Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) operasyonları kapsamında bugüne kadar yüzlerce insan gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında yazarlar, akademisyenler, gazeteciler, öğrenciler, kadınlar vardı... Ve gözaltına alınanların birçoğu "terör örgütü üyesi olmak ya da propagandası yapmak" suçlamasıyla tutuklandı.
13 Şubat 2012 Pazartesi günü Türkiye'nin birçok ilinde yeniden gözaltılara uyandı. Gözaltına alınan isimlerden birisi de Ankara'da yaşayan, sokağın içinden bir insan olan şair ve fotoğrafçı Mehmet Özer'di. İstanbul'a götürülen Özer dört gün süren gözaltı sürecinden sonra çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı.
Mehmet Özer'le gözaltı sürecini konuşmak için gittiğim odası çiçeklerle doluydu; ziyaretine gelen dostlarıyla ilgileniyordu. Yüzünden dört günün yorgunluğu okunuyordu; ama aynı zamanda öfkeliydi de...
Özer'le sohbetimiz gözaltı konusuyla başladı. Ancak bu hafta başındaki değildi, 15 yaşındayken yaşadığı ilk gözaltısını anlattı önce; ardından bir yıl sonra bir başka bir olaydan dolayı gözaltına alındığında bir polisten öldüresiye dayak yediği seferi...
O günleri şu sözlerle anlatıyor Özer "Siyasi yaşamım 15 yaşında 'devrimci abilerle' tanışarak başladı. 1976'da 15 yaşındayken ilk kez cezaevine girdim. 16 yaşımda ilkokul sürgünümü yaşadım ve Bingöl Lisesi'ne sürgün edildim. İnsanlar beni 'hamsi' ya da 'militan Mehmet' olarak çağırırdı."
Dayak yemesine sebep olan mesele ise biraz ilginç... Kavga ettiği için nezarethaneye atılır. Kapatıldığı hücrenin duvarında bir şiir vardır. Çok sever şiiri. O yıllarda öğrenci, cebinde kalemi ve kağıdı var; hemen not alır. Sorgu öncesi üst araması yapan polis, kağıdı bulur. Duvarda yazılı olan şiir yüzünden Özer, öldüresiye dayak yer Çünkü şiirin bir dizesi Kürtçe'dir. Yıl 1977'dir.
Nezarethanenin duvarında yazan şiir ise şöyleydi: "Saçların kara / kaşların kara ise / sana kara belalı sevdam derim / ez ciwan ki Kurdim (Ben bir Kürt genciyim)"
O yıllardan bugünlere geldiğimizde 13 Şubat 2012 günü gözaltına alınma gerekçesini soruyorum ona. "PKK ve KCK ile faaliyette olduğumu söylediler" diyor.
Gerekçe ise şuymuş: "Diyarbakır'da mahkemenin Kürt dilini bilinmeyen dil olarak görmesine tepki duyduğumuzu göstermek için 2010'da düzenlediğimiz 'Kürtçe Konuş' basın açıklaması çağrı metninin bir başka haber ajansına düşmesi ve onların deyimiyle bu ajansın PKK ve KCK'nin resmi mail grubu olması ve benim de o grupla ilişki kurmuş olmam..."
Gerekçeyi duyunca öfkelenmiş tabii. "Böyle binlerce maili her yerde bulunur" diyor ve ekliyor "üstelik bu mailden haberdar bile değilim".
Evinin sabaha karşı 5.00'te aranmasına da öfkeli. "Evlerin böyle saatlerde aranması 'suç üstünde yakalama' psikolojisi yaratmaktır" diyor. O saatte arama yapılmasının da ortamı terörize ettiğini de ekliyor.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "Resim yaparak da, fotoğraf çekerek de, şiir yazarak da terör örgütü propagandası yapılır" sözünü hatırlatıyorum ve soruyorum bu sözlerin ardından bir gözaltı bekliyor muydunuz diye.
"Bakanın tehdidini ciddiye almıştık. Çünkü açıkça hedef göstermişti yazarları, sanatçıları, bilim insanlarını" diyor.
Sonuçta evinin aranmasının ardından Ankara'dan İstanbul'a götürüldü. Yolculuk sırasında neler hissettiğini soruyorum?
"Aklım ve yüreğim en çok çiçeklerimde kaldı. Evimde arama yapılırken ben çiçeklerime su veriyordum, belki de bir daha geri dönemeyebilirdim biraz da bundan" yanıtını alıyorum.
Daha sonra hücredeki bir anısını anlatıyor. Yan hücredeki birisi gardiyana saati soruyor. Gardiyan saat sekiz cevabını veriyor. Hücredeki yeniden soruyor "Gündüz sekiz mi akşam sekiz mi? ..."
"İçerisi böyledir" diyor Özer, "Bir zaman karmaşası yaratır insanda."
Salıverilme kararı çıkar çıkmaz Ankara'ya dönmüş. Van'a yardım için düzenlenen konserin sunuculuğunu yapma görevin kendisine verilmiş çünkü. "Eğer tutuklansaydım o etkinliğin sunuculuğunu yapamayacaktım" diyor.
Söz Van depreminden açılınca deprem sonrası fotoğraf çektiğini söylüyor. Anlatırken gözleri doluyor. Sonra bu kadar duygulanmasını "Biz fotoğrafçılar çektiğimiz fotoğraflarla bütünleşiriz" diyerek açıklıyor.
Kederli oluşunun bir diğer nedeni ise hiç beklemediği halde serbest bırakılması. Bir yanı seviniyormuş tabii "Ama" diyor "hala tutuklu birçok insan var. Mahkeme önüne çıkarılmayan binlerce insan, onlar içeride..."
Şimdi önünde yapılması gereken acil işler var: Adını şair Mahmut Temizyürek'in "Göz Görmez, Bilinç Görür" isimli makalesinden alan ve haftaya çıkması planlanan kitabına son halini verecek öncelikle. Son on yılda çektiği fotoğraflardan ve onlara dair yazılmış makalelerden oluşacak kitap. İşi çok zamanı ise az, yetirnce zamanını aldım. İzin isteyip kalkıyorum.
Mehmet Özer'in yanından ayrılırken son olarak söylemek istediği bir şeyin olup olmadığını soruyorum. Şöyle diyor "Barış ve ben ezilen her halkın kimliğine bürünürüm, ezilmesi koşuluyla. Ezilen bir Ermeni'yim, bir Kürdüm, bir Rum'um, bir Türk'üm"... (SK/HK)