* Fotoğraf: Veysi Altay’ın Faîlî Dewlet filminden.
bianet, 90’lı yıllarda işlenen suçlara dair davaları, açıldıklarından itibaren takip ediyor. Her yıl 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde, bu davalardaki cezasızlık pratiğini de sergilemek üzere davaların akıbetlerine dair derlemeler yapıyoruz.
Bu davaların en yakın takipçisi ise Hakikat Adalet Hafıza Merkezi (Hafıza Merkezi)…
Türkiye’de 1990’lı yıllarda olağanüstü hal (OHAL) bölgesinde işlenen hukuk dışı infaz ve zorla kaybetme suçlarının belgelenmesi, yargısal süreçlerin analizi ve yaşananların toplumsal hafızada yer bulabilmesi için yaklaşık 10 yıldır çalışan merkez, bu çalışmalarının bir ürünü olan “1990’lı Yıllardaki Ağır İnsan Hakkı İhlallerinde Cezasızlık Raporu: Kovuşturma Süreci” raporunu Kasım ayında yayınlandı.
Emel Ataktürk, Esra Kılıç, Gülistan Zeren, Melis Gebeş ve Özlem Zıngıl imzalı rapor, 90’lı yıllardaki ihlallerle ilgili bugüne dek açılan ceza davalarının yargılama süreçlerini inceliyor.
TIKLAYIN - 90’lı yıllarla ilgili 12 “cezasızlık” davası
TIKLAYIN - 30 yıldır değişmeyen "gelenek": Cezasızlık
TIKLAYIN - “İnsanlık Suçu” Davaları Cezasızlıkla Bitti
Çalışmada, ağır insan hakları ihlalleriyle ilgili toplam 12 ceza davası incelenerek, davaların cezasızlığa sürüklenmesine yol açan mevzuat, uygulamalar ve tutumlara yer veriliyor. İncelenen davalar:
Ankara Davası
Jitem/Musa Anter/Ayten Öztürk Davası
Cizre Davası
Görümlü Davası
Derik Davası
Kızıltepe Davası
Dargeçit Davası
Lice Davası
Kulp Davası
Altınova(Vartinis) Davası
Kızılağaç Davası
Yüksekova Davası
12 dava, ortak akıbet
Ortak akıbeti “cezasızlık” olan bu 12 davanın panoramasının sunulduğu raporda, soruşturmaların canlandırılmasını tetikleyen gelişmeler, iddianamelerde yer alan suçlamalar, savunmalar ve mahkeme kararları aktarılıyor.
Raporda ayrıca sanıkların mahkumiyetine “yeterli görülmeyen” deliller de inceleniyor.
Hafıza Merkezi, örgütlü suç yapısıyla ilgili ileri sürülen iddiaların üzerinde özel olarak durarak farklı iddianamelerde yer alan iddiaların benzerlik taşıyan veya örtüşen noktaları da karşılaştırıyor ve “Kovuşturma süreçlerinde neredeyse hiç tartışma konusu yapılmayan bu iddialar, halen aydınlatılmaya muhtaçtır” değerlendirmesini yapıyor.
Raporda yer alan davalarla ilgili bilgileri kısaltarak derledik. Rapordaki değerlendirmelere ve bütün haline, buradan ulaşabilirsiniz.
Ankara davası: Yeniden yargılama yapılıyor |
2011 yılında, Susurluk Davası sanıklarından Ayhan Çarkın’ın, “devlet içinde bir örgütün faili meçhul cinayetlerle olan bağlantısı” hakkındaki beyanlarının basına yansıması üzerine, davanın diğer failleri hakkında da soruşturmalar yeniden başlatıldı. Susurluk yargılamalarında verilen kararların ve o sırada Ergenekon soruşturmaları kapsamında ortaya çıkan delillerin de değerlendirildiği soruşturma sonucunda düzenlenen iddianamede, o dönem Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar‘ın ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nde görev yapan Özel Kuvvetler Komutanı Korkut Eken’in talimatıyla, 1993 yılında Ankara Özel Harekat Dairesi bünyesinde İbrahim Şahin‘in başkanlığında özel harekat kökenli polis memurlarından 60 kişilik ekip oluşturulduğu ileri sürüldü. İddialara göre, bu özel grup özellikle Kürt iş insanlarını kontrol altına almak için 1993-1996 yılları arasında suikastlar gerçekleştirdi. Önce 1993 yılında Ankara’da kaçırılarak öldürülen Altındağ Nüfus Müdürü Abdülmecit Baskın cinayetine ilişkin 2013 yılında dava açıldı. Aynı yılın sonunda diğer cinayetlerle ilgili de iddianame hazırlandı ve davalar birleştirildi. Aralarında Susurluk Davası’nın sanıklarından Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin ve Ayhan Çarkın’ın yanı sıra Ergenekon Davası dahil olmak üzere çalışmada incelenen başka birçok davanın sanığı olan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın da bulunduğu toplam 19 sanık hakkında dava açıldı. Sanıklar, kurdukları ya da üyesi oldukları yasa dışı silahlı örgütün faaliyetleri kapsamında, 1993-1996 yılları arasında Ankara ve çevresinde 19 kişiyi öldürdükleri iddiasıyla yargılandı. Maktullerin çoğunun Kürt iş insanı ya da bürokrat olması, cinayetlerin bazılarının aynı silahlarla işlenmiş olduğunun tespit edilmesi, maktullerin kaçırılarak, işkence ile sorgulandıktan sonra, kafasından vurularak öldürülüp, otoban ya da şehirler arası yol kenarlarına bırakılması, dava konusu bu cinayetlerin dikkat çeken ortak özelliklerindendi. 13 Aralık 2019’da karar duruşmasında, sanık Ahmet Demirel’in ölmüş olması nedeniyle hakkındaki suçlamaların düşmesine; sanık Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın yakalanamamış olması nedeniyle bu maktuller yönünden dosyanın ayrılmasına, diğer tüm sanıkların cezalandırılmalarına yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatlarına karar verildi. İstinaf incelemesinde Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi, hükmün gerekçesinin yetersiz olması, delillerin yeterince tartışılmamış olması, olaylar arasındaki irtibatın değerlendirilmemesi ve bazı usule dair eksiklikler gerekçeleriyle kararı bozdu. Davada yeniden yargılama yapılıyor. |
JİTEM, Musa Anter, Ayten Öztürk: Hepsi birleştirildi
İlk kez 1999 yılında hazırlanan bir iddianameyle, JİTEM hakkında 6 sanıklı bir dava açıldı. Bu davayla birleştirilen ikinci bir iddianameyle sanıklar, JİTEM’in kurucusu olduğunu ileri süren Ergenekon Davası sanıklarından Arif Doğan’ın yardımcısı olarak andığı Ahmet Cem Ersever’in öldürülmesi, Yeni Ülke Gazetesi’nin bombalanması gibi bir dizi olaydan sorumlu
O dönem İdil Cumhuriyet Başsavcılığı’nda görev yapan cumhuriyet savcısı İlhan Cihaner de 1989’da hukuk dışı infaz edilen üç kişi hakkında yıllardır sürüncemede bırakılan bir soruşturmayı canlandırarak, faili meçhul olarak kaydedilen bu cinayetlerin aynı silahla işlendiğini ortaya çıkardı.
JİTEM’in eylemlerine ilişkin diğer bir iddianame ise, İsveç’te siyasi mülteci olarak bulunan eski PKK itirafçısı ve JİTEM elemanı olduğu iddia edilen Abdülkadir Aygan’ın (Aziz Turan), basına açıklamalar yapması ve internette JİTEM bordrosunu ve üst düzey askeri yetkililerle çekilmiş fotoğraflarını yayınlaması üzerine, 2005 yılında düzenlendi.
JİTEM hakkında hazırlanan bu üçüncü iddianameyle, 8 sanıklı yeni bir dava açıldı. 2010 yılında iki dava birleştirildi.
Birleştirilen ve halen devam eden dava, maktullerin 1989-1992 yılları arasında farklı tarihlerde ve farklı yerlerde, bazılarının işkence edildikten sonra, bazılarının ise elleri arkadan bağlanarak, boğulma izleri ve/veya kafalarına kurşun sıkılmak suretiyle öldürülmesi suçlarına ilişkin iddialardan oluşuyor.
Duruşmalar sürerken, farklı tarihlerde verilen birleştirme kararlarıyla, başka iki dava daha
JİTEM Davası’na eklenmiştir. Bunlardan birincisi, gazeteci yazar Musa Anter’in 20 Ağustos 1992’de Kültür ve Sanat Festivali’nin konuğu olarak geldiği Diyarbakır’da kimliği belirsiz bir kişi tarafından vurularak öldürülmesiyle ilgili görülmeye devam eden Musa Anter Davası’ydı.
2013 yılında iddianame düzenlenerek, tetikçilik yaptığı belirtilen Hamit Yıldırım’ın yanı sıra JİTEM Davası’nın da sanıkları arasında bulunan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, Abdülkadir Aygan ve ayrıca Emekli Albay Savaş Gevrekçi hakkında dava açıldı.
JİTEM Davası’na eklenen ikinci dava ise, Ayten Öztürk’ün 1992 yılında Elazığ’da zorla kaybedilmesine ilişkin olarak görülmeye devam eden dava. 27 Temmuz 1992 günü çalıştığı fabrikadan çıktıktan sonra kendisinden haber alınamayan Ayten Öztürk’ün cenazesi, on iki gün sonra gözleri çıkarılmış, kulakları kesilmiş ve saç derisi yüzülmüş vaziyette bulunmuştu. Kapatılan soruşturma, AYM kararı sonrası yeniden açılarak davaya dönüştü.
2019 yılında Elazığ 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada henüz hiç duruşma görülmeden, aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunması gerekçesiyle davanın, birleştirilerek Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Musa Anter ve JİTEM Davası’yla birleştirilmesine karar verildi. Yargılama halen devam ediyor.
Cizre davası: "Sorgu ekibi" iddianamede |
Ergenekon soruşturması ve başka davaların şüphelileri ile gizli tanıkların 2009 yılındaki ifadeleriyle bazı cinayetler ve kaybetmeler tutanaklara geçti. Yakınlarını kaybedenlerin yaptığı toplu şikayetlerde, aynı şüpheli isimleri anıldı, Cizre’de yasadışı eylemlerde bulunan, sivil kıyafetli, telsizli, JİTEM adına çalıştığını söyleyen bir grup insan tasvir edildi. Bu şikayetler üzerine Ocak 2009’da başlatılan soruşturmada, Mart ayı başında keşif yapıldı, bazı sanıklar tutuklandı. Özel yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Temmuz 2009’da iddianame düzenledi. İddianamede, Cemal Temizöz’ün Bedran/Şahin kod adlı Adem Yakin, Ferit kod adlı Fırat Altın ve Tayfur kod adlı Hıdır Altuğ ile gerçek isimleri tespit edilemeyen uzman çavuşlar Yavuz Güneş, Selim Hoca, Cabbar ve Tuna kod isimlerini kullanan şahıslardan oluşan sivil bir sorgu/infaz timi kurduğu, bu grupla, 20 kişiyi “terörle mücadele” adı altında işkenceyle sorguladığı, zorla kaybettiği ya da öldürdüğü ileri sürüldü. Dava, özel yetkili Diyarbakır 6. Ceza Mahkemesi’nde başladı. Soruşturma aşamasında ve duruşmalarda tanık olarak dinlenen bazı askerler ifadelerinde, Temizöz’ün başında bulunduğu ve ağırlıklı olarak itirafçı ve koruculardan oluşan bir ‘sorgu ekibinin’ varlığına ve faaliyetlerine dair önemli bilgiler aktardı. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla dava önce Şırnak’a gönderilmiş, oradan da güvenlik gerekçesiyle Eskişehir’e nakledildi. Kasım 2015’te yapılan karar duruşmasında, savcı mütalaası doğrultusunda, 21 kişinin zorla kaybedilmesi ve yasadışı keyfi infaz edilmesi ile suç işlemek için örgüt kurmak suçlarından yargılanan sanıkların beraatine karar verildi. Yargılama temyiz aşamasında. |
Görümlü davası: Altı kişi zorla kaybedildi
1990’lı yıllarda Şırnak’ta işlenen ağır insan hakları ihlallerine ilişkin açılan davanın iddianamesi, zamanaşımı süresinin aşılmasına yalnızca üç gün kala düzenlendi.
Davada Şırnak’ın Silopi ilçesine bağlı Görümlü beldesinde 14 Haziran 1993’te altı kişinin zorla kaybedilmesi konu edildi.
Tuğgeneral Mete Sayar’ın kontrolündeki birliklerden bazı askerler 13 Haziran 1993’teki operasyonda hayatını kaybetti. Ertesi gün, Görümlü ve çevresinde askeri operasyonlar gerçekleştirilerek, maktullerin de dahil olduğu kişiler gözaltına alındı, işkence gördü ve zorla kaybedildi.
Maktullerin yakınları tarafından yapılan suç duyuruları sonucu başlatılan soruşturmalar, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarla sonuçlandı.
2009 yılında Ergenekon Davası’nda dinlenen gizli tanıklardan İlk Adım’ın beyanları ile olay tarihinde zorunlu askerlik görevini yapan bazı kişilerin verdikleri röportajlar, soruşturmayı yeniden canlandırdı. Tamamlanan soruşturma neticesinde düzenlenen iddianameyle, dönemin 23. Jandarma Sınır Tugay Komutanı Mete Sayar, Görümlü 1. Mekanize Piyade Tabur Komutanı Emekli Albay Hasan Basri Vural, 3. Bölük Tim Komutanı Üsteğmen İbrahim Kıraç, Yüzbaşı Murat Ali Yıldız, Kayseri Hava İndirme Tugayı’na bağlı Teğmen Serdar Tekin ve 2. Komando Tabur Komutanlığı’ndan Tansel Erok hakkında “birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürmek” suçundan 2013 yılında dava açıldı.
İlk duruşmasında güvenlik gerekçesiyle Şırnak’tan Ankara’ya nakledilen davanın 3 Temmuz 2015’te Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen son duruşmasında, savcı mütalaasını sundu.
Mütalaada, sanıkların suçlamaları kabul etmemesi, şikayet ve iddiaların olay tarihinden çok uzun süre ortaya çıkması, müşteki ve tanık ifadelerinde çelişkiler bulunması gibi gerekçelerle, delillerin mahkumiyet için yeterli olmadığına ve bu nedenle tüm sanıkların beraatine karar verilmesine talep etti. Mahkeme de delil yetersizliğinden tüm sanıkların beraatına hükmetti. Karar Yargıtayca da onanarak kesinleşti.
Derik davası: Sanığa terfi üstüne terfi |
Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı, davanın iddianamesini, uygulamada başvurulan zamanaşımı süresinin dolmasına kısa bir süre kala düzenledi. İddia konusu suçlar, doğaları gereği, sadece bir kişi tarafından işlenebilmesi mümkün olmayan nitelikte olsa da yalnızca bir kişiye suç isnadı yapıldı: Dönemin Derik Jandarma Komutanı Musa Çitil. Yargılama sırasında dinlenen kimi müşteki ve tanıklar, Musa Çitil ile birlikte veya ondan aldığı emirle hareket eden ve JİTEM elemanı olduklarının konuşulduğunu duydukları kişilerden ve JİTEM sorgu merkezlerinden bahsetti. Çitil, “birden fazla kişiyi aynı sebeple öldürme” suçlamasıyla yargılanarak, mahkûmiyetine yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle 2014 yılında beraat etti. Beraat kararı, 2015 yılında Yargıtay tarafından onanarak kesinleşti. Buna müteakip Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru da “açıkça dayanaktan yoksun olduğu” gerekçesiyle 2019 yılında kabul edilemez bulundu. Dava boyunca tutuksuz yargılanan sanık, bu süre boyunca aynı zamanda Tuğgeneral rütbesiyle Ankara Jandarma Bölge Komutanı olarak görevini sürdürdü. Hakkındaki beraat kararının kesinleşmesinden yalnızca 6 gün sonra, Ağustos 2015’te gerçekleşen Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında verilen kararla, Tümgeneralliğe yükseltilerek, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığına atandı. Ardından Temmuz 2017’de Jandarma Genel Komutan Yardımcılığına terfi ettirildi. |
Kızıltepe davası: JİTEM mahkemeye taşınamadı
Soruşturmanın canlandırılmasını sağlayan gelişme, Ergenekon yargılaması kapsamında dinlenen gizli tanık Aydos’un verdiği ifadede, “Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı Hasan Atilla Uğur’un terörle mücadele adı altında bölgede birçok cinayet, işkence gibi karanlık faaliyetler gerçekleştirdiğini” beyan etmesi oldu.
Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı, 2014 yılında düzenlediği iddianamede, 1992-1996 yılları arasında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 22 kişinin hukuk dışı infaz edilmesi veya zorla kaybedilmesini yargılama konusu yaptı.
Mardin’deki JİTEM yapılanmasına ilişkin açılan bu ikinci davanın iddianamesinde, suçların JİTEM’e bağlı “Bıçak Timi” tarafından gerçekleştirildiği, bu timin, asker, korucu ve itirafçılardan oluştuğu ve dönemin Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı Hasan Atilla Uğur’un liderliğinde faaliyet gösterdiği belirtildi. (Sanıklardan Eşref Hatipoğlu, Lice davası kapsamında da yargılandı.)
İddianamede, Hasan Atilla Uğur ve Eşref Hatipoğlu’nun JİTEM faaliyetleri kapsamında Kızıltepe ve Diyarbakır yöneticiliği yaptığı ileri sürüldü.
Ancak toplam 17 duruşmanın görüldüğü kovuşturma süreci boyunca, iddianamede oldukça geniş yer tutan JİTEM hakkındaki iddialar tartışma konusu dahi yapılmadı.
Tutuksuz yargılanan ve duruşmalara katılmaktan vareste tutulmalarına karar verilen sanıklar, kendilerini diğer davaların sanıklarınınkine benzer bir çizgide savunarak, “terörle mücadele etmek dışında yasadışı bir şey yapmadıklarını” beyan ettiler.
Henüz başlamadan güvenlik gerekçesiyle Ankara’ya nakledilen davanın karar duruşması 9 Eylül 2019’da görülmüştür. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi öldürme suçundan zamanaşımı, diğer suçlamalardan delil yetersizliği gerekçesiyle beraat kararı verdi. Dosya temyiz aşamasında.
Dargeçit davası: Kaybedilenlerin kemikleri bulundu |
Mardin’deki JİTEM yapılanmasına ilişkin üçüncü dava, Dargeçit birimine ilişkin olarak Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 2014 yılında hazırlanan iddianameyle açılan Dargeçit davasıydı. Mardin’in Dargeçit ilçesinde 29 Ekim 1995 ila 8 Mart 1996 arasında biri Uzman Çavuş Bilal Batırır, üçü çocuk yaşta olan toplam sekiz kişinin zorla kaybedilmesinin konu edinildiği iddianamede, dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutanı Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin’in “taammüden öldürme” suçundan yargılanmaları istendi. Ek bir iddianameyle çoğu köy korucusu olan 13 sanık da davaya dahil edildi. İddianameye göre, suç konusu olay tarihlerinde Mardin İl Jandarma Komutanlığı içerisinde ayrı bir binada Diyarbakır Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığına bağlı olan JİT/JİTEM olarak tabir edilen görevlilerden, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığı’na görev amacıyla giden personelin bulunup bulunmadığına ilişkin yazılan savcılık müzekkeresine, görevlendirme evraklarının saklama süresinin aşılmış olması sebebiyle ilgili yıllara ait bilgi ve belgeye rastlanmadığı belirtilerek yanıt verilmişti. Dönemin Dargeçit İlçe Jandarma Komutanlığı’nda uzman çavuş olarak görev yapan Ali Arısoy, mahkemedeki ifadesinde, sivillerin JİTEM’den gelen kişiler tarafından gözaltına alındığını, sorgulandıktan sonra infaz edilerek farklı yerlere gömüldüğünü duyduğunu beyan etti. Davanın maktullerinden Dargeçit’te gözaltına alındıktan sonra kendilerinden haber alınamayan Abdurrahman Olcay ve Abdurrahman Coşkun’un kemikleri, yıllar sonra Kızıltepe Davası’nın soruşturma evresinde Kızıltepe’ye bağlı Aysun (Tilzerin) köyündeki foseptik çukurunda yapılan kazı çalışmalarında bulundu. Dava Adıyaman 1. Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. |
Lice davası: Şahsa özel duruşmayla beraat
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde 22 Ekim 1993’te 15 sivilin, bir askerin ve dönemin Jandarma Bölge Komutanı Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesiyle sonuçlanan askeri operasyonla ilgili olarak 2013 yılında açıldı. İddianame, zamanaşımı süresinin dolmasından 1 gün önce kabul edildi.
İddianame, sadece Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesini değil, bir bütün olarak o tarihte Lice’de güvenlik güçleri tarafından işlendiği ileri sürülen suçları içerecek şekilde düzenlendi. Yine iddianamede, bu çapta bir suçun tek bir albay tarafından planlanıp uygulanmasının mümkün olamayacağı vurgulansa da dava kapsamında yalnızca iki sanık yargılandı: Kızıltepe Davası’nın da sanığı olan Eşref Hatipoğlu ile Tünay Yanardağ. (Yanardağ dava sürerken hayatını kaybetti.)
JİTEM Tim Komutanı olduğu belirtilen Yanardağ’ın emrinde çalışan itirafçılarla beraber Bahtiyar Aydın’ın Lice’ye gitmesini sağlayarak, onu öldürttüğü iddia edilirken, Hatipoğlu’nun pek çok kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebep olan Lice operasyonunu yönettiği belirtildi.
Hatipoğlu’na şahsına özel düzenlenen bir ara duruşmada alınan ifadesinde, Cizre ve Kızıltepe davalarındaki sanıklarla benzer çizgide beyanlarda bulundu, “terör operasyonlarındaki başarısını” vurgulayarak, görevi nedeniyle can güvenliğinin tehdit altında olduğunu ileri sürdü.
İtiraz üzerine mahkeme huzuruna çıkarılan Hatipoğlu, ilk kez kendisine soru sorma imkanı bulan katılan vekillerinin sorularını saldırgan bir üslupla yanıtlarken, dava konusu operasyonla ilgili harekat planlarına ilişkin soruları ise, devlet sırrı olduğu gerekçesiyle cevaplamadı.
İzmir’e nakledilen davanın 7 Aralık 2018 tarihli son duruşmasında, Hatipoğlu’nun üzerine atılı suçları işlediğinin sabit olmadığı kanaatine varılarak beraatine karar verildi. Dosya temyiz sürecinde.
Kulp davası: Yakınlarını toplu mezarda buldular |
Dava, 8 Ekim -25 Ekim 1993 tarihleri arasında Diyarbakır’ın Kulp ilçesinin dağınık mezralardan oluşan Alaca köyü civarında yürütülen askeri operasyonlarda gözaltına alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamayan 11 kişiye ilişkin olarak 2013 yılında düzenlenen iddianameyle açıldı. İddia konusu suçlarla ilgili uzun yıllar boyunca sürüncemede bırakılan soruşturma, 5 Kasım 2004 tarihinde yakınları zorla kaybedilen kişilerin, sevdiklerinin kemiklerini, bir toplu mezarda bulmasıyla birlikte canlandırılmıştı. İddianamede, olay tarihinde 2. Komando Tugay Komutanlığı’na bağlı askerlerin operasyon için Yavuz Ertürk komutasında, Kulp ilçesine bağlı Alaca köyünün yakınlarına konuşlandığı, birliğin bu bölgede yaklaşık 2 hafta kalarak operasyonlar yaptığı, bu süre zarfında birçok kişiyi alıkoydukları, bu kişilerin bazılarını serbest bırakırken, 11 maktulü önce helikoptere bindirerek yakınlarını Diyarbakır’a götürülecekleri konusunda kandırdıktan sonra, öldürüp konuşlandıkları yere gömdükleri ileri sürüldü. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 3 Temmuz 2014 tarihli duruşmada sanık Ertürk, hakkındaki suçlamaları reddetti ve “görevini kanunlara, Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı’nın dolayısıyla OHAL Valiliği’nin emirlerine göre yaptığını” ifade etti. Kovuşturma süreci, iddianamede ileri sürülen iddialarla ilgili herhangi bir tahkikat ya da tartışma yapılmaksızın sona erdirildi. 19 Eylül 2018 tarihli karar duruşmasında, savcının mütalaası doğrultusunda, sanık hakkındaki “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçlamasının ceza zamanaşımı süresinin dolması dolayısıyla düşürülmesine karar verildi. Diğer iddialar hakkında da sanığın cezalandırılmasına yeterli, şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine karar verildi. Yargılama temyiz aşamasında. |
Vartinis davası: 9 kişinin yandığını “hatırlamadılar”
Muş’un Korkut ilçesine bağlı Altınova (Vartinis) beldesinde, 3 Ekim 1993’te evlerinin ateşe verilmesi sonucu yakılarak öldürülen aynı aile üyesi 9 kişi hakkında açıldı.
Aileden sağ kurtulan tek kişi olan Aysel Öğüt, olayın hemen ertesinde evlerinin askerler tarafından yakıldığını belirterek suç duyurusunda bulunsa da Muş Cumhuriyet Başsavcılığı evin PKK tarafından yakıldığını ileri sürerek soruşturmayı sürüncemede bıraktı.
Aysel Öğüt’ün 2003 yılında yaptığı yeni suç duyurusu üzerine canlandırılan soruşturma sonucu, olay tarihinde Jandarma Yüzbaşı rütbesiyle Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı olan Bülent Karaoğlu, Piyade Kıdemli Üsteğmen rütbesiyle Hasköy İlçe Jandarma Komando Bölük Komutanı olan Hanefi Akyıldız, Muş İl Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürü olan Şerafettin Uz ve Başçavuş rütbesiyle Gökyazı Jandarma Karakol Komutanı olan Turhan Nurdoğan hakkında “kasten ev yakmak suretiyle birden çok kişinin ölümüne sebebiyet vermek” suçlamasıyla 2013 yılında iddianame düzenlenerek dava açıldı.
İddianamede, böylesi vahim bir olayı “hatırlamadıklarını, görmediklerini, sonradan duyduklarını, operasyona katıldıklarını ama ateş etmediklerini, çatışmada herhangi bir zayiat verilmediğini” ifade eden şüphelilerin, hayatın olağan akışına uygun olmayan, kaçamak beyanlarla savunma yaptığı belirtildi.
Ayrıca, operasyona katılan güvenlik güçlerinin, bir askerin operasyonda öldüğünü hatırlayıp, 9 kişinin yanarak ölmesi gibi vahim bir olayı hatırlamamaları manidar bulundu.
Yargılama boyunca, gerek soruşturma sürecinde yazılan savcılık müzekkereleri gerekse kovuşturma sürecinde katılan vekillerinin talebiyle mahkeme heyeti tarafından gönderilen müzekkereler hakkında kamu kurumları tarafından bilgi verilmedi.
Güvenlik gerekçesiyle Muş’tan Kırıkkale’ye nakledilen davada savcı, ihmal sebebiyle ölüme sebebiyet vermek suçundan 9 ölümün her biri için 20 ila 25’er yıl, yani toplamda her sanık için 180 yıldan 225 yıla kadar hapis cezası verilmesini istedi.
Kırıkkale 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 2 Kasım 2015 tarihli bir sonraki duruşmada, mütalaayı veren savcı değiştirildi. Yeni savcı Bülent Karaoğlu dışındaki tüm sanıkların beraatini istedi.
Mahkeme tüm sanıkların üzerlerine atılı diğer suçları işlemiş olduğuna dair cezalandırılmalarına yeterli, şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine karar verdi.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, olay tarihinde Jandarma Yüzbaşı rütbesiyle Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı olan Bülent Karaoğlu’nun sorumluluğuna dikkat çekerek hakkında verilen beraat kararını bozdu, diğer üç sanık hakkındaki beraat kararını onadı.
Kızılağaç davası: Mizansen notla cinayet |
Zamanaşımı süresinin aşılmasına bir gün kala düzenlenen iddianameye göre, 1993 yılında yakılarak boşaltılan Muş’un Merkez ilçesine bağlı Kızılağaç köyüne eşyalarını almak üzere giden 60’a yakın köylü, dönüş yolunda Kızılağaç Jandarma tarafından gözaltına alınarak Muş İl Alay Komutanlığı’na götürüldü. Burada ağır işkenceye maruz bırakılarak üç gün boyunca alıkonan köylülerden bazıları daha sonra Muş Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüp on gün tutulduktan sonra serbest bırakılırken, Mahmut Acar, Ali Can Öner, Yakup Tetik ve Mehmet Emin Bingöl, Alay Komutanlığı’nda gözaltında tutuldu. Bu kişilerin cenazeleri birkaç gün sonra Muş İl Jandarma Alay Komutanlığı’na yakın mesafedeki su kanalı civarında bulundu. Cenazesi bulunan Mehmet Emin Bingöl’ün boynuna, “düşmana hizmet ve örgüte ihanetin sonu budur, kahrolsun ajanlık, yaşasın PKK” yazan bir kağıt parçası bağlanmıştı. Tek şüpheli olarak dönemin Muş İl Jandarma Alay Komutanı Naim Kurt’un gösterildiği iddianamede, eylemin PKK üyeleri tarafından gerçekleştirilmediği, bırakılan notun asıl sorumluların gizlenmesi için düzenlenmiş bir mizansen olduğu yorumu yapıldı. Ayrıca, diğer davaların iddianamelerinde olduğu gibi, olayın meydana geldiği yıllarda JİTEM’in “terörle mücadele” yöntemi olarak, PKK ile ilişkisi olduğu düşünülen kişileri yasadışı ve keyfi bir şekilde gözaltına aldığı, işkenceye tabi tuttuğu ve infaz ettiği belirtildi. Tutarlı tanık anlatımları, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın olay tarihinde bölgede bulunması ve gözaltında bulunan şahısların bir kısmı ile görüşmesi de göz önüne alınarak, eylemin JİTEM örgütü ile bağlantılı kişi veya gruplar tarafından işlendiği iddia edildi. Buna istinaden, şüpheli Naim Kurt’un da JİTEM örgütü ile bağlantılı olduğu, emir ve talimat aldığı ve örgüt hiyerarşisi içerisinde yer aldığı iddia edilerek cezalandırılması talep edildi. Van 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmaya katılan sanık Naim Kurt ise olay tarihindeki Muş İl Jandarma Alay Komutanı’nın kendisi olmadığını, Muş’ta bulunup bulunmadığını hatırlamadığını söyleyerek, hakkındaki iddiaları reddetti. 22 Aralık 2014’teki karar duruşmasında, mahkeme, sanığın üstüne atılı suçun sabit olmadığı gerekçesiyle beraatine karar verdi. Dosya temyiz aşamasında. |
Yüksekova davası: Öldürüp mayınla patlattılar
Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığı’nca düzenlenen iddianameye göre, çobanlık yapan Nezir Tekçi, 28 Nisan 1995’te Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Yukarı Ölçek mezrasında Gelibolu Piyade Tugayı’na bağlı askerlerce gözaltına alındı, kaybedildi.
Olayın ardından birçok resmi kuruma yapılan şikayetler üzerine açılan, ancak etkisiz yürütülen soruşturmalar, kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararlarla kapatıldı. 2010 yılında zorunlu askerlik yaptığı sırada Nezir Tekçi’nin öldürüldüğünü gördüğünü söyleyen Yunus Şahin’in yaptığı tanıklık sayesinde soruşturmanın yeniden başlatıldı.
Emekli Albay Ali Osman Akın ile Yarbay Kemal Alkan hakkında “canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile kasten öldürme” suçlamalarıyla 2011 yılında iddianame düzenlenerek dava açıldı.
İfadesinde, Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde Ortaköy Gelibolu Piyade Taburu’nda zorunlu askerliğini yaptığı sırada, taburunun 1995 yılının Nisan ayında Yüksekova’ya gönderildiğini beyan eden Yunus Şahin, Nezir Tekçi isimli bir kişinin taburun birinci birliği tarafından yakalandığını söyledi.
Yunuş Şahin’e göre, olay günü Nezir Tekçi, birinci birlikten komutan Ali Osman Akın, ikinci birlikten Teğmen Kemal Alkan ve isimlerini hatırlamadığı rütbeli diğer askerler tarafından, 50 er ile birlikte operasyona götürüldü. Dönüş yolunda, Ali Osman Akın, Nezir Tekçi’yi PKK üyelerinin ve silahlarının nerede bulunduğunu söylememesi halinde öldürmekle tehdit etti. Nezir Tekçi’nin hiçbir şey bilmediğini söylemesi üzerine, Ali Osman Akın Kürtçe konuşan erlerin ellerini kaldırmalarını, elini kaldıran yirmi kadar erin Nezir Tekçi’ye ateş etmelerini istemiştir. Erlerin ateş etmeyi reddetmesi üzerine, Ali Osman Akın’dan aldığı emirle hareket eden Kemal Alkan, Nezir Tekçi’ye ateş etti.
Daha sonra erler de Akın’ın emretmesi üzerine Nezir Tekçi’ye ateş etmeye başladı. Kemal Alkan’ın mayın sorumlusundan mayını birleştirmesini istediğini, bir süre sonra mayın patlama sesi duyduğunu söyleyen Yunus Şahin, Nezir Tekçi’nin kıyafetlerinin havada uçuştuğunu gördüğünü ve Kemal Alkan’ın, erlere Nezir Tekçi’nin gövdesinden ayrılmış başını saçlarından tutarak gösterdiğini beyan etti.
Hakkari 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nden güvenlik gerekçesiyle Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesine nakledilen davanın 19 Aralık 2014 tarihli duruşmasında savcı mütalaa verdi, sanıkların mahkumiyetlerine yetecek derecede şüpheden uzak ve kanaat uyandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatlerine karar verilmesini talep etti. Mahkeme de mütalaaya uyarak sanıkların üzerlerine atılan suçun sabit görülmemesi nedeniyle beraatlarına karar verdi. Karar henüz kesinleşmedi.
(AS)