Fotoğrafçı Emin Altan’ın Çernobil Nükleer Felaketi’nin ardından bölgeyi fotoğrafladığı “Çernobil: Kâinat İçin Küçük, İnsanlık İçin Dev Bir Adım” kitabı Ceylan Yayınları'ndan yayımlandı.
Editörlüğünü Polen Ekoloji Kolektifi aktivisti Cemil Aksu’nun üstlendiği kitapta Çernobil özelinde nükleer santral ve nükleer enerji, nükleer silahlanma tartışmalarının yanı sıra Türkiye’deki nükleer santral tehdidi de işleniyor.
Nükleer tartışmaları kapsamında kitapta Slavoj Žižek, Günther Anders, Michael Löwy, Foti Benlisoy, Özgür Gürbüz, Eda Sezgin gibi isimlerin yazıları yer alıyor. İki dilde yayımlanan kitabın İngilizcesi ise Manifold Yayınları’ndan basıldı.
Fotoğrafçı Emin Altan ve ekoloji aktivisti Cemil Aksu ile kitabı, projeyi ve Türkiye ile dünyadaki nükleer sorununu konuştuk.
Terk edilmiş mekânlar
Öncelikle “Chaosmos” projenizden bahsetmek istiyorum. Nedir, neyi kapsar bu proje? Bu bir fotoğraf projesi miydi örneğin?
Emin Altan: Bir kitap yapmak üzere yola çıktığım bir fotoğraf projesiydi. 2012-2017 yılları arasında dünyanın birçok yerinde fotoğraf çektim. Sanayi Devrimi sonrası terk edilmiş mekânların ve kalıntıların izini sürdüm.
Kazakistan’da tarım politikaları sonucu çölleşmiş Aral Gölü’nü, ABD’deki otomotiv sanayinin çöküşü sonrası hayalet şehre dönüşen Detroit’i, nükleer felaket sonrası Çernobil ve Fukuşima’yı, soğuk savaşın izlerini taşıyan eski Yugoslavya, Sırbistan ve Hırvatistan’ı, İtalya’da insan hakları ihlallerine karşı verilen tepkiler sonrasında kapatılan akıl hastanelerini ve yine Kuzey İtalya'da rekabete yenilip kapatılmış fabrikaları çektim. Pek çok ülkeyi dolaştım böyle ve şunu görmeye çalıştım: 60’ların sonları 70’lerin başlarında hayranlıkla, umutla baktığımız geleceğin izlerini nasıl takip edebilirdim?
Gelişme, büyüme ve medeniyetin izleriydi bunlar. Bunların çöküşlerinin izlerini takip ettim. Ve iki kavramla yola çıktım: İlki Marx’ın geliştirdiği “yabancılaşma”, yani emeğine yabancılaşan insanın nihayetinde kendi türüne yabancılaşması. İkincisi ise “narkissos” kavramı, yani insanın yarattığına hayran olmasının insanın/insanlığın sonunu getireceği anlayışı.
Tabii bunların temelinde de büyüme odaklı, rekabetçi politikalar ve öteki üzerinde egemenlik kurma tutkusunun sınırsızca sunulması var. Bu eserlerin kalıcı olmadığı, insanlığın ve hatta yeryüzünde yaşamın sonunun geleceğine dair distopik bir kurgu üzerine fotoğraflamaya başladım. Projenin en önemli evrelerinden biri de Çernobil oldu. Chaosmos projesini bu saiklerle tamamladım ve kitaba dönüştürdüm.
Nükleer
Çernobil’e ilk kez 2015’te gittiniz. Nasıl bir karardı bu? Gitmeden önce Çernobil’e dair nasıl bir fikriniz vardı?
E.A: Kapımızda duran, bizi tehdit eden nükleer felaketin bir uyarısı da olmalı, motivasyonuyla kendime bir misyon edindim ve dediğiniz gibi ilk kez 2015 yılında Halil Koyutürk ile birlikte Çernobil’e gittim. Zaman içinde, Çernobil projesi yeni bir misyon kazandı ve yalnızca fotoğraflardan bir albüm oluşturmayı değil, metinlerle bunu desteklemek de istedim. İnsan-doğa ilişkisi, büyüme politikalarının ve nükleer enerjinin sorgulanması, halk sağlığı açısından nükleer santrallerin etkilerinin neler olabileceği üzerine düşündüm ve bu fotoğrafların bir yazar kadrosuyla buluşmasının gerekliliğini anladım. Bu sayede Cemil ile buluştuk.
Kitapta yer alan makaleler/yazılar editörün tercihi miydi yoksa sizin belirlediğiniz isimler miydi?
Cemil Aksu: Emin ağabey ile buluştuğumuz zaman ikimiz de Çernobil’in geçmişte yaşanan bir felaket olarak değil, güncel bir tartışma olarak ele alınması gerektiği konusunda hemfikirdik. Bunu tartışmayı hem nükleer enerji hem de nükleer silahlanma cephesinden ele aldık. Güncel bir tartışma çünkü bildiğiniz üzere, Türkiye’de Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin inşaatı neredeyse bitmek üzere. Geçen yıl seçim arifesinde Akkuyu’ya apar topar yakıt çubuğu getirildi ve uluslararası standartlar gereğince de orası nükleer bir tesis olarak kayıtlara geçti.
Nükleer enerji tüm felaketlere ve geçmişteki yıkıntılarına rağmen yeni bir bahar yaşıyor. Bunda da nükleer silahlanmanın katkısı büyük. Avrupa'nın Rusya enerjisine, enerji kaynaklarına bağımlılığına karşı çözüm arayışları tetikleyici oldu elbette bu tartışmalarda. Dünyada ilk kez nükleer silahların kullanılabileceği bu kadar aleni bir şekilde konuşuluyor ve biz de savaş bölgesinde yaşıyoruz. Haliyle bu tartışmalara değinmeden, sadece bir Çernobil kitabı yapmamız mümkün olmazdı. Bu nedenle farklı disiplinlerde üretimlerine devam eden insanları bir araya getirdik. Konunun hem bilimsel hem akademik hem de görsel boyutuyla bu sayede ilgilenebildik.
SSCB
Merak ettiğim konulardan biri, Çernobil yaşandığında ve sonrasında SSCB’ye duyulan güvenin sarsılması ve sizin de belirttiğiniz gibi “zedelenen onur” meselesi. Bununla ilgili bölgedeki gözlemleriniz ne yönde oldu?
E.A: Gorbaçov'un böyle bir beyanı var esasen, Çernobil’in 20. yılında Japon Times'a verdiği bir mülakatta “Sovyetlerin yıkılmasında benim Perestroyka’yı (SSCB'de 1980'li yıllardan itibaren gerçekleştirilen ekonomik ve siyasi sistemi yeniden yapılandırma ve reform hareketleri) yürürlüğe sokmamdan çok daha etkili olmuştur Çernobil Felaketi,” diyor.
Birçok yanıyla inanılmaz bir insan kaynağı ve maddi kaynak tüketildi kaza sonrasında. Nükleer santrallerin ne derece güvenilir olduğu tabii ki çok tartışıldı Sovyetler'de. Sovyet bilim insanları, tartışmayı bir adım ileriye taşıyarak Moskova'da, Kızıl Meydan’ın önüne bile nükleer santral kurarız, bu kadar güveniyoruz bu enerjiye, dediler. Buna karşıt görüşler ise bastırıldı.
Nükleer enerjiye tam bir güven olmasa da büyük umutlarla başvuruldu. Öte yandan, Sovyet toplumu da diğer toplumlar gibi geleceğe dönük büyük adımlar atmak ve büyümek istiyordu. Çernobil ile birlikte ise evet, devlete olan güvenin büyük ölçüde sarsıldığını görüyoruz. Devletler önemli bir değerini kaybettiği, kaynağını tükettiği ya da bir felaket yaşadığı zaman darbe alır. Toplumda baş gösteren devlete karşı güvensizliğin ise bir an evvel üzeri örtülmek istenir. Kapitalist Japonya'da da bu böyle yapıldı, sosyalist Sovyetler Birliği’nde de.
SSCB’den daha şeffaf olması beklenir miydi peki, bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
C.A: Çernobil Felaketi aslında tam da Sovyetler Birliği’ndeki sosyalizmin son dönemine, çürüme evresine denk geliyor. Sovyetler'e yönelik hayal kırıklığı 1950-1960’larda başlıyordu ve bürokratik yozlaşma vesaire sıkça dile getiriliyordu. Avrupa da kuşkusuz bu ideolojik eleştirilerin yanına Çernobil gibi bir faktörün eklenmesi için ekstra çabaladı. Ne yazık ki devlet de, patlamadan sonra sorununun üzerini kapatmak, duyurmamaya çalışmak ya da insanlara gerekli bilgileri vermemek gibi bir yaklaşıma büründü.
E.A: Gerekli bilgileri vermedikleri görüşüne katılıyorum; ama sorunu çözmek için muazzam kaynaklar kullandılar. Yüzbinlerce insandan, askerden bahsediyoruz.
“Yüzleşmekten çekinmeye gerek yok”
Kitapta onlardan ‘kahramanlar’ olarak bahsediyorsunuz zaten.
E.A: Çünkü gerçekten öyleler.
C.A: Bizler 70 yıllık sosyalist blok deneyiminin niye nükleer enerjiye geçtiğini az-çok biliyoruz. II. Dünya Savaşı koşullarında ABD’nin nükleer atom bombaları geliştirmesini dengelemek için bizzat ABD’li bilim insanlarının verdiği bilgilerle Sovyetler'de bu deneylere girişildi. Kuşkusuz bu tek seçenek değildi. Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması gibi bir tartışma vardı ama bunun olmayacağı ta o dönem biliniyordu.
Kapitalizme karşı tek alternatif hâlâ sosyalizm olarak duruyor; ama bizler ancak 70 yıllık deneyimin olumsuz sonuçlarıyla yüzleşerek yeni bir sosyalizm anlayışına varabiliriz. Bu nedenle Çernobil’i sosyalizme karşı bir anti-prograpanda malzemesi olmaktan çok; hem kapitalizmin mantalitesi ile hem de klasik sosyalizm döneminin hatalarıyla yüzleşerek ne yapmayacağımızın ve nasıl yapmayacağımızın bir dersi olarak ele alıyoruz. Hâl böyle olunca, Çernobil ile yüzleşmekten gocunmaya, çekinmeye gerek yok.
Bahsettiğiniz yüzleşme bahsine gelmek istiyorum. Kitapta pek çok insan portresi, aile fotoğrafı ve belge görüyoruz. Neden özellikle geride kalanların hikâyelerine odaklanmak gibi bir yöntem tercih ettiniz ve tabii bir de bu materyalleri nasıl elde ettiniz?
E.A: Çernobil'de okullar, hastaneler, devlet daireleri; Pripyat’ta apartmanlar boş ve yaşayan kimse yok. Bölgede, sınırlı sayıdaki köyde yaşayan az sayıda insan var. Kitapta yer verdiğim fotoğrafları ise ilginçtir ki, bu terk edilmiş mekânlardaki evlerde, çekmecelerde buldum. Bulduğum fotoğraf ya da albümler kimlerin; fotoğrafçıları kim, bilmiyorum bu nedenle. Ama anlıyorum ki o dönem oralarda yaşamış insanlar ve bu fotoğraflar, projeyi hayli zenginleştirdi. Mekân fotoğraflarının yanı sıra, orada yaşamış insanların izlerine ulaşmak beni çok etkiledi. Çünkü hepsinin bir hikâyesi var. O fotoğraflarla saatler, günler geçirmek beni derinden etkiledi.
Kitabın tasarımı
Kitabın tasarımını yapan Esen Karol ile yollarınız nasıl kesişti?
E.A: Kitapta yer alacak makalelerin seçilmesinden sonraki adım kitabın tasarımıydı. Bu aşamada Esen Hanım'la buluştuk ve o da çalışmadan etkilendi. Böylelikle proje içinde yer almak istediğini söyledi ve kitabın tasarımına başladık. Bizi son derece tatmin eden bir tasarım çıktı ortaya. Kitabı İngilizce ve Türkçe yayımlamayı planlıyorduk. Esen Hanım başka bir öneriyle geldi. Aynı görsel sayfalar bir matbaadan çıksın ama makaleleri içeren sayfalar farklı ciltlensin ve iki kitap olarak yayımlayayım, dedi. Bu fikir bize de cazip gelince yayıncı arayışına girdik. Açıkçası bu formatta bir kitap, yayıncılarla buluşmakta zorlanıyor. Daha çok Türkiye pazarı için bunu söylüyorum tabii. Bu aşamada devreye tekrar Cemil girdi ve Ceylan Yayınları’nı önerdi. İngilizcesini de “Manifold”dan yayımladık.
Burada belki Polen Ekoloji Kitaplığı’ndan bahsedebiliriz. Çernobil, Polen Ekoloji Kitaplığı’nın beşinci kitabı.
C.A: Türkiye'de 80’lerden önce kapsayıcı bir çevre hareketine rastlamıyoruz. 90’lı yıllardaki çevre hareketinin gelişimi de büyük oranda hükümetlerin enerji politikalarına karşı gelişen hareketler ve ilk büyük eylemleri de termik santrallere karşı. Ardından nükleer santraller ve nihayetinde 2000’li yılların başından itibaren de hidroelektrik santral projelerine karşı mücadeleler. Ancak nükleer enerji meselesi hak ettiği ciddiyette ve büyüklükte bir toplumsal hareket oluşturamadı Türkiye’de. Ekoloji hareketinin gündeminde birinci sırada yer alamadı. Bu aslında Türkiye ekoloji hareketinin bir handikapı. Fakat bu eksiklik bütün bileşenleriyle Türkiye'deki toplumsal muhalefetin de önemli bir eksikliği.
Polen Ekoloji Kolektifi
Çernobil, bizim için “olmuş-bitmiş” bir mesele olmadığı için bunu güncel tartışmalarla beslemek istedik ve kitaba da bu nedenle Polen Ekoloji Kitaplığı’nda yer verdik. Emin ağabeyin fotoğrafları, Çernobil Felaketi’nin etkilerini derinden gösteriyordu bize ve aslında ilk kez Türkçede böyle bir kitap çıktı. Nükleer felaketleri, nükleer enerjinin meşrulaştırılmasında kullanılan söylemleri, nükleerin “yeşil”e boyanmasını teşhir eden, genel olarak bu santrallerin ve Akkuyu NES’in ekonomik, siyasi ve halk sağlığı açısından yarattığı sorunları ve Slavoj Žižek ile Gunther Andres yazılarında olduğu gibi felaketin evrensel boyutlarını ele alan çalışmaları bir araya getirmiş olduk. Bizim için son derece onur verici bir çalışma oldu bu nedenle.
Polen Ekoloji olarak yapmaya çalıştığımız da tam olarak bu zaten. Ekoloji hareketinin gündemini bilimsel, akademik çalışma ve araştırmalarla beslemek, akademi ile hareket arasındaki kopukluğa son vermek. Kendi yerel sorunları ile mücadele ederken ekolojik mücadelenin evrensel, küresel boyutlarını yakalaması ve buna uygun olarak örgütlenmesini sağlamak. Egemenlerin bize dayattığı ve kapitalizmin “yeşile boyama” (greenwashing) çalışmalarını afişe ederek buna karşı da mücadele etmek. Polen olarak şunu da diyoruz yani: İklim Zirvesi’ni petrol şirketi CEO’suna yönettiremezsiniz, sizi görüyoruz ve gözümüz üstünüzde. Polen olarak bu sınırı aşmak istiyoruz.
Karanlık turizm
Kitaba geri dönecek olursak, Çernobil’in insanların yaşamına etkisini derinlikli bir şekilde ele alan Svetlana Aleksiyeviç’ten alıntılara da denk geliyoruz. Gitmeden önce Çernobil’e dair tahayyülünüz neydi?
E.A: Aslında gitmeden önce çok fazla bilgim yoktu. Hatta Çernobil’e gidilebileceğini çok geç öğrendim. Bölge 2012 yılında turizme açılmış, ben de 2015’te gidilebileceğini öğrendim ve hemen gittim. Bölgenin turizm hareketliliği sonraki yıllarda epey teşvik edildi. “Karanlık turizm” denilen bu turistik geziler 2020 yılı ortasına kadar sürdü. COVID-19 pandemisi nedeniyle kesintiye uğrayan geziler, hemen arkasından Rusya'nın Ukrayna’yı işgaliyle tamamen kesildi. Rus konvoylarının tehdidine karşı Ukrayna ordusu Çernobil'de mevzilendi ve bölgeyi bir tür atış poligonuna çevirdiler. Rusya ordusu girdiğinde ilk işgal ettiği yerlerden biri Çernobil’di.
İlk gittiğimde çok az bilgi sahibi olduğumu belirtmeliyim ancak zaman içinde araştırmalarım, okumalarım ve temaslarım ile bölgede yaşananları anlayabilmeye başladım. Civardaki köylere ulaştım, ki oralara günübirlik gelen turistlere ulaşamıyordu. Binaların, apartmanların içerisine girmeye ve çekim yapmaya başladım. Ama şunu belirtmem gerekiyor, yıllar içinde turizm hızla gelişti, ilk zamanlarda günde dört-beş minübüs ve 20-30 turist görüyordum oysa yıllar içinde günlük turist sayısı binlerle ifade edilir oldu. Fakat kimsenin beş günden fazla kalmasına izin verilmiyordu. Ardından binaların içine girilmemesi gibi, yasaklar başladı ancak benim de bu yasaklara uymadığım zamanlar oldu.
Bize dışarıdan korkunç görünse de siz Çernobil’in atmosferini nasıl tariflersiniz?
E.A: Büyüleyici belki de. Terk edilmiş köylerde evlerin içinden ağaçlar yeşeriyor. Çöken evlerin neredeyse hepsinde bir insan izine rastlıyorsunuz. Betonun içinden yeni bir yaşam doğuyor. İnsanlar çekildikten sonra çevrede vahşi yaşam gelişmeye başlamış. Yılkı atları, geyikler, tilkiler fareler, yılanlar… Yaşam yavaş yavaş geri geliyor Çernobil’e; ama Slavoj Žižek’in çok önemli bir sözü var, onu unutmamaya gayret ediyorum artık: Saf ideal doğa değildir bu dönüşümü sağlayan. Kendisi de dönüşmüş olan bir doğanın geri alma sürecidir bu.
Kitaba erişmek ve detaylı bilgi için tıklayın.
Emin Altan hakkında
1996 yılından beri fotoğraf projeleri üretiyor. Gemi inşaat mühendisi olarak 25 yıl boyunca sürdürdüğü kariyerine son verdi ve 2012 yılında başladığı devr-i alem sürecinde çektiği fotoğraflarla çöken uygarlıkların kalıntıları arasında çocukluğunun izlerini aradığı görsel bir hikâye yazmaya başladı.
2012-2017 yılları arasında çektiği fotoğraflardan oluşan Chaosmos kitabı 2018 yayımlandı.
2015-2020 yılları arasında çektiği fotoğraflardan oluşan Chernobyl/Çernobil kitabı 2023 yılında yayınlamdı. Fotoğrafı kendini ifade edebileceği bir dil olarak kullanan Altan uzun soluklu projelere odaklanarak çalışmalarını sürdürüyor, İstanbul fotoğrafları çekmeye devam ediyor.
1962, Çanakkale doğumlu. (TY/AÖ)