İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 10 Aralık İnsan Hakları Günü öncesinde yaptıkları yazılı açıklamayla, resmen kaldırılsa da Türkiye’nin halen “olağanüstü hal” rejimiyle yönetildiğini ifade etti.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. Yılında bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamadığına dikkat çeken hak örgütleri, “Şili’den Lübnan’a, İran’dan Hong Kong’a dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltiyor” dedi.
“Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde oluyor. Dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz hali maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile hissediliyor.”
Ortak açıklamada, “insan eliyle gerçekleştiği için önlenebilir olan Türkiye ve dünyadaki bu kötücül sürecin son bulması ve barışçıl, demokratik, insan haklarına dayalı bir ortak yaşam idealini geliştirmek için çok daha fazla çaba göstereceğimiz aşikârdır” dendi.
“Anayasacılık ilkesi terk edildi”
İHD ve TİHV’nın açıklamasında, şu tespitler yer aldı:
“Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinde itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetiliyor.
“Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terkedilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların baskıcı rejimin birer ‘aracı’ haline getirilerek keyfiyetin ve belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açtı.
“Kurumlarımız tarafından bu yıl 16. yapılan Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı’nda da ifade edildiği gibi; ‘Yeni rejimin bir yönetim tekniği olarak belirsizlik yaratma gücü, günlük hayattan yüksek siyasete kadar her alanda hukuki, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel bir çöküşe yol açıyor. Çünkü belirsizlik rejimi sadece bir hukuki öngörülemezlik hali değil, kişilerin kendi belirlenimlerinin de sürekli tehdit altında olduğu bir korku iklimidir. Bu tür bir iklim, bir yandan toplumun üyeleri arasındaki ‘güvensiz’ bir ilişkiye yol açtığı için müşterek bağların çözülmesine neden olmuş, diğer yandan da bireylerin idare edenlerle ilişkisini beklentisel itaat olarak adlandırabileceğimiz bir uyma, hatta emredenin neyi emredeceğini düşünerek ona göre eyleme pratiğine dönüştürmüştür. Ayrıca belirsizlik rejimi içinde kurumların da aşınmasıyla beraber hak ihlalleriyle mücadele alanını daraltmak anlamına gelen cezasızlık yaygınlaşarak yeniden üretilmiş ve neredeyse bir kural haline getirilmiştir.’” (AS)
* Ortak açıklamanın tamamına buradan ulaşabilirsiniz.