“Özgür Çelik’in yerine başka birilerinin atanması İstanbul sınırlarını aşan, Türkiye’nin siyasi rekabet düzenini ve muhalefetin varlık koşullarını ilgilendiren bir gelişme olarak okunmalı.”
Siyaset bilimci ve IstanPol Direktörü Seren Selvin Korkmaz’ın bu tespiti, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’in görevden alınmasının yalnızca İstanbul’a dair bir iç mesele değil, Türkiye siyasetinin bütün dengelerini sarsan bir müdahale olduğunu ortaya koyuyor.
Korkmaz’a göre bu karar, seçimlerin anlamını aşındıran otoriter rejim inşasının bir halkası ve daha önce Kürt siyasi hareketine uygulanan stratejinin CHP’ye doğru genişlemesinden ibaret değil; aynı zamanda muhalefetin varlık koşullarını kökten değiştirecek bir kırılma. Bu nedenle İstanbul’daki gelişme, yaklaşan seçimlerin ötesinde, demokrasinin geleceğini doğrudan ilgilendiren bir dönemeç niteliği taşıyor.
Seren Selvin Korkmaz, CHP’ye yönelik yargı kıskacını ve mevcut yönetimin yargı sopasıyla tasfiye edilme sürecinin Türkiye’nin geleceği açısından ne anlama geldiğini bianet için değerlendirdi.
Özgür Çelik’in görevden alınması CHP’nin İstanbul’daki örgütlenmesini ve yaklaşan seçim hazırlıklarını nasıl etkiler?
Bugünkü İstanbul CHP örgütüne yönelik müdahale yalnızca İstanbul özelinde ya da Özgür Çelik üzerinden okunamaz. Mesele en az iki boyutlu.
Birincisi, Türkiye’de seçimlerin anlamını yitirdiği, sandığın formel olarak var olduğu ama iktidarın her koşulda kazanacağı bir hegemonik otoriter rejimin inşa edilmekte olduğuna işaret ediyor. Bu müdahale, doğrudan seçimlerin işleyişini ve muhalefet etmenin anlamını etkileyen bir adım.
İkincisi, bu yalnızca CHP’ye değil, daha önce Kürt siyasi hareketine uygulanan stratejinin bir devamı. 19 Mart’ta başlayan süreçte, nasıl ki daha önce HDP/DEM partinin en üst kademesinden sandık görevlisine kadar uzanan bir cezalandırma ve paralize etme yöntemi izlendi ise, bugün benzeri CHP’ye uygulanıyor.
Bu da CHP’nin örgütlenme kapasitesini, seçimlere giderken ki iç bütünlüğünü ve siyasi faaliyetlerini doğrudan etkiliyor. Yani seçimin kendisinin anlamsızlaşacağı bir zeminde seçime hazırlık konuşmak çok daha geride kalıyor.
Dolayısıyla mesele İstanbul sınırlarını aşan, Türkiye’nin siyasi rekabet düzenini ve muhalefetin varlık koşullarını ilgilendiren bir gelişme olarak okunmalı.
“Tepkisiz kalındıkça ihlaller arttı”
Mahkemenin verdiği kayyım kararı, Türkiye’de siyaset-yargı ilişkileri açısından nasıl okunmalı? Bu kararın CHP dışındaki muhalefet partilerine de yansıması olur mu?
CHP’ye yönelik kayyım kararı, Türkiye’de sadece bir yargı tasarrufu değil, yargı-siyaset ilişkilerinin ve genel rejim dinamiklerinin geldiği noktayı gösteren kritik bir gelişme.
Bu kararı tekil bir dava olarak değil, bugünkü siyasal bağlam içinde, CHP’ye dönük operasyonlarla, daha önce HDP/DEM Partiye yapılan müdahalelerle, çok öncesinde MHP kongresine müdahaleyle birlikte düşünmek gerekiyor.
Artık partilerin kendi iç seçimlerinin dahi hükümet müdahalesine açık hale geldiği yeni bir sistem söz konusu.
Birinci boyut, Türkiye’nin uzun süredir deneyimlediği “kayyum pratiği.” Bu pratik, iktidarın kaybettiği seçimleri fiilen “seçimsiz kazanma” yöntemine dönüştü. Belediyelerden siyasi partilere kadar uzanan bu uygulama, otoriter rejimlerde “yaratıcı” müdahale biçimlerinden biri haline geldi. Yargı eliyle kılıf uydurularak yapılan bu müdahaleler, Türkiye’yi bu anlamda dünyaya model kılan bir otoriter yaratıcılığı temsil ediyor.
İkinci boyut, siyaset-yargı ilişkisinin geldiği kritik eşik. Zaten toplumda yargıya duyulan güven ciddi şekilde aşınmıştı. Bu karar, yargının siyasetin bir parçası haline geldiğini, iktidar için işlevsel bir araç olarak kullanıldığı ile ilgili soru işaretlerini bir kez daha göz önüne seriyor.
Bu kararın CHP dışındaki partilere yansıması da önemli. Otoriterleşme Türkiye’de bir anda olmadı; mühürsüz oyların kabulü, seçimlerin tekrarı, İstanbul 2019 örneği, siyasi tutukluluklar, belediyelere kayyum atamaları hep adım adım normalleştirildi.
Tepkisiz kalındıkça, cılız tepkiler verildikçe hukuksuzluklar olağan hale geldi ve bugüne böyle gelindi. Eğer muhalefet bu konuda ortak bir duruş sergileyemezse, Türkiye muhalefetin tamamen sembolikleştiği bir rejime kayar.
Bu noktada muhalefet partileri kâğıt üzerinde var olabilir, koltuklar paylaşılabilir ama bu, iktidara alternatif değil, iktidar güdümlü bir muhalefet olur. Dolayısıyla CHP’ye kayyım kararını yalnızca CHP’nin iç meselesi olarak değil, doğrudan Türkiye demokrasisinin geleceğini ilgilendiren bir mesele olarak görmek gerekiyor.
“CHP’nin yönetebilirlik kapasitesi hedef alınmaya çalışılıyor”
Çelik’in özellikle gençler ve sivil toplum üzerindeki etkisi biliniyor. Onun görevden alınması, CHP’nin genç kuşaklarla kurduğu bağı zayıflatır mı, yoksa tersine bir dayanışma mı doğurur?
Özgür Çelik son dönemde İstanbul’da beğeni toplayan, bir isimdi. Dolayısıyla görevden alınmasının sembolik bir etkisi var. Ancak mesele tek başına bir isimden ibaret değil. “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” sözünde yola çıkarsak: CHP İstanbul’da başarısız olursa, bu durum doğrudan ülkeyi yönetme kapasitesini kaybettiği algısını pekiştirir. Bugünkü davanın özü de bu noktada anlam kazanıyor. CHP’nin yönetebilirlik kapasitesi hedef alınmaya çalışılıyor.
CHP’nin İstanbul’da siyaset yapma kanalları sistematik olarak daraltılıyor. Belediyeler aracılığıyla yönetim kapasitesini göstermesi, il yönetimi üzerinden siyaset yapabilmesi, ilçe belediyeleriyle tabana ulaşması—hepsi birer müdahale konusu haline getiriliyor. Böylece CHP’nin “yönetebilirlik” iddiası zayıflatılmak isteniyor.
Bu sürecin tesadüfi olmadığı açık. Daha önce İstanbul’daki ivmeyi yaratan il başkanı Canan Kaftancıoğlu siyasi yasak aldı. Partinin en güçlü aday alternatifi ve stratejik aklı olarak görülen Ekrem İmamoğlu yargı tehdidiyle karşı karşıya. “Yönetebilirim” mesajı veren belediye başkanları hapse girdi. Bugün de Özgür Çelik’in görevden alınması, CHP’nin kalbine, yani İstanbul’a, doğrudan bir müdahale anlamına geliyor.
Kısacası, bu gelişme kişilerin ötesine geçen, fakat aynı zamanda kişilerin başarısının da neden onları hedef haline getirdiğini gösteren bir süreçtir. Etkili liderlik ve başarılı yönetim sergilendiği için bu aktörler hedef alınmakta, İstanbul üzerinden CHP’nin ülkeyi yönetme kapasitesi gölgelenmeye çalışılmaktadır.
“İktidarın istediği durum CHP’nin kendi iç meselesine gömülmesi”

CHP’de “değişimciler” ve “gelenekçiler” ayrımı konuşuluyor. Çelik’in görevden alınmasının bu iç dengelere nasıl bir etkisi olur? Parti içinde yeni kırılmalar beklenmeli mi?
CHP’yi “gelenekçiler” ve “yenilikçiler” gibi ikili bir kategoriye sıkıştırmak bana eksik geliyor. CHP tarihsel olarak her zaman hiziplerin, farklı kanatların, iç tartışmaların partisi oldu. Tek bir görüş hiçbir zaman hâkim olmadı; partiye muhalif olanlar bile CHP içinde yaşamaya, var olmaya devam etti. “Hizipçilik” kimi zaman olumsuz bir kavramla anılsa da, CHP’nin genetik kodunda hep varlığını sürdürdü.
Bugün yaşanan tabloya bu perspektiften bakınca iki ihtimal beliriyor. Birincisi, son kurultaydan sonra ortaya çıkan hizipler arası çatışmaların yeterince çözülememesi. Bu sorunlar tedavi edilmek yerine halının altına süpürüldü ve bugün yeniden görünür hale geldi.
İkincisi ise, daha derin bir mesele: Türkiye’de siyasetin toplum için yapılmaktan uzaklaşması. Gelecek göremeyen, alan bulamayan bazı siyasetçilerin kişisel hırsları, kaygıları ya da küskünlükleri sürece yansıyor olabilir. Kimileri içinse mesele koltuk sahibi olmak; bu koltuk yargı yoluyla da olsa, iktidar desteğiyle de olsa elde edilmek isteniyor. Bu motivasyon, gelenekçi–yenilikçi ayrımından çok daha vahim bir noktaya işaret ediyor.
Dolayısıyla CHP içindeki ayrışmayı “eski–yeni” ya da “gelenekçi–yenilikçi” ekseninde değil, mevcut yönetimde yer alanlarla yönetimin tamamen dışında kalmış, farklı motivasyonlara sahip aktörler arasındaki bir fay hattı olarak görmek daha açıklayıcı görünüyor. Elbette esas altının çizmemiz gereken nokta bu yarışın seçimli bir kurultayda veya kongrelerde değil iktidarın CHP’yi dizayn edeceği bir ölçüde yargı müdahalesiyle yürütülmesi.
Bu sürecin CHP açısından kesin sonuçlarından biri, parti içinde bir bölünme ihtimalidir. Bahsettiğim ayrışmadan dolayı, kongrede 15 Eylül’de “mutlak butlan” kararı çıkmasa dahi, “Demokles’in kılıcı” gibi sürekli parti üzerinde sallanan bir iç tartışma gündemde kalacaktır. Bu da iktidarın tam da hedeflediği bir durumdur: CHP’nin kendi iç meselelerine gömülmesi.
Bölünme farklı biçimlerde tezahür edebilir. Kayyım olarak atanan isimlerin etrafında belli gruplar toplanabilir; bazı belediye başkanları veya kadrolar bu tarafa geçebilir. Öte yandan Özgür Özel yönetimi çok sıkıştırılırsa, yeni bir parti kurma tartışmaları gündeme gelebilir. Dolayısıyla yapısal bir bölünme de ihtimaller arasında.
Bu ihtimallerin her biri CHP’yi uzun vadede zayıflatabilecek gelişmeler. Ancak bu sürecin parti açısından tamamen yıkıcı olup olmaması, büyük ölçüde mevcut yönetimin göstereceği yaratıcılığa ve geliştireceği yeni siyasi hamlelere bağlı. CHP’nin krizi tersine çevirme kapasitesi burada belirleyici olacaktır.
“Karşımızda otoriter rejimlerin tipik pratikleri var”
Bu süreçte CHP örgütleri ve tabanı nasıl bir yol izlemeli? Partinin hem hukuki hem siyasi mücadelede atması gereken en kritik adımlar sizce nelerdir?
19 Mart’tan bu yana CHP’nin hareket alanı son derece daraldı. Buna rağmen Özgür Özel, mücadeleden vazgeçmeyen, tabanla duygusal bağ kurmaya çalışan bir çizgi izledi. Ancak bu süreç, CHP açısından birkaç kritik sonucu beraberinde getirdi.
Her şeyden önce, partinin stratejik aklı olarak görülen Ekrem İmamoğlu ve kurmay kadrosu iktidar tarafından paralize edilmeye çalışılıyor. Cezaevine gönderilen isimlerin birbirlerinden ayrı tutulması, aralarında diyalog kurulmasının bile engellenmesi bunun somut göstergesi. Dolayısıyla yalnızca CHP’nin “kalbi” olan İstanbul değil, aynı zamanda “beyni” hedef alındı.
Genel Merkez ise, Özgür Özel’in liderliğinde sürekli olarak akut krizlere cevap vermek zorunda kalıyor. Türkiye bir “krizlerle yönetim” ülkesi haline geldiği için, CHP alternatif politikalar üretmekten çok kendi varlığını savunmakla meşgul oluyor. Bu da Özgür Özel’i mecburen icraattan çok bir tür aktivizm yapmaya, yani rejimin baskılarına karşı sürekli refleks vermeye itiyor.
Bu tablo CHP açısından ciddi kırılmalar yaratıyor. Yöneticilerin yarın hangi durumda olacakları belirsiz: görevde mi kalacaklar, yoksa cezalandırılacaklar mı? Bu da örgütlenmeyi ve siyasetin sürekliliğini zedeliyor.
Sonuçta karşımızda otoriter rejimlerin tipik pratikleri var. CHP’nin işi bu koşullarda hiç kuşkusuz zor. Ancak partinin çıkış yolu, daha yaratıcı pratikler ve yeni örgütlenme modelleri geliştirmekten geçiyor. En kritik nokta ise, kendi sorunlarını toplumun sorunlarıyla birleştirecek bir siyasal dava inşası. Belki de bu baskılar, böyle bir yol açabilir.
Ama kesin olan şu: CHP kongresine yönelik müdahale, asla kabul edilmemeli ve normalleştirilmemeli. Aksi seçimlerin fiilen askıya alınmasının normalleşmesine hizmet eder. Türkiye demokrasisinin geleceği açısından bu çizgi son derece tehlikelidir.

Gürsel Tekin kimdir?

Özel: CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’tir

Özgür Çelik kimdir?
(EMK)















