Geçtiğimiz hafta, Amerikan muhafazakarları son on yıldır hararetle savundukları ifade özgürlüğüne yönelik taahhütlerini bir kenara bıraktılar.
Pazartesi günü, Charlie Kirk suikastı dolayısıyla bir podcast sunucusuna yönelik kamuoyu tepkisiyle ilgili soruyu yanıtlayan Başsavcı Pam Bondi, “İfade özgürlüğü var, bir de nefret söylemi var” dedi. “Ve özellikle şimdi, özellikle Charlie'ye olanlardan sonra, nefret söylemine yer yok.”
“Nefret söylemiyle birini hedef alıyorsanız, sizi kesinlikle hedef alacağız, peşinize düşeceğiz.”
Bildiğimiz gibi, nefret söylemi Amerika Birleşik Devletleri'nde yasal bir ifade kategorisi değildir. ABD hukuk sistemi, doğrudan şiddete teşvik ve diğer dar kapsamlı ihlalleri yasaklar, ancak “nefret söylemi” her zaman ifade özgürlüğü savunucularını siyasi amaçlı sansüre karşı yüksek alarmda tutan, değişken bir terim olmuştur.
Bu örnekte Bondi, “nefret söylemi” ile muhtemelen Kirk'ün ölümünü kutlayan sosyal medya paylaşımlarını kastediyor. Bu paylaşımlar, Kirk'ün geçen çarşamba öldürülmesinden bu yana sağın takıntısı haline geldi.
Başkan Yardımcısı J. D. Vance, “Charlie Kirk suikastını kutlayanlarla hiçbir ortak noktamız yok” dedi. Vance pazartesi günü, “Charlie'nin öldürülmesini kutlayan birini görürseniz, onu uyarın” diye açıkladı. “Ve lanet olsun, işverenini de arayın.”
Son on yıldır, sağcılar sansürcü solculara karşı ifade özgürlüğünün savunucuları olduklarını iddia ediyorlardı. Anlaşılıyor ki, ciddi değillerdi.
Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson, “Biz hoşlanmadığımız görüşleri sansürlemiyor ve susturmuyoruz” dedi. Amerikalılar “çılgınca şeyler söyleme hakkına sahipler”, ancak “eğer ben bir işveren ya da devlet kurumuysam ve çalışanlarımdan biri internette bunu kutluyorsa... Onların benim için çalışmaya layık olmadığına karar verebilirim.” Başka bir deyişle, geçiminizi sağlamak için özel bir işverene veya devlet kurumuna bağlı değilseniz, “hoş olmayan görüşleri” ifade etme hakkınız vardır. Bu, zengin olmayan yetişkinlerin çoğunluğunu dışarıda bırakan bir hak.
Geçtiğimiz hafta, Kirk suikastının solcular için bir kutlama nedeni olmadığını savunduk. Ancak, insanların yanlış yönlendirilmiş hatta iğrenç ifadelerde bulunma özgürlüğüne sahip olması gerektiğine inanmıyorsanız, ifade özgürlüğüne de inanmıyorsunuz demektir.

SAĞCI AJİTATÖRÜN KATLİNİN ARDINDAN
Charlie Kirk cinayeti: Bir trajedi ve felaket
Charlie Kirk suikastı sonrasında, birkaç büyük kanal, sosyal medyada onun öldürülmesine yönelik yakışıksız veya alaycı yorumlar yaptıkları gerekçesiyle çalışanlarını işten çıkardı veya sözleşmelerini süresiz askıya aldı. Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles'ta personel de dahil üniversite yetkililerini ve çalışanlarını, paylaşımları hakkında açılan soruşturmalar sonuçlanana kadar izne çıkardı. İşverenlerin açıklamaları ve haberler, Delta, Nasdaq ve Office Depot gibi şirketlerde işten çıkarmaların olduğunu doğruluyor. Washington Post da Kirk hakkındaki paylaşımları nedeniyle köşe yazarı Karen Attiah'ı işten çıkardı. Çoğu durumda, rahatsız edici paylaşımlar Kirk cinayetini kutlamaktan çok, Kirk'ün karakterini ve siyasi mirasını eleştirmek veya küçümsemekten öteye gitmemiş görünüyor.
Cumhuriyetçi Louisiana kongre üyesi Clay Higgins, rahatsız edici konuşmalar için işten çıkarmanın çok daha ötesine giden, cezalandırma vizyonunu dile getirdi. Higgins, “Ayrıca çalışma ruhsatlarını ve izinlerini de iptal ettireceğim, işyerleri agresif bir şekilde kara listeye alınacak, her okuldan atılacaklar ve ehliyetleri iptal edilecek” dedi. “Charlie Kirk suikastını kutlayan bu kötü, hasta hayvanları aşırı önyargıyla linç edeceğim.”
Başkan Donald Trump, yönetimin ortaya çıkan “nefret söylemi” paradigmasının sivil topluma dönük etkilerini hemen ve açık bir şekilde ifade etti. Salı günü bir ABC muhabiri Trump'a Bondi'nin “nefret söylemi” ile neyi kastettiğini sorduğunda, Trump “Muhtemelen sizin gibi insanların peşine düşeceğiz, çünkü bana çok haksız davranıyorsunuz. Bu nefret. Kalbinizde çok fazla nefret var. Belki ABC'nin peşine düşerler” diye yanıtladı.
İfade özgürlüğü el yakıyor
Temsilci Clay Higgins'in, rahatsız edici konuşmacılarla nasıl baş etmek istediğini ifade için “linç” sözcüğünü ironik olmayan bir şekilde, utanmazca kullanması tam isabet. Muhafazakarların linç kültürünü göz göre göre sahiplenişini izliyoruz.
Sansür savunucuları, kendi pozisyonlarını her zaman belirli türdeki konuşmaların şiddete yol açtıkları ve bu nedenle yasaklanmaları gerektiği gerekçesiyle haklı çıkarma yoluna gitmişledir.
Beyaz Saray Genel Sekreter Yardımcısı Stephen Miller, bu hafta, “bu suikasta… organize bir kampanya yol açtı” iddiasını ortaya atarak bu senaryoyu aynen takip etti. Kirk'ü öldürmekle suçlanan kişi, belirsiz siyasi eğilimlere sahip tek başına bir suikastçı gibi görünse de, Miller “terörist ağlar”a dair muğlak bir konuşma eşliğinde bunları “insanlık dışı kampanya” ve “karalama” ile ilişkilendirdi.
Bu, liberallerin 2010'larda rahatsız edici görüşleri dillendirdikleri gerekçesiyle çalışanların işten atılması ve konuşmacıların üniversitelere davetlerinin iptali için uğraşırlarken başvurdukları argümanları andırıyor. Liberaller şiddete yol açabileceği için sağcı söylemlerin kabul edilemez olduğunu iddia ediyorlardı. Muhafazakârlar, ifade özgürlüğü ve şiddet bahsindeki bu “nereye varacağı belli olmayan” argümanların açmazlarını o zaman görmüşlerdi, ancak şimdi kendileri kültürel hegemonya dayatma konumuna ulaşır ulaşmaz o eleştirilerini unutmuş görünüyorlar. X'te birçok kullanıcının da gözlemlediği gibi, önceki on yılda sağın dışlama kültürünü reddetmesi, dışlayanın kendileri olmamasına besledikleri kıskançlıktan başka bir şey değildi.
Şu anda solun karşı karşıya olduğu tehditler hafife alınmamalı, ancak siyasi kozmosun bir yönünün yeniden düzgün bir hizaya kavuştuğu hissi var. Bu dergide defalarca ifade ettiğimiz gibi, ifade özgürlüğü solun meselesidir. Sağa ifade özgürlüğü bayrağını eline alma fırsatı hiç verilmemiş olmalıydı.
Modern Amerikan muhafazakarlığının kurucusu William F. Buckley, National Review dergisini kurmadan dört yıl önce 1951'de, "God and Man at Yale: The Superstitions of Academic Freedom" (Yale [Üniversitesinde] Tanrı ve İnsan: Akademik Özgürlüğün Batıl İnançları) adlı kitabıyla ilk kez sahnede arzı endam eylemişti. Bu kitap, radikal profesörleri üniversiteden kovmaya utanmazca bir çağrıydı. Muhafazakâr dünya görüşünün özü, hiyerarşi ve itaatten ibarettir. Bunun, ifade özgürlüğüne ve muhaliflerin korunmasına yönelik ciddi bir taahhütle uyumlu bir yanı hiçbir zaman olmamıştır.
Oysa sol, tarihsel olarak, radikal sendikacıların Industrial Workers of the World (IWW) hareketi kapsamında yürüttüğü “ifade özgürlüğü mücadeleleri”nden 1960'larda Berkeley'de, California Üniversitesi'nde yaşanan İfade Özgürlüğü Hareketi'ne varıncaya kadar, ifade özgürlüğünü ısrarla savuna gelmiştir. Bizim dünya görüşümüzde ifade özgürlüğü vazgeçilmezdir. Bir zamanlar C. L. R. James'in ifade ettiği gibi, demokratik sosyalizmin özü, “her aşçının yönetici olabilmesidir”, yani sıradan insanların her görüşü dinleyip kendi kararlarını vereceklerine güveniriz. Ayrıca, [Ekim Devrimi ve Soğuk Savaş sırasındaki] her iki “Kızıl Tehlike” [kampanyasının] açıkça göstermiş olduğu gibi, ifade özgürlüğüne yönelik baskıların hareketlerimize ve siyasi projemizin uygulanabilirliğine önemli bir tehdit oluşturduğunu da biliyoruz.
Çağdaş liberal teknokratlar, solun ifade özgürlüğüne tarihsel bağlılığını paylaşmazlar. Son yıllarda, seçkin kurumları istenmeyen (çoğu gerçekten iğrenç, diğerleri ise oldukça zararsız) fikirlerden arındırma konusundaki gayretleri, sağa kısa bir süreliğine ifade özgürlüğünün ve tartışmalı fikirler hakkında açık tartışmanın savunucusu pozu takınma fırsatı vermişti. Bu her zaman bir saçmalıktı. Sağın dışlama kültürüne itirazı, hep dışlananların yanlış kişiler olduğu fikriyle ilgiliydi. İfade özgürlüğünün şiddetle bir tutulmasına yönelik itirazları, her zaman kendi hoşlandıklar fikrin şiddetle bir tutulmasından hoşlanmamalarıyla ilgiliydi.
Charlie Kirk'ün bu konudaki büyük ikiyüzlülüğü çok anlamlı. Kirk her bulduğu fırsatta en saldırgan konuşmaların bile korunma altında olması gerektiğini söylerken bir yandan da Buckley'nin ruhunu yansıtan “tehlikeli” solcu profesörlerin kara listesini tutuyordu.
Son birkaç gün içinde, bu konuda sağın tutarsızlığına işaret eden liberaller ve solcular az değil. Altı ay veya bir yıl önce “nefret söylemi” kavramını reddeden aynı sağcı şahsiyetlerin şimdi sert önlemler alınmasını talep ettikleri sayısız örneği teşhir ettiler. Siyasi düşmanlarınızın ikiyüzlülüklerini ve tutarsızlıklarını işaret etmek kolaydır. Daha zor ve daha önemli olan, kendinizin tam olarak ne düşündüğünüzü ve bunun nedenini açıklamanızdır.
Bizim düşüncemiz şudur: Konuşma şiddet değildir. Yurttaşların en kötü ve en itici görüşlere de olsa maruz kalmalarına rıza gösterilmedikçe demokrasi imkansızdır. Ve ifade özgürlüğü, tartışmaya açık olmayan bir sol değerdir.
(BB/MG/AEK)

