Geçtiğimiz yıl Van’da kaldığı yurttan ayrıldıktan 18 gün sonra cansız bedeni Van Gölü kenarında bulunan üniversite öğrencisi Rojin Kabaiş’e yönelik Adli Tıp Kurumu (ATK) raporu tartışılıyor.
Kabaiş’in şüpheli ölümü ardından Van ATK’da yapılan otopside 80 adet eküvyon (sürüntü örneği) alındı ve bu örnekler İstanbul Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi’ne gönderildi. 6 Kasım 2024 tarihli ATK raporunda, "iki farklı erkeğe ait DNA örneklerinin tespit edilmesine rağmen bu örneklerin vücudun hangi bölgelerinden alındığının belirtilmemesi” tepkiye neden oldu. Raporda ayrıca “örneklerden şüpheli bir bulgu tespit edilmediği” sonucuna varıldığı ortaya çıktı.
Bu durum üzerine ailenin avukatları ve barolar itirazda bulundu ve 9 ayı aşkın süre sonra yeni rapor hazırlandı. Dosyaya 10 Ekim 2025’te giren yeni Adli Tıp Kurumu Biyolojik İhtisas Dairesi'nin raporunda 2 erkeğe ait DNA’nın Rojin Kabaiş’in göğüs ve vajina bölgesinde tespit edildiği belirtildi.
Kabaiş’in cansız bedeninin bulunduğu günden bu yana aydınlanmayan şüpheli ölüm birçok soru işaretini beraberinde getirdi, son bulgu cinsel istismar ihtimalini daha da artırdı.
DNA uzmanı yeni bulguların önemini anlattı
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Adli Tıp ve Adli Bilimler Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emel Hülya Yükseloğlu, kamuoyuna yansıyan bilgiler üzerinden tespit edilen bulguların ne anlama geldiğine yönelik bilgi verdi. Raporların ayrıntılı olarak incelendikten sonra daha doğru değerlendirme yapılabileceğini vurgulayan Prof. Yükseloğlu, raporda yer alan çelişkinin önemli sorulara neden olduğunu söyledi. Prof. Dr. Yükseloğlu, “Yeniden otopsi yapılmadığına ve yeni örnek alınmadığına göre ilkinde alınan örneklerde bu DNA nasıl bulunamadı? Bu büyük bir soru işareti” dedi.
“İntervajinal DNA bulaşı kolay değil”
Prof. Dr. Yükseloğlu’na göre, cansız bedenin üzerindeki kıyafetlerin çıkarılmadan vajina içine dışarıdan bir DNA'nın ulaşması teknik olarak oldukça zor. Prof. Yükseloğlu bu durumu şöyle açıkladı:
“Eğer Rojin bulunduğunda giyinikse, bu bulaşın vajina içine ulaşması mantıken pek mümkün değil. Genç kız kıyafetleri ile bulundu. Olası bir kontaminasyon, yani istemsiz bulaş, genelde giysi üzerinden ya da otopsi sırasında yaşanır.
Şöyle ki, bu bir bulaş olsa o giysi üzerinden olur. Ya da otopside giysileri çıkarıldığında iç çamaşırını çıkarırken otopsi öncesinde bir bulaş olur. İnsanların taşırken bir bulaşın bir şekilde iç çamaşırını aşıp vajinanın içine girmesi zor açıkçası. Fakat burada DNA vajina içinde bulunmuş. Bu kadın çıplak değildi ki. Kıyafeti aşıp nasıl girdi?”
Kamuoyunun en çok kafasını karıştıran konu ise “bulaş” kavramı. Prof. Dr. Yükseloğlu, adli tıp alanında bu durumu, “Bulaş ya da kontaminasyon; bir kişinin DNA’sının başka bir kişiye istemeden geçmesi demektir. Bu, örneğin cansız bedenin taşınması sırasında eldivensiz temasla olabilir. Ama bu DNA’nın vajina içine kadar geçmesi oldukça güç bir bulaş türüdür” diyerek açıkladı.
Alandaki ATK çalışanları arasından bir bulaş olabileceği ihtimaline karşı inceleme yapıldığını ve onlardan kaynaklanmadığının görüldüğünü hatırlatan Prof. Dr. Yükseloğlu sözlerine şöyle devam etti:
“Ancak cansız bedenin bulunduğu olay yerinden itibaren otopsiye getirilene kadar başka birilerinden bir bulaş olduysa o insanlar yok, o yüzden de bunun nereden bulaş olduğunu bilemeyiz. Ancak o insanların tümünden örneklerle karşılaştırma yapılır. Bir sene sonra olay yerinde kimler vardı, kimler yoktu, bunu bulmak zor.”
“Bu DNA’nın kime ait olduğu ancak şüpheli varsa anlaşılır”
DNA’nın bir saldırıya işaret edip etmediğinin nasıl anlaşılacağına yönelik soruya Prof. Dr. Yükseloğlu şu yanıtı verdi:
“DNA analiz edilecek. Fakat anlam kazanması için kiminle karşılaştırılacağı önemli. Şüpheli yoksa sadece bir DNA var demektir. Bunu Ayşe, Ali, Mehmet yaptı diyebilmemiz için şüpheli olması lazım ki her ikisinin örneğini karşılaştırabilelim. Karşılaştıracak kişi yoksa DNA'nın kime ait olduğunu bilemeyiz.“
Yükseloğlu, ailenin talep ettiği çevredeki tüm erkeklerden DNA alınmasının ise yasal olarak zor olduğuna şu sözlerle dikkat çekti:
“DNA özel veridir. Şüpheli olmadan, makul bir gerekçe sunulmadan kimseden örnek alınamaz. Kişisel haklara aykırıdır. Bu nedenle Savcılık ancak şüpheli varsa, tanık ifadesi varsa örnek toplayabilir.”
Yeniden otopsi yapmak etkili olur mu?
İkinci raporun ardından yeniden otopsi yapılması, yani mezarın açılması (fethi kabir) ihtimaline yönelik Prof. Dr. Yükseloğlu şu bilgileri verdi:
“Eğer yeni bulguların elde edilmesi isteniyorsa bu ancak yeniden otopsi ile mümkün. Ama bir yıl geçmiş, çürüme ilerlemiş olabilir. Yeni bir şey bulunabilir mi? Belki. Ama kesin değil. Radyolojik incelemeler de yapılmış. Travmaya bağlı bir ölüm olmadığı söyleniyor. O dönem alınan örneklerin değerlendirilmesi çok daha kritik.”
Suda DNA kaybolur mu?
Cansız bedenin bir süre suda kalmış olmasının DNA örneklerinin kaybolmasındaki etkiye değinen Prof. Dr. Yükseloğlu şöyle devam etti:
“Biyolojik örnekler suda hızla bozulur. Su DNA’yı yok etmez ama miktarını azaltabilir. Vücut, kıyafet, sperm veya tükürük gibi örnekler suda kalırsa delil elde etmek çok zorlaşır. Narin dosyasında da benzer durum vardı.”
Ancak bir DNA’nın kemikten veya dişten yıllar sonra bile izole edilebildiğini belirten Yükseloğlu, bu farkın altını şöyle çiziyor:
“DNA güçlü bir delildir. Ancak bulunduğu ortama göre bozulabilir. Giysi üzerindeki DNA suyla kaybolabilir. Ama kemik ya da diş gibi korunaklı dokulardan DNA, 50-100 yıl sonra bile çıkarılabilir.”
Rapordaki eksik bulgunun dikkatsizlik sonucu da ortaya çıkmış olabileceği ihtimaline değinen Prof. Dr. Yükseloğlu, kesin hüküm vermenin doğru olmadığını söyledi. “Ama yine de eğer böyle bir hata yapıldıysa çok büyük bir hata bu” dedi.
Cinsel saldırı mı, başka bir neden mi?
Raporda yer alan intervajinal DNA bulgusu, olayın cinsel saldırı içerip içermediği sorusunu da gündeme getirdi. Prof. Dr. Yükseloğlu, eldeki bilgilerle ve süreci dışarıdan takip ederek kesin bir ifade kullanmanın doğru olmadığını söyledi. Olasılıkları şöyle anlattı:
“DNA orada bulunduysa bu bir istismarı düşündürebilir. Ama kesin konuşamayız. Teşebbüs de olabilir, başka bir temas da. Delillerin doğruluğu çok önemli. Bilmeden kimseyi suçlayamayız.”
Prof. Dr. Yükseloğlu, vakayı netleştirmenin tek yolunun bilimsel süreçlerin eksiksiz ve şeffaf şekilde işlemesi olduğuna şu sözlerle dikkat çekiyor:
“Eğer hatalar olduysa, ki olabilir, insan hatasıdır, sehven de olsa bu durum açıklanmalı. Tüm raporlar, tüm örnekler tekrar gözden geçirilmeli. Aksi takdirde hem adalet hem aile için bu süreç bitmez." (GÖ)









