Türkiye’de hapishanelerdeki yoğunluk artık kritik seviyelerde. Kasım ayı verilerine göre, cezaevlerinin doluluk oranı yüzde 140,50’ye yükseldi. Bu da hapishanelerde toplam kapasitenin yüzde 40,5 üzerinde mahpus bulunduğu anlamına geliyor.

Onlarca kadın mahpus yaşam mücadelesi veriyor: "Bile isteye ölüme sürüklüyorlar"
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) 3 Kasım 2025 itibarıyla paylaştığı güncel verilere göre, cezaevinde 19 bin 775 kadın mahpus bulunuyor. Cezaevlerindeki bu kalabalıklaşmanın kendisinin pek çok sorunun kaynağı da aynı zamanda. Beslenme, sağlığa erişim, sosyal etkinliklerden yararlanma, havalandırmadan yararlanma, tuvalet ve banyo kullanımı, suya erişim, hijyen malzemelerine erişim alanlarında karşılaşılan sorunlar ilk akla gelenlerden. Bu durumun kendisi bir kötü muamele ya da işkenceye dönüşebiliyor.
Sistem 'kapatılma'yı derinleştiriyor
Mevcut hapishane sistemi, kadınların çocukluklarından itibaren ataerkil toplumsal normların içerisinde maruz kaldığı kapatılma, kontrol edilme ve denetlenme hallerini daha da derinleştiriyor.
Türkiye hapishanelerinin tümü kadın ve erkek olarak ikili cinsiyet sistemine göre tasarlanmış durumda. CİSST'ten Özge Akyüz'e göre, "mahpus" derken ise erkek, sağlıklı, orta yaşlı, heteroseksüel, Türk, Müslüman, Sünni özneler anlaşılıyor. İnfaz sisteminde, bu tanımlar dışında kalan mahpusların özgün ihtiyaçları ise görülmüyor.
"Cinsiyet körlüğü hakim"
Özge Akyüz, bunun sonuçlarına ilişkin şunları söylüyor:
"Hem kadın mahpus sayısının genel mahpus nüfusuna göre düşük olmasının hem de toplumsal cinsiyet kalıplarının yasalara ve politikalara yansımasının bir sonucu olarak cezalandırma sistemine ilişkin uygulamalarda kadınların özgün ihtiyaçları, toplumsal konumları ve öncelikleri gereği bu süreçlerden farklı etkilenebilecekleri gerçeği gözardı ediliyor. Bu durum, yasalarda ‘mahpus’ kavramı kullanılırken kadınların özgül ihtiyaçlarına yönelik ‘annelik statüsü’ dışında bir düzenleme olmaması sebebiyle biçimsel olarak eşitlikçi görülse de cinsiyet körlüğünün hakim olduğunu gösteriyor."
"Şiddet geçmişi araştırılmıyor"
Akyüz, infaz sisteminin bu haliyle toplumsal cinsiyet rollerini yeniden ürettiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:
"Yapılan araştırmalara göre hapsedilen kadınların önemli bir bölümünün, özgürlüklerinden yoksun bırakılmadan önce fiziksel, psikolojik, ekonomik veya cinsel şiddet deneyimlerine maruz kalmış olma ihtimali oldukça yüksek. Türkiye hapishanelerinde kadın mahpusların geçmişte yaşadığı şiddet biçimlerine dair hiçbir sistematik veri toplanmıyor. Bu konuda cinsiyet duyarlı bir değerlendirme mekanizması bulunmuyor. Dolayısıyla, kadın mahpusların şiddet geçmişleri, travmaları ve yeniden mağduriyet riskleri görünmez kılınıyor. Hapsedilme sürecinde buna ilişkin kapsamlı bir psikososyal destek alınamadığı gibi, tahliye sonrasında şiddet ilişkilerine kadınların yeniden dönmemesi için bir çalışma bulunmuyor."
Hapishanedeki şiddet türleri
CİSST'e göre, hapishanelerde şiddet vakalarının tespitine ilişkin yaşanılan zorluklardan biri de mahpusların "şiddet" tanımına ilişkin net bilgi sahibi olamamaları. Akyüz, bu konuda "Hapishane hiyerarşisi içerisinde personelin mahpusa bağırması, mahpuslarca bir şiddet biçimi olarak görülmeyebiliyor. Şiddet denilince fiziksel şiddet ve cinsel şiddet akla gelebiliyor. Oysa şiddetin çokça türü ve tanımı var. Bu konuda da hapishanede bilinçlendirme atölyelerine ihtiyaç var" diyor.
Şiddet gören mahpus ne yapabilir?
Akyüz, hapishanelerde şiddete karşı işlevsel bir şikayet mekanizmasının da bulunmadığını söylüyor:
"Hapishanelerde 6284 sayılı Kanunun uygulama alanı bulunmuyor. Buralarda diğer mahpuslar yahut personel tarafından herhangi bir şiddete maruz kalınması halinde kadın mahpuslar hapishane idaresine şikayette bulunabiliyor, savcılığa suç duyurusunda bulunabiliyor. Bize başvurmaları halinde ilk soruda belirttiğimiz üzere ilgili kurumlara insan hakları başvurularında bulunabiliyoruz. İddiaların gündem edilmesi için meclise soru önergesi verilmesini sağlayabiliyoruz, basına haber yaptırabiliyoruz. Kadınların misillemeye maruz kalma riskini göz önünde bulunduruyoruz ve başvuruları yaparken rızalarının olup olmadığını soruyoruz. Şikayetlerin idareye taşınması neticesinde disiplinel süreçler işleyebiliyor. Koğuş değişiklikleri bazen ise hapishane değişiklikleri gündeme gelebiliyor."
'İyi hal' adeletsizliği
CİSST’e gelen başvurularda en çok dile getirilen sorunlar İdare ve Gözlem Kurulları'nın aldığı kararlarla ilgili. Akyüz, kurulları bağımsız olmaması nedeniyle eleştiriyor:
"İdare ve Gözlem Kurullarına bağımsız kişilerden oluşmuyor, bu kurulda hapishane idaresinden kişiler yer alıyor. Kurulun, mahpusların iyi halini değerlendirirken mahkeme gibi hareket etmekte ve mahpusların ne kadar süre hapishanede kalacağının karar mercii gibi davrandığına ilişkin şikayetler alıyoruz. CİSST’e gelen başvurulara göre kurul değerlendirmeleri hukuki olmayan soyut gerekçelere dayandırılabiliyor. Özellikle siyasi mahpuslara pişman olup olmadıkları soruluyor.
"Halbuki İnfaz Hukukunda pişmanlığa ilişkin hukuki bir düzenleme bulunmuyor. Mahpusun iç dünyasına ilişkin bir soru olan pişmanlık durumu hukuki olmayan bir değerlendirme kriteri olarak karşımıza çıkıyor. Kütüphaneden aldığı kitap sayısı, kütüphane dışında okuduğu kitaplar, zaten ‘kotalı’ olarak verilen suyu tasarruflu kullanıp kullanmadığı, hapishanede yaptırılmayan etkinliklere dahil olup olmadığı, mahpus ailelerinin hapishaneye uzak yerde ikamet etmesine karşın mevcut ekonomik ve ailenin sağlık durumları gözardı edilerek mahpusun yaptığı aile görüş sayısı' gibi hukuki değerlendirmeden uzak kriterlerle mahpusların iyi halli olmadığına karar verildiğine ilişkin başvurular alıyoruz."
Uluslararası metinler ne diyor?
Akyüz, bu konuda uluslararası literatürde yer alan başlıca dayanakları sıralıyor. Kadın tutuklulara ilişkin standartları belirleyen Birleşmiş Milletler Bangkok Kuralları, BM Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşme (CEDAW) ve kadına yönelik şiddetle mücadelede kapsamlı hükümler içeren İstanbul Sözleşmesi ilk bakılan metinler arasında bulunuyor.
Akyüz, Türkiye hapishane pratiğinde bu metinlerden beslenen bir perspektife ihtiyaç olduğunun altını çiziyor:
"Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü bünyesinde ‘kırılgan gruplar’ kapsamında bir birim bulunmakla birlikte, toplumsal cinsiyete özel bir birimin olmaması önemli bir eksiklik. Kadınların beslenmeden sağlık hizmetlerine erişime kadar uzanan ihtiyaçlarının belirlenmesi, idari yapılanmanın ve hapishane mimarisinin ihtiyaçlara göre düzenlenmesi gibi hususlar son derece kapsamlı çalışmalar gerektiriyor."
"Bölgesel iş birliği gerekiyor"
Hapishanelerde hem mahpus hem de cezaevi personeliyle birlikte toplumsal cinsiyet atölyelerine ihtiyaç olduğunun altını çizen Akyüz, son olarak şun önerilerde bulunuyor:
"Gerek hapsedilme sürecinde gerekse tahliye sonrasına ilişkin bölgesel iş birliklerine ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. Bir bölgedeki hapishanelerle yerel yönetimlerin, eğitim birimlerinin, güvenlik birimlerinin, özel sektör aktörlerinin iş birliği yaptığı bütüncül çalışmalara ihtiyaç var. Kadınların tahliye sonrasına hazırlanması için gerekli eğitimleri alması, tahliye sonrasında güvenli barınma alanlarında yaşayabilmesi, istihdam imkanına erişmesi, güvenlik riski yaşamaları halinde etkili koruma mekanizmalarının oluşturulması gerekiyor. Hapsedilme sürecinde karşılaşılan şiddet vakalarına karşı ise 6284 sayılı kanunun uygulanmasına ve etkili soruşturma mekanizmalarının geliştirilmesine, personele de mahpuslara da toplumsal cinsiyet atölyelerinin yapılmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum."
(AB)







