Fotoğraf: Adem Koç / AA
Bakırköy, Kadıköy, Ataşehir, Kartal, Beşiktaş ve Maltepe… İstanbul’da CHP’nin yönettiği bu altı ilçe belediyesinde işçiler uzun süredir hak mücadelesi veriyor. Kadıköy ve Maltepe’de işçiler maddi taleplerinin karşılanmaması sonrası kısa süren bir greve çıktılar. Grev kısa sürdü çünkü işçilerin örgütlü oldukları Genel-İş Sendikası'nın Genel Merkezi işçilerin iradesini yok sayarak işverenle masaya oturdu ve toplu iş sözleşmesine imza attı.
Diğer belediyelerde ise daha başlamayan grev, sendika genel merkezinin işçilerin daha önce kabul etmediği maddeleri kabul etmesiyle bitirildi.
Belediyelerde işçiler hak mücadelelerini sürdürürken onlara gelen tepkiler ise şaşırtıcıydı. AKP, çöplerin toplanmaması üzerine bir siyaset anlayışı güderek CHP’ye yüklendi. İlçe sakinleri koronavirüsü öne sürerek toplanmayan çöpler üzerinden hak arayışındaki işçilere tepki gösterdi. Twitter’da işçilerin aldıkları ücret tartışma konusu oldu.
İşçilerin emekleri üzerinden yürütülen tartışmaları Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi'ndeki görevinden ihraç edilen akademisyen Özgür Müftüoğlu’yla konuştuk…
"Grev kırıcılığı temel hakların ihlali"
Greve işçinin iradesiyle çıkılıp nasıl oluyor da işçinin iradesi yok sayılarak sendika bir toplu iş sözleşmesinin altına imza atabiliyor?
Her şeyden önce şunu hatırlatmak gerekiyor. Sendikalar işçilerin, emekçilerin haklarını yani emeklerinin karşılığını alabilmek için bir araya geldikleri hak örgütlerdir. İşçi sınıfının bu mücadelesindeki en önemli silahı da üretimden gelen güçtür yani grevdir. Ancak bunu kullanabildikleri taktirde işçiler sermayeden haklarını alabilirler. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde dahi grev, temel hak olarak sayılır, bir insan hakkıdır, sosyal haktır.
Bunun yanında sendika bir bürokratik yapı değildir, olmamalıdır. Sendika işçilerin örgütüdür, işçilerin iradesini temsil etmelidir. Eğer işçiler greve giderek bir hak arayışı iradesi ortaya koyuyorlarsa sendika yönetimlerine düşen görev bunu uygulamaktır.
Fakat Genel-İş özelinde belediyelerdeki hak mücadelelerine baktığımızda olayın tersine işlediğini görüyoruz. İşçiler grev için bir irade ortaya koyuyor ama örgütlü mücadeleyi harekete geçirmesi gereken sendika üst yönetimi işçinin bu iradesini kırmaya çalışıyor, Maltepe ve Kadıköy örneğinde olduğu gibi kırıyorlar ya da Ataşehir, Kartal, Beşiktaş örneğinde olduğu gibi işçinin grev yapmasını açık ve fiili bir şekilde engelliyor.
Sendika işçiyi sözleşme konusunda ikna etmeye çalışabilir, başka stratejiler uygulayabilir ama ama bunu yapmıyor. İşçiyi ikna etme yoluna gitmiyor, zorla grev hakkını ortadan kaldırıyorlar.
Kim grev kırıcılığı temel hakların ihlalidir. Bunu kim yaparsa yapsın işveren de yapsa, devlet de yapsa, sendika da yapsa böyle. Ama içlerinden en vahim olanı sendikanın bunu yapması. Çünkü sendikanın toplum içerisindeki görevi sorgulanır hale geliyor, bu durum işçilerin sendikalara güvensizliğini doğuruyor.
"Esas soru işçilerin neden greve gitmediği"
Türkiye’de büyükşehir, il ve ilçe belediyeleri olmak üzere 1000’e yakın belediye var. Belde belediyelerini de buna dahil ettiğimizde sayı 1500’e yaklaşıyor. Şunu sormak istiyorum; bu kadar fazla belediyesinin olduğu Türkiye’de neden sadece bu altı İstanbul ilçesinin belediyesinde grev var?
Türkiye’de belediyelerle sendikalar arasında büyük ölçüde çarpık bir ilişki var. Hangi siyasi parti belediye yönetimini kazanmışsa, kendisine yakın sendikanın işçiler arasında örgütlenmesine olanak sağlıyor.
Çok uzun süredir bu böyle. Daha önce Refah Patisi, Saadet Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi ile diğer sağ partiler belediyeler uzun yıllardır yönetimde oldukları belediyelerde kendi yandaş sendikalarını yarattılar. Bu tamamen sınıf mücadelesine aykırı bir şey.
Bir işveren -ki belediye burada işverendir- nasıl olur da işçinin nerede örgütleneceğine müdahale edebilir? Zaten sendika dediğin işverene karşı bir örgütlülüktür, işverene karşı örgütlenmesi gerekir. Hal böyle olunca da kendini o belediyede var eden sendika, o belediyenin yönetimiyle karşı karşıya gelmek istemiyor. Çünkü varlığını bir dahaki dönemde de sürdürmek istiyor. Yasalar da buna olanak sağlıyor maalesef. İşverenin istemediği sendika o iş yerinde yaşayamıyor.
Sorunuza gelince; sağa yakın, gerçek sendikacılık anlayışından uzak örgütler bu belediyelerde örgütlendiği için AKP’nin olduğu yerlerde bugüne kadar greve gidilemedi. Bakırköy, Kadıköy, Ataşehir, Kartal, Beşiktaş ve Maltepe’de ise birkaç dönemdir yönetimde CHP var. CHP, Genel-İş’in buralarda örgütlenmesine olanak verdi en azından Genel-İş’in örgütlenmesini diğer belediyelerde olduğu gibi engellemedi.
Senelerce greve gidilmedi de neden şimdi greve gidiyorlar diye sorarsanız da burada olağan dışı hiçbir şey yok. Burada olağan dışı olan diğer belediyelerdeki işçilerin neden greve gitmediğidir. Asıl onun cevabını aramak lazım.
"AKP sermayenin temsilcisi haline geldi"
Eskiden Bakanlar Kurulu’nun kararıyla günümüzde ise Cumhurbaşkanı kararıyla grevlerin “milli güvenliği bozucu nitelikte" denilerek engellendiğine defalarca şahit olduk. Son zamanlardan İZBAN ve Şişecam grevleri aklımda yer edinenlerden. CHP’li belediyelerden çıkan grevlerin ‘ertelenmemesi’ politik mi peki?
Her şey tersinden işliyor Türkiye’de. Burada şunu sormak lazım. Neden bir grev ertelemesi yoluyla yasaklamaya gidiliyor. Anti demokratik olan bu. Normal olan zaten bu grevlerin yasaklanmaması. Elbette ki bu süreçler politik. İradenin keyfiyle yürüyor çünkü. Sermayeyi kollayan, sermayenin temsilcisi haline gelen bir iktidar var Türkiye’de 18 yıldır.
CHP’li belediyelerdeki grevlerin yasaklanmaması ya da ertelenmemesi de iktidarın bu partiyi zayıf göstermek içindir. Çünkü belediyeler doğrudan insanla karşı karşıya olan hizmet veren kurumlar. Hizmeti kötü verdiği zaman anında sokağa yansıyor. AKP de bunu kullanıyor.
"Grevdeki işçiye tepki gösterenler yine işçiler"
Kadıköy ve Maltepe Belediyesi grevlerinde ‘çöp’ siyasetiyle karşılaştık. İktidar toplanmayan çöplerin CHP'nin kötü belediyecilik anlayışını sergilediğini savundu. Gördüğümüz kadarıyla bazı ilçe sakinleri de toplanmayan çöpler üzerinden işçileri suçlayan bir tavır takındı. Twitter’daki en büyük tartışma da işçilerin aldıkları maaşla ilgiliydi. Siz haklarını aramaya çalışan işçiler üzerinden böyle bir tartışma yürütülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de sendikal mücadele kültürü çok zayıf. Yani insanların haklarını mücadele ederek almaları, hakları için örgütlenmeleri ve temel haklarını kullanmaları konusunda bir alışkanlık yok. Herkes neredeyse kendisine ne kadar ücret veriliyorsa, hangi koşullarda çalışılması isteniyorsa büyük ölçüde bunu kabullenmek zorunda maalesef. Hal böyle olunca eğer başkası bir mücadele yürütüyorsa bu ona ters geliyor. ‘Ya ben niye hakkımı aramıyorum da onlar hakkını arıyor’ diye düşünüyorlar insanlar. İşte bu, hak arama kültürün olmamasından kaynaklanıyor.
Burada asıl sorgulanması gereken şey zaten büyük bir kısmı emekçilerden oluşan toplumum neden belediyeye değil de işçiye tepki gösterdiğidir. Toplumun zaten büyük bir kısmı mavi ya da beyaz yakalı. İşçilere bu tepkiyi gösterenler de öyle. Tepkiyi gösterenler kendi çalışma emekleri üzerinde herhangi bir irade ortaya koymayanlar. Bu onlara o kadar normal gelmiş ki birisi kendi emeği için irade ortaya koyduğunda bunu olağandışı sayıyor, olumsuz görüyor.
Aslında en başta tepki gösteren emekçilerin desteklemesi lazım bu süreci. İşçiye tepkiyi gösterenler belediyelere dönsünler, belediyelerin yaptıkları masraflara, harcamalara baksınlar. İşçisi greve çıkan belediye nerelere neler harcamış bütçeleri nelerdir, gelirleri nelerdir, nerelere neler harcanıyor, hangi yandaşlara hangi ihalelerde iltimaslar tanınıyor, hangi yolsuzluklar dönüyor önce bunlara baksınlar, tepki göstersinler.
Burada tek tepki gösterilmemesi gereken belediyelerde çalışan emekçilerin emeklerinin karşılığıdır. ‘Ne kadar çok para kazanıyorlar, benden daha çok alıyor, ben şu kadar okudum ama o şu kadar az okumuş buna rağmen bu kadar alıyormuş’ gibi tartışmalar son derece tehlikeli. Ücretin ne kadar olacağı mücadeleyle belirlenir. Ne kadar mücadele ederseniz o kadar ücret alırsınız.
‘O işçi benden niye daha fazla maaş alıyor’ yerine niye hepimiz sermaye karşısında daha iyi bir yaşam için, daha refah bir yaşam için bir işverene karşı tavır almıyoruz? İnsanlar inanılmaz derecede zenginleşirken biz üç kuruş paraya çalışmak zorunda kalıyoruz. İnsanlar kendilerine bu soruyu sorsun asıl. Gelir eşitsizliğine baksın, sermayeyi sorgulasın.
"İşçi hakları için parmaklarını kıpırdatmıyorlar"
Hem işçinin iradesini çiğneyen sendikal anlayış hem de işçinin aldığı ücreti çok gören ‘yine işçi kesimiyle’ sınıf mücadelesi yürütülebilir mi? CHP sınıf mücadelesinin neresinde?
Maltepe grevinde esas suç olan zaten CHP’li büyükşehir belediyesinin çöp toplayarak grev kırıcılığı yapması. Hem Maltepe ve Kadıköy grevlerinde buna benzer bir görev üstlendi büyükşehir. Bunun üzerine durmak lazım. CHP’nin bunu sorgulaması lazım. Bunları yapan bir siyasi parti, buna ses çıkartmayan bir merkez yönetimi işçilerden oy moy isteyemez, sosyal demokrat olduğunu hiç iddia edemez.
Bu da CHP’nin en temel insan hakkını çiğnerken çok da AKP’den farklı olmadığını bize göstermiştir. AKP’yi insan haklarını çiğnediği için eleştireceksiniz ama belediye gibi küçük iktidar alanlarınızda benzer bir şeyle karşı karşıya geldiğiniz zaman siz de AKP’yle aynı tavrı göstereceksiniz. O zaman ne farkı var CHP’nin AKP’den ya da diğer sağ liberal partilerden.
CHP’yle DİSK arasında şöyle bir ilişki kurulmuş vaziyette. DİSK’in merkez yöneticileri, başkanları kaç dönemdir CHP’den milletvekili seçiliyorlar. Rıdvan Budak, Süleyman Çelebi, Kani Beko.. Genel başkanlıktan alıp bir milletvekilliği veriyorsun ve bu isimlerden bir tanesi milletvekillikleri döneminde işçi hakları için parmaklarını kıpırdatmıyorlar. Bunun içine diğer sendikaları dahil edebilirsiniz. Hastalıklı, sakat bir ilişki bu. Sendika içi demokrasinin işlemediği, bürokratik bir yapının işçi sınıfını temsil etmesi mümkün değildir. (HA)