Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin düzenlediği "Ceza Hukuku Şiddete Karşı Kadını Koruyor mu?" başlıklı Genç Akademisyenler Sempozyumu bugün gerçekleşti
Yrd. Doç. Dr. Ayşe Nuhoğlu'nun başkanlık yaptığı Kadının ailede korunması ve kürtaj hakkı başlıklı ilk oturumda Yrd.Dç.Dr. Pınar Bacaksız, Dr. Gülay Arslan Öncü, Dr. Gülşah Kurt konuştu.
Bacaksız: "Tek başına hukuki düzenlemeler yeterli değil"
Bacaksız 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında kadının korunmasına yönelik konuştu.
"4320 sayılı önceki kanundan bir parça daha iyi olan bu kanunda şiddetin tanımı fiziksel, ekonomik, cinsel şiddeti de kapsayacak şekilde genişletildi. Kadının yalnızca kadın olmasından dolayı maruz kaldığı şiddet, kadına yönelik şiddet olarak ayrıca tanımlanırken, kişilerin aynı konutta yaşaması, evlilik yoluyla bağlı olmaları gibi gereklilikler de aranmıyor.
"Yasa, aile içi şiddette koruyucu ve önleyici tedbirleri kapsamında şiddete uğrayan kadına barınma, ekonomik destek, başka yere yerleşme ve çocuklara kreş imkânı sağlanacağını belirtiyor. Ekonomik özgürlüğün olmaması nedeniyle kadınların şiddete boyun eğmesi göz önüne alındığında bu madde önemli."
Bacaksız, yasanın karar verme usulü açısından öneminin kadının herhangi bir şiddete uğradığı konusunda delil ve belge gerekliliğinin aranmaması olduğunu belirterek bu noktanın erkeklerin mağdur olmasına yol açabileceği nedeniyle gelen itirazların Türkiye gerçeğine uymadığını söyledi.
Bacaksız konuşmasını, 6284 sayılı kanunun genel itibariyle kötü olmadığını ancak nasıl uygulanacağının önemli olduğunu belirterek şöyle tamamladı: "Şiddet kültürünün çok egemen olduğu bir yerde kadına yönelik şiddetle sadece hukuki düzenlemeyle mücadele etmek mümkün değil."
Öncü: "Yasadaki 'ailenin korunması' ifadesi sorunlu"
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ışığında konuyu değerlendiren Öncü, aile içi şiddete en çok kadınlar maruz kalıdığı halde, 6284 sayılı kanunun başlığındaki 'ailenin korunması' ifadesinin kullanılmasıznın "kadının birey olarak algılanmadığı zihniyetinin bir göstergesi" olduğunu söyledi ve toplu bir zihniyet değişikliği gerektiğini ifade etti.
Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda kadına karşı şiddetin toplumsal cinsiyet temelinde bir ayrıcalık olarak açıklandığını belirtti.
Konuyla ilgili AİHM kararlarından örnekler veren Öncü, Macaristan'da ilgili yasa olduğu halde uygulamadaki eksiklikler nedeniyle şiddete görmeye devam eden bir kadının AİHM'e başvurması sonucu mahkemenin, erkek şiddeti vakalarının tüm ülkelerde ciddiyetle incelenmesi gerektiğini belirttiğini anlattı.
Öncü, erkek şiddetinin sadece hukuk çerçevesinde çözülemeyeceğini söyleyerek "Ceza hukuku düzenlenmeli ama şiddetin sebeplerine eğilecek daha bütüncül bir yaklaşım gerekli. Kadının siyasi, ekonomik eğitim alanında güçlendirilmesi lazım" dedi.
Kurt: "Kürtajın yasaklanması ölümcül sonuçlar doğurur"
Türk Ceza Kanunu'nun Çocuk Düşürtme ve Düşürme Suçu maddesi hakkında konuşan Kurt, bu kanunun gelişimi ve uygulamasını anlattı. Kurt, Türkiye'de 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda sonra yaşanan nüfus kayıpları sonucu tüm doğum kontrol yöntemlerinin yasaklanıp geniş ailelerin teşvik edildiğini belirterek, yaşayan altı ve daha fazla çocuğu olan kadınlara para ve isterlerse madalya verildiğini söyledi. "Ceza hukukunda bu suçlar, ırkın tümlüğü ve sağlığı aleyhine cürümler olarak tanımlanıyordu."
"60'larda yasağa rağmen yaygın şekilde gebeliğin sonlandırıldığı ortaya çıkınca yaşanan nüfus patlaması sonucu olarak da nüfus ve aile planı ile ilgili tedbirler alındı. 1965'te kabul edilen Nüfus Plan Kanunu'nda sadece tıbbi zorunluluk halinde gebeliğin sonlandırılacağı belirtilirken 1983'te bazı koşullar altına isteğe bağlı olarak da gebeliğin sonlandırılması mümkün oldu."
Kurt şu anda yürürlükte olan 2005'te düzenlenen ilgili kanunun rıza olmaksızın gebeliğin sonlandırılması her koşulda suç olarak görürken, gebeliğin sonlandırılması için yasal süreyi 10 hafta ile sınırlandığını belirtti. Bu süre başka ülkelerde 14 haftaya kadar çıkıyor. Evlikte gebeliğin sonlandırılmasıyla ilgili Türkiye'de yasal olmasa da fiili engellerin bulunduğunun belirtildi konuşmada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde evliliklerde gebeliğin sonlandırmasında kocanın rızasının alınmasının kadının özel hayatını ihlali olarak görüldüğü belirtildi.
Türkiye dışında pek çok ülkede bu tür bir suçun olduğu ancak yasal süre ve koşulların değiştiği ifade eden Kurt, ceninin yaşam hakkı ve gebe kadının yaşam hakkının üstünlüğü ile arasında giden tartışmalarda ortak yaygın kabulün olmadığını söyledi.
Kurt konuşmasını gebeliğin sonlandırılmasının yasaklanması ya da fiilen uygulanmasının engellenmesinin yasadışı ve güvenli olmayan şekilde müdahaleleri yaygınlaştırıp ciddi sağlık sorunları ve ölümlere yol açabileceğini vurgulayarak bitirdi. (BK/ÇT)