanbul'da cenaze töreninde iken, bazı aydın kişilerin bile bu slogandan rahatsız olduklarını, dudak kıvırdıklarını gözledim. Buradan bir uyarı yapmak isterim. Bu tanımı lütfen "diyaspora propagandası" diye algılayıp bir kenara atmayın. Bu duygunun son derece ciddiye alınmasını öneririm. Birileri beğense de beğenmese de, Hrant'ın katledilmesi, İstanbul dahil, dünyanın her yerinde, hemen her Ermeni tarafından 1915 ile ilişkilendirilir ve bu çerçevede anlaşılır. Şimdi bu psikolojik ortam ve yaşananların tarih ile bağlantılandırılması, her Ermeni'nin kafasında "acaba kalmak doğru mu?" sorusunu yeniden doğurmuştur. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
İstanbul'daki herhangi bir Türk vatandaşı ile bir Ermeni vatandaşı arasında, bu yaşamdan ne beklendiği konusunda ciddi farklar yoktur. Her sıradan kişi gibi bir İstanbul Ermenisi de, rahat bir iş, çocuklarına iyi bir eğitim ve onlara ilerde iyi bir iş imkanı için yaşar. Ayrıca inancına ve kimliğine açıkça sahip çıkmak ve bundan dolayı aşağılanmamak ister. Şimdi, Hrant'ın öldürülmesinden sonra, her İstanbul Ermenisi, "değer mi" diye soruyor kendisine... Çünkü, bir Ermeni arkadaşımın yazdığı gibi, "Hrant Dink'i Ermeni olduğu için öldürdüler! Kuzenim soruyordu sabah 'Arman ahparig, korku bizim genlerimizde mi var' diye. Haklı olmasın? Hrant Dink'i katlettiler! 'Korku' mikrobu geldi yine göğsüme yerleşti..." Bu korku mikrobu son derece ciddiye alınmak zorundadır.
İstanbul mitingi tek başına ümit vermeye yetmeyebilir. Zannediyorum cemaat, hükümetin bu cinayetin ne kadar üstüne gidip gitmeyeceğine bakacaktır. Daha da önemlisi, geleneksel politikalara ne kadar devam edilip edilmeyeceğine bakacaktır. Ve bence asıl tehlike de burada yatıyor. Gazete haberlerine göre, "Ankara, Erivan yönetimi ile Ermeni diasporasına karşı uluslararası arenada hukuki savaş başlatmayı öncelikli gündemi arasına" almış. Yani eski politikaya devam. 1915'in "soykırım düellosu" zihniyeti ile ele alınması, zaten Hrant'ın ölümüne yol açan zihniyet dünyasının körüklenmesinden başka bir anlam taşımayacak.
Bir an önce yapılması gereken, bazı politikaların değişeceğine ilişkin güçlü sinyaller vermektir. Eğer hükümet, özellikle "sözde soykırım iddiaları" çerçevesinde Ermenilere yönelik düşman dilin değiştirilmesi konusunda hiçbir çaba harcamaz ise daha da kötü sonuçlarla karşılaşabilir. Unutmamak gerekir ki, artık Hrant'ın öldürülmesi ile birlikte, Ermeni kilise duvarlarına yazılan tehdit yazılan başka anlamlar kazanacaktır. Ermenistan ile sınırların açılması yönündeki taleplere, "Duygu sömürüsü yapmayın" demek başka anlamlar kazanacaktır.
Hükümet eğer Hrant'ın öldürülmesine gerçekten üzülüyorsa, Hrant'ın hayata geçirmeye çalıştığı şeylerin neler olduğu sorusunu kendisine ciddi olarak sormalıdır. Bir başka yazıda, Hrant'ın hayata geçirmeye çalıştığı iki proje, iki düşünce konusunda daha da ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. Ama bunu bir cümlede de özetlemek mümkün: "Açın şu kapıyı artık."
Hrant'a göre, Ermeni-Türk gerilimindeki tüm sorunların çözümü bu kapıda idi. Ve hükümet, Ermenistan'ın, "koşulsuz ilişki" önerisine "duygu sömürüsü" gibi son derece duygusuz, son derece sert bir cevap verirken, Hrant'ın niçin öldürülmüş olduğunu dahi anlamamış gözüküyor.
Hükümetin, politika geliştirenlerin görmesi gereken şudur. Hrant'ın ölümü ile 1915 arasında, yani tarihle yüzleşme meselesi arasında bağ kurulmak zorundadır. Hrant'ın ölümüne timsah gözyaşları akıtıp, 1915 için ise, Ermenilere karşı bugüne kadar sürdürülen kin ve nefret temelli politikalara devam etmek son derece tehlikeli sonuçlar doğuracaktır.
Her Ermeni için, Hrant'ın ölümü ile sonuçlanan bir süreçte edilmiş lafların, onun ölümünden sonra da aynen tekrar edilmesi; güçlü bir soruyu, deyim yerindeyse bir kurdu beyinlere sokuyor "Demek ki bir şey değişmiyor. O halde değer mi?"
Ve belki de kim bilir, bu ülkede bunu, yani kalan çok az sayıda Ermeni'nin de gitmesini isteyen epey bir kalabalık var. Kafamızı önümüze eğip ciddi düşünmemiz gerek... (TA/TK)
* Taner Akçam'ın yazısı, haftalık Agos gazetesinin 2 Şubat tarihli sayısında yayınlandı.