Beklenen oldu: Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 25 Temmuz 2020’deki 37. Olağan Kurultayı’nda altıncı kez genel başkan seçildi. Bu süreçte Kılıçdaroğlu, 2017’de Avrupa Konseyi Genel Başkanı Thorborn Jagland’le yaptığı konuşma takiben basın toplantısında dile getirdiği “dünyanın bütün demokratları birleşin”[1] çağrısını sıklıkla telaffuz etti.
Kılıçdaroğlu’nun söz konusu çağrıyı dayandırdığı arka plan, politika öncelikleri ve mevcut sorunlara yönelik çözüm önerileri göz önüne alındığında partinin ideolojik konumundaki muğlâklığın devam ettiği görülebilir.
Burada, Kılıçdaroğlu’nun doğrudan referans verdiği Karl Marx’ın ilgili çağrısını işçi sınıfına hitaben yaptığının göz ardı etmesi önemli. Zira Kılıçdaroğlu, bu şekilde, siyaseti tam popülasyonu meçhul bir demokratlar grubuyla her an daha fazla genişlemeye açık otokratlar grubu arasındaki çekişmeyle sınırlandırıyor.
Demokrasinin yüzyıllara yayılan tarihsel seyrinde, bağlamsal dinamiklere göre farklılaşan formları ve bu formların dayandığı kavramsallaştırmaları düşündüğümüzde söz konusu popülasyonun belirsizliğini hatırlarız.
Dost-düşman ikilisi
Öte yandan, demokratlara çağrıya kurultayda dostlara selamın eklenmesiyle bu belirsizliğin bir uzantısı olarak siyaset dost - düşman ikilisine indirgenir - depolitizasyonun en genelgeçer hali.
Kılıçdaroğlu’nun öncelikli politika alanlarını da listelediği kurultay konuşmasında vurguladığı, dostlarla siyaset hedefi 2018 seçimlerinden emanet Millet İttifakı’nın yeniden haklılaştırılması ve gelecekte de sürdürülme çabasının ifadesi olduğu kadar dostlar cephesinin mevcut parti eğilimleri açısından makbul olacak şekilde genişle(til)me ihtimaline işaret eder.
İkinci Yüzyıl Manifestosu'nun şifreleri
Yine aynı konuşmada sıralanan, “İkinci Yüzyıl Manifestosu” adıyla da sunulan 13 maddelik manifesto, söz konusu sınırlarını görmek açısından işlevseldir. Manifesto esasen CHP’nin bir zamandır çözülmekte olan merkez siyasetine tutunma çabasının devamına işaret eder[2] - bunun, yukarıda değindiğimiz halihazırda sorunlu Marx referansının nafileliğini gösteren bir çaba olduğunu hemen belirtelim.
Bugün CHP’yi anlamak açısından özellikle önemli olduğunu düşündüğümüz bu gayret, partinin sosyal demokrat çözüm iddialarını geçersizleştirecek şekilde Sol siyasetten ziyade Millet İttifakı’nda olduğu haliyle AKP karşıtlığından AKP’yle rekabete uzanan bir Sağ siyasal koalisyon arayışını çağrıştırıyor.
13 maddelik manifestoda listelenen sorunlara çözüm önerileri böyle bir okuma açısından ipuçları içerir. Manifestoda listelenen çözüm önerileri Türkiye’nin 2016 - 2018 arasındaki olağanüstü hal (OHAL) süreciyle yerleşikleşen rejim formunu başlangıç olarak alıyor ve buradan kuruyor.
CHP’nin 2016 öncesi muhalefet dönemlerinde ve bütünsel olarak 1990’larla birlikte, Türkiye kurumsal siyasetinde halihazırda sorunlu olan alanların salt bu döneme ve yeni rejim formuna sabitlenmesi, manifestoyu baştan eski kılıyor.
Zira bu manifesto ve çevrelediği uygulama önerileri, önceki dönemlerin merkez siyasetindeki hâkim yönetme iddialarıyla paralellik arz ediyor; aynı merkezin, manifestoda vurgulanan sorunların arka planını oluşturduğu unutuluyor. Bugüne kadar ADalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) karşıtlık üzerinden işleyegelen CHP muhalefeti, artık AKP’ye rekabetle yeniden kurulmaya çalışılırken tam da bu partinin içerisine doğduğu, geliştiği, otoriter yönetimi yerleştirdiği siyaset formunu arıyor.
Kılıçdaroğlu’nun yazdıkları
Kılıçdaroğlu’nun önce Nisan ayında, ardından kurultaydan bir hafta önce Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan metinlerinden başlayarak kurultaydaki manifestoya uzanan izlek dikkat çekici. İlk olarak “Alçakgönüllü bir uygarlığın inşasına çağrı…” başlıklı metinde,[3] manifestoda sıralanan maddelerle örtüşen ve fakat özellikle ekonomi alanına yönelik uygulama önerileri sunan Kılıçdaroğlu, çözümü “dayanışmayı, yardımlaşmayı ve hesap verilebilirliği önceleyen bir sosyal devlet anlayışında” buluyor.
“Yeni devletçilik güçlü sosyal devlet” başlıklı ikinci metinde ise,[4] söz konusu sosyal devlet anlayışını ağırlıklı olarak geçmişten esinle yeni bir formül olarak öneriyor.
Burada dikkat çeken, Türkiye siyasi tarihindeki devletçi uygulamalar, dünya genelinde Keynesyen uygulamalar ve Kemalist devletçilik ilkesiyle bugünün sorunlarına çözüm olarak önerilen refah devleti uygulamaları arasında kurulan bağlantıdır: “Kamulaştırma, kamu-özel teşebbüs ortak sorumluluğu, vergi politikaları, ücretsiz sağlık hizmeti, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek” amacı doğrultusunda hazırlanacak bir eğitim programı, bu anlayışın unsurları olarak öne çıkartılır.
Geçmişle gelecek arasında kurulan bağın nominal düzlemdeki karşılığı olarak tercih edilen adlandırmasıyla “sosyal devlet devletçiliği”ne dair açıklamada partinin merkez siyasetine tutunma arayışının sembolik düzlemdeki izleri de görülür:
“[D]evletçiliği içinde bulunduğumuz yüzyılın temel ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üreten bir ‘sosyal devlet’ anlayışına dönüştürmeliyiz. Tarih bilinci yüksek bir yazar olan Kemal Tahir’in;[sic.] romanının isminden mülhem, vatandaşlarına bir ana şefkatiyle yaklaşan, ayrım yapmayan ve karşılıksız seven, onları işsiz ve aşsız bırakmamanın mücadelesini veren, yemeyen yediren bir devlet anlayışını yeniden yaratmalıyız” (vurgu bize ait).
Bugün, ülkedeki siyasal dinamikler göz önüne alındığında, yeni bir sosyal devlet anlayışı için devletle - vatandaş ilişkisini merkez siyasetinden tanıdık kişisel ölçekte kurmayı Kemal Tahir’in Türkiye koşullarında Marksizm arayışına dayandırmaya çalışmanın Sol siyaset açısından sorunlu olduğuna dikkat çekmek gerekir.
Sol çizgi pasifleşti
Öncelikle, merkezin siyasetine tutunmak kaygısıyla ilişkili olarak okuyabileceğimiz bu tutum, dolaylı olsa da, merkez-sağ siyaseti güçlendirme riskini taşır. Nitekim, CHP’nin son kurultayı da parti içinden gelen Sol çizginin pasifleştirilmesine sahne oldu. Bu açıdan CHP’nin merkez sağ partiye dönüşüm riskiyle hareket ettiğine işaret eden ve bu riski bertaraf etme yolu olarak sosyal demokrasiye dönmesinin gerektiğini vurgulayan İlhan Cihaner’in delegeden genel başkanlığa aday olmak için gereken yüzde 5 imzayı alamaması anlamlı.
Cihaner’in de kurultay konuşmasında altını çizdiği meseleler olarak,[5] CHP’nin Kürt meselesiyle ilgili politika tercihleri, oy oranını artırmayı hedeflerken İslama ağırlıklı referansı ve ittifak tercihlerinin yanı sıra başvurduğu muhalefet araçlarının mevcut siyasette dönüşüm değil yeniden üretim açısından işlevsel olduğunu söylemek mümkün. Bu durumun, aşağıda detaylandırdığımız CHP’nin merkez siyasetinin tarihsel seyrindeki ideolojik-politik konumundan doğru okunabileceğini düşünüyoruz.
80 öncesi, 80 sonrası CHP
CHP’nin 2000’li yıllarda kendisini kurarken başvurduğu söylemsel pratikler merkezin siyasetinin olmazsa olmazları üzerinden işler. Nitekim, Cumhuriyet’in kurucu partiliğinden ortanın soluna, oradan “demokratikleştirici misyon”a, takiben “demokratik sol”a evrilen CHP, 1990’larla birlikte merkez siyasetine sabitlendi.
1980 sonrası Türkiye’de merkez siyasetin temel bileşenlerini oluşturan Türk-İslam sentezi, neoliberal yapılanma ve pragmatizm bileşkesini anlamak açısından CHP, önce ANAP ve ardından AKP’nin yanında diğer bir önemli örnek olarak karşımıza çıkar. Önemli, zira CHP, Cumhuriyet tarihine yayılan varoluşuyla siyasal yapılanmadaki dönüşümü ve dolayısıyla merkezin dönüşümünü açık bir şekilde örnekler: 1980 öncesi merkezin iktidarına referansla konumlanan parti, 1980 sonrası dönemde merkezdeki muhalefet konumuna sıkıştı. 1980 darbesini takiben siyasi yasaklar kapsamına dahil edilen CHP’nin 1992’de yeniden kurulması, merkez sağ ve sol siyaset açısından önemli bir gelişmedir.[6]
Partinin 1980 sonrası yeni merkez siyaseti içerisindeki söyleminin oluşumunda Cumhuriyet tarihi boyunca toplumsal ve siyasal değişimin taşıyıcısı olma iddiası belirleyici oldu. Ancak, gerek 1980 öncesinde gerekse sonrası dönemde söz konusu değişime farklı anlamlar yüklendiğini belirtmek gerekir. Bu açıdan, CHP tarihine bakarken temelde beş döneme ayrılan bir sınıflandırmadan bahsedebiliriz.[7]
CHP’nin ilk dönemi
CHP açısından, ilk dönem itibarıyla (1923-45), belirleyici olan siyasal kimlik Kemalist ulus-devlet inşa sürecindeki kurucu parti olması ve yüklendiği modernleştirici misyondur.[8] Böyle bir siyasal kimlik CHP’nin Cumhuriyet tarihi boyunca evrilişi açısından önemlidir. Bu, bir yandan 1980’lere kadar Cumhuriyet’in resmî ideolojisi olagelen Kemalizm’in kurucusu ve koruyucusu olarak faaliyet göstermesinde, diğer yandan partinin sonraki dönemlerde benimseyeceği politika tercihlerinin temelinde yatan ilkeleri belirlemiş olmakla uzun vadeli etkilere sahip bir kimlik olageldi.
Diğer bir ifadeyle, Kemalizm sadece erken Cumhuriyet dönemindeki modernleşme sürecini tanımlamıyor, aynı zamanda CHP’nin Cumhuriyet tarihi boyunca değişen siyasal söyleminin ve kimliğinin sabit bileşenini oluşturuyor. Dolayısıyla, esas itibarıyla Kemalist ideolojinin taşıyıcısı olan kurucu CHP açısından siyaset, geleneksel toplumun sekülerleşme ekseninde uluslaştırılması anlamına geliyordu.
İkinci dönem: 1945-60
İsmet İnönü’nün 12 Haziran 1948 tarihinde yaptığı konuşma CHP’nin ikinci dönemi (1945-60) açısından simgesel bir öneme sahiptir.[9] Bu dönemde partinin bir önceki dönemden devraldığı modernleştirici misyonu bu kez demokratikleşme ekseninde devam ettirildi. Ulus-devletin inşasında demokratikleşmeye doğru gerçekleşen ve çok-partili rejime geçişle tespitlenen bu kayma, on yılı aşkın bir süre boyunca partinin söylemine hâkim oldu.
Bu durum, partinin kurucu-seçkinci kimliğindeki özsel bir dönüşümden ziyade taktik bir tercihe dayalıdır. Bu tercih Türkiye’nin dış politikası ve ekonomik ilişkilerinin seyrine bağlı olarak ele alınmalıdır.
Bu açıdan, CHP’nin söylemindeki kayma II. Dünya Savaşı sonrası, iki kutuplu dünyayı çağıran uluslararası dinamiklerin bir sonucu olarak okunabilir.
Bu yeniden yapılanma içerisinde CHP hükümetinin tercihi, Truman Doktrini ve Marshall Plânı’na verdiği rızayla, ABD liderliğindeki Batı bloğu içerisinde yer almak oldu.
Bu, doğal olarak, CHP’nin ilk ve ikinci dönemleri için kaydedilebilecek bir devamlılık ve farklılığı da simgeler. Farklılık söz konusu olduğunda, CHP’nin ilk döneminde belirleyici olan devletçi ekonomi politikalarından liberal ekonomi politikalarına geçiş hazırlığından bahsedilebilir. Devamlılık ise CHP’nin kuruluşundan önce, Kemalist devletin Cumhuriyet rejiminin inşasındaki temel politikalarından olan dünya kapitalist sistemiyle eklemlenme sürecinde gözlemlenebilir. Dolayısıyla, 1922 İzmir İktisat Kongresi’nde resmî olarak benimsenen Millî İktisat politikası, ardından CHP’nin 1931 yılında parti ilkesi olarak belirlediği ve 1938-1945 döneminde uygulamaya yansıttığı devletçiliğin liberal ekonomik çerçevenin zoraki kabulüne doğru terki genelde Türkiye’nin özelde CHP’nin kapitalizmle ilişkisi üzerinden işledi.[10]
Partinin kurucu parti kimliği açısından önemli bir kayma - ki bu aynı zamanda kapitalizmle ilişkisinde diğer bir önemli gelişmeye de işaret eder - 1957 genel seçimleri için hazırladığı beyannamede izleri görülebilecek olan merkez sol kimliğe geçiştir. Söz konusu beyanname işçi ve memurların örgütlenme ve sosyal haklarını tanımakla 1960’larda partinin ortanın solu olarak belirleyeceği yeni rotasının habercisi olarak kabul edilebilir.[11]
Beyanname’de temel haklar ve özgürlükler, yargı bağımsızlığı, yasama-yürütme ilişkileri ve yasamanın yürütme üzerindeki denetiminin güçlendirilmesi gibi meselelerde daha kapsamlı bir bakışın benimsenmiş olması özellikle önemlidir.[12] Zira, partinin işçi ve memur haklarına yönelik olarak geliştirmeye başladığı hassasiyet böyle bir bakış içerisinden okunduğunda ortanın solu kimliği anlam kazanır.
Ecevit ve demokratik sol
Ortanın solu kimliği, CHP’nin 1960’ların darbe sonrası siyasal ve toplumsal koşulları içerisinde DP’nin takipçiliğini üstlenen siyasal partiler karşısında yenilikçi bir duruşla üstünlük sağlama hedefi üzerinden değerlendirilebilir. Yanı sıra, işçi sınıfına hitap edebilme ve bunu yaparken rakip addettiği, yükselen sosyalist soldan kendini ayrıştırma çabası seçkinci kimlikten uzaklaşmaya dönük adımları da beraberinde getirdi.[13]
Bunu takiben Parti, 1972’de Bülent Ecevit’in genel başkanlığıyla birlikte demokratik sol kimliği benimsedi. Yine dönemin siyasal ve toplumsal konjonktürü gereği ne Kemalizmi ne sosyalist solu es geçerek yerli bir Sol arayışına girdi. Demokratik sol kimlik, CHP’ye seçkinci olmayan yerel bir nitelik kazandırdığı fikriyle benimsendi.
1980 darbesiyle girilen siyasal yasak dönemini takiben CHP açısından demokratik sol kimlik, merkez siyasetinin gereklerini karşılayamayacaktır. 1990’larla birlikte bir yandan bu gereklere uygunluk diğer yandan Partinin kemikleşmiş seçmen kitlesiyle barışık kalma taktikleri ve ek olarak yeni seçmen arayışı, CHP’nin uzun soluklu bir kimlik dönüştürme sürecine girişinin ilk adımları olarak alınabilir. (AÖ/SC/NÖ)
Ortanın Solundan Neoliberal Uzlaşıya-CHP
2/ “İster muhafazakar ol, ister liberal, gel, CHP’ye oy ver”
3/ "Bütün peygamberler, evliyalar adaleti savunmuştur"
[1] BİA Haber Merkezi. "Karl Marx'lı Yanıt: Dünyanın Bütün Demokratları Birleşin," bianet. 09 Kasım 2017.
[2] Merkez siyasetiyle, politik yelpazenin Sağ ve Sol kanatları arasında istikrar için (devlet ve siyasal topluluk anlamlarını kapsayacak şekilde) kamunun genelini ilgilendiren konularda ılımlı bir diyalogu ve birlikte hareket etmeyi hedefleyen uzlaşmacı politika üretme biçimlerini kastediyoruz. Bkz. Reuven. Y. Hazan, Centre Parties, Polarization and Competition in European Parliamentary Democracies, Londra, 1997. Siyasetin merkezi ise yine kamusal olarak hâkim siyaset formuna, diline ve ilişkilenme şeklini anlıyoruz.
[3] "Kılıçdaroğlu yazdı: Alçakgönüllü Bir Uygarlığın İnşasına Çağrı..." Cumhuriyet(22 Nisan 2020).
[4] "Kılıçdaroğlu yazdı: 'Yeni Devletçilik Güçlü Sosyal Devlet'. Cumhuriyet (19 Temmuz 2020).
[5] "Cihaner: Kürt Halkı Bize Nasıl Oy Verecek," bianet (25 Temmuz 2020).
[6] 1980'li yılların sonlarında, sosyal demokrat siyasetin yenilenme/yeniden yapılanma sürecinde Deniz Baykal ve İsmail Cem önemli iki isim olarak karşımıza çıkmakta. Baykal'ın ve Cem'in görüşlerinin detayları için bkz. Deniz Baykal ve İsmail Cem, Yeni Sol, İstanbul, Cem Yayınevi, 1992.
[7] Simten Coşar ve Aylin Özman,"Representation Problems of Social Democracy in Turkey," Journal of Third World Studies, XXV, sayı 1 (2008), 233-252.
[8] Dönemin değerlendirmesi için bkz. Kemal Karpat, "The Republican People's Party, 1923-1945," Political Parties and Democracy in Turkey içinde (der.) Metin Heper ve Jacob M. Landau, Londra, I. B. Tauris, 1991: 42-64.
[9] Konuşmanın tam metni için bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, İstanbul, 1952: 688-689.
[10] Erken cumhuriyet dönemi iktisat politikaları için bkz. Korkut Boratav, "İktisat Tarihi (1908-1980)," Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye 1908-1980 içinde (der.) Sina Akşin, İstanbul, Cem Yayınevi, 1995 (4. Basım): 279-311.
[11] Fikret Bila, CHP 1919-1999, İstanbul, Doğan Kitap, 1999 (2. Baskı): 171-172.
[12]A.g.e. 175-9.
[13] Bülent Ecevit, Ortanın Solu, İstanbul, Tekin Yayınevi, 1974.