Merih Cemal Taymaz ve Sevda Alankuş Çerkeslerin 21. Yüzyılı'nı "Kimlik, Anayurt ve Siyaset” ve "Kültür, Toplum ve Gelecek” başlıklarıyla iki kitapta ayrıntısıyla tartışan, inceleyen, bilgilendiren, sorgulayan çok imzalı yazıdan oluşan kitapları yayına hazırladılar.
25 imzalı yazının biraraya geldiği İlk kitap kitapçılarda, ikincinin de 2022'nin ilk günlerinde okuruna ulaşması bekleniyor. Her iki cildin de kapak görselleri Asiyat Savkueva’dan.
"Kimlik, Anayurt ve Siyaset" üzerine kitabın önsözünü de yazan Merih Cemal Taymaz'la yazışarak konuştuk. Taymaz 1985’ten beri İsviçre’de yaşıyor. Dipnot Yayınları Siyasi Polisiye Dizisi editörü.
Bu kitaplar nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Berlin Duvarı’nın yıkılmasından hemen sonra, 1990’ların ilk yıllarından bu yana, Kafkasya’da yaşanan savaşlar ve siyasal gelişmeler, genel olarak bütün diasporada, özel olarak da Türkiye’de Çerkeslerin çok yakından ilgilendiği bir konu oldu.
Üstelik aynı dönemde sadece soykırıma uğradıkları ve sürüldükleri topraklarda değil, sürgün edildikleri topraklarda (Ortadoğu ve Balkanlarda) da alevlenen savaşlara tanık oldular Çerkesler.
Türkiye’deki Çerkeslerin, özellikle de söz konusu gelişmeleri ve 80li yılları yaşamış, birbirini izleyen iki kuşağının olup bitenleri hassasiyetle takip ettiklerini ve ortak bir kaygıyı dile getirmeye başladıklarını görüyoruz.
Bu iki kuşak daha sonraki yirmi yıl boyunca, çeşitli mecralarda Çerkeslerin sorunlarını nasıl dile getirebilecekleri, Çerkeslerle olduğu kadar, demokrasi mücadelesinin içerisinde yer alan kesimlerle nasıl ilişkilenebilecekleri sorularına da cevap bulmaya çalıştılar.
Giderek, sadece güncel ve bölgesel gelişmelerle sınırlı olmayan, bütün dünyada ve Türkiye’de yaşanmaya başlayan otoriterleşme, demokrasinin daralması, hakların gasp edilmesi, bölgesel savaşların neden olduğu kitlesel göçler gibi bütün halkları ve ezilen sınıfları etkileyen gelişmeleri de kapsayan politik bir tartışma zemini oluştu.
Amacımız bu yeni tartışma zeminini Çerkesler açısından tarif etmeye çalışmak, Çerkeslerin bu zemin üzerinde nasıl durduklarına bakmak ve bu tartışmayı bütün ezilen sınıfların, halkların, göçmen topluluklarının ortak talebi haline gelen yerel ve küresel bir demokrasi mücadelesine taşımaktır.
Bunların yanı sıra, çok geniş ve çeşitlendirilmiş bir alana yaydığımız makalelerle Çerkeslerin aktüel sorunlarını ve güncel düşüncelerini de yansıtmaya çalıştık.
Üç Bölüm'ün başlıkları ve yazılarDiasporada Varoluş, Mücadele, Örgütlenme: Türk Milliyetçiliği ve Çerkeslik - “Muavin Milliyet Bir” veya Pharmakon (Tanıl Bora), Mitik Bir Kâbus Olarak Çerkes İhaneti: Mehmet Bican’ın Çerkes Enişte Romanında Hain Çerkes Ethem İmgesi ve Resmi Tarih Anlayışı (Erol Köroğlu), Kimlik Haklarıyla Kendini Varetmenin İmkânları Açısından Soykırım Sonrası Çerkes Sorunu (Erdoğan Aydın), Türkiye’de Milli Kimliğin İnşası ve Farklı Etnik Grupların Durumu: Çerkesler Örneği (Cahit Aslan), Bir Tutunma Stratejisi Olarak Türkiyeli Çerkeslerin Kültürel Alana Yönelimi Eylem (Akdeniz Göker), Nesilden Nesile Çerkeslik, Dernekçilik ve Çerkes Siyaseti: Bir Aile İncelemesi (Ulaş Sunata), 1864’den Günümüze Çerkeslerin Örgütlenme, İnsan Hakları ve Demokrasi Mücadelesi ve KAFFED (Cumhur Bal), Türkiye Çerkeslerinin Demokrasi Mücadelesindeki Yeri: Kültürel, Siyasal, Ekonomik Örgütlenme Mücadeleleri ve Gelecek Ufku (Can Nart), Tam Bağımsızlık Hayal mi? Ya Özgürlük? (Yaşar Güven). Kadınlar ve Gençler: Hayaletin Yapıtaşlarının Peşinde: Türkiye’deki Çerkes Milliyetçiliğinin Toplumsal Cinsiyetlendirilmiş Arazileri (Setenay Nil Doğan), Tarihi “Çerkes Kadını” İmgesinin Gölgesinde “Çerkes Kadını”nın 21. Yüzyılı (Elmas Zeynep Arslan) Diasporada Kadınlık Halleri ve Çerkes Kadınları Üzerine (Birgül Asena Güven), Çerkes Örgütlenmeleri ve Kadınlar (Filiz Çelik), Asimilasyon - Ulus Ötesi Diaspora: Çerkes Gençlerinin Dil, Kültür ve Gelecek Öngörüleri (Ergün Özgür), Türkiye Çerkes Diasporasında Gençler: Ne Diyorlar? (Bahar Ayça Okçuoğlu). Anayurtlar, Dönüş ve Dış Politika: Osmanlı Dönemi Çerkes Diasporasında Anavatana Dönüş Sorunu (Georgy Chochiev), Türkiye'de “Dönüş” Düşüncesinin Gelişimi (Erol Taymaz), Diaspora’nın Gelecek Tasarımı ve Pratiği: Dönüş Sorunsalı (Bülent Jane), Abhazya Örneğinden Yola Çıkarak Vatana Dönüşün Hukuki Boyutu Üzerine Düşünceler (Anıt Baba /Papba), Abhazya Cumhuriyeti’nde Dönüş Sorunsalı ve Dönüş Politikaları (Behice Bağ Özveri), Anayurda Dönüş: Çerkes Kalma İdeası ve Eylemi (Denef Işık), Türkiye ve Rusya’nın Abhazya ve Güney Osetya’ya Yönelik Politikalarının Karşılaştırmalı Analizi (Muhittin Tolga Özsağlam), Çerkes Diasporasının Türkiye’nin Kuzey Kafkasya Politikasına Katkıları (Murat Özçelik). |
Bütün bu başlıklar/ konuların belirlenmesinde nasıl bir çalışma yaptınız?
Elbette böyle bir ‘’zemin tarifi’’, Çerkesleri günümüzdeki hallerine taşımış olan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ve Cumhuriyet’in kuruluşuna uzanan bir tarihe yeniden göz atmayı da gerektiriyor.
Hem Osmanlı Sarayının hem Milli Mücadelenin saflarında, iki taraflı dahil olma sorumluluğunu taşıdıkları bir yıkılış dönemini, tamamen dışlandıkları, "hain" ilan edildikleri, yargılandıkları ve yeniden iç sürgüne maruz bırakıldıkları kuruluşun hızlı med-ceziri izledi.
Sonrasında Çerkesleri, dillerinin yasaklandığı; yeni bir ideolojik tedrisatla inşa edilmeye başlanan Türklüğün içerisine entegre edilerek ağır bir asimilasyona maruz bırakıldıkları; Cumhuriyet öncesi dönemde ordu ve istihbarat içerisindeki rollerinin daha rafine biçimlerde yeniden düzenlendiği; siyaset sahnesinin ve sosyal hayatın görünen cephesinden kendilerini hissedilir ölçüde çektikleri, uzak tutuldukları bir dönem izledi.
Çalışmalarını, idealizmlerini hala takdirle andığımız ama değerleri ve bilinirlikleri Çerkes camiası ile sınırlı kalan Çerkes aydınlarının zaman zaman yarattıkları iştiyak ve heyecana rağmen, doksanlı yıllara kadar sürdüğünü rahatlıkla söyleyebileceğimiz yetmiş yıllık bir sessizlik ve zafiyet dönemi idi bu. Bu sessizliğin biraz olsun bozulmasını istedik.
İsimleri geçmiyor olsa da kitabın biçimi, kapsamı ve konu seçimleri, seksen ve doksan kuşaklarına mensup çok sayıda arkadaşla yaptığımız uzun görüşmeler sonrasında son halini aldı.
Her birine teşekkür ediyoruz. Yazılarıyla katkıda bulunan arkadaşların dışında bir o kadar da ön tartışmacısı oldu kitabımızın.
“Anayurtlar, dönüş ve dış politika” başlıklı üçüncü bölüm dikkat çekiyor özellikle. 1980’lerin ortalarında dillendirilmeye başlanan anayurtlara “dönüş” bugün bir politika olarak hala gündem olması siyasal bir tahayyül olarak ne anlam ifade ediyor?
Aslında sürgünün daha ilk aylarından başlayarak, küçük gruplar halinde ülkelerine geri dönme girişiminde bulunan, hatta bunun için Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli kademelerindeki yöneticilere, Rus ve Avrupalı diplomatlara arabulucu olmaları, yardımcı olmaları talebinde bulunan çok sayıda göçmenin olduğuna ama bunların çok azının kendi imkânlarıyla, gerek deniz yoluyla gerek karadan geri dönebildiklerine dair belgeler var.
Çerkeslerin iskân ve istihdam edilmeleriyle ilgili ilk yıllarda yaşanan kargaşanın yavaş yavaş ortadan kalkmasıyla, izleyen uzun yıllar boyunca dönüş girişimleri yatıştı ama niyet ve arzular hep canlı kaldı.
Bu arada kimi farklı ve makul niyetlerle, kimi Osmanlı’nın âli menfaatleriyle iç içe geçen ve onun himayesinde askeri harekata dönüşen Kafkasya’ya adım atma girişimlerine de şahit oluyoruz.
Birincisine örnek, İkinci Meşrutiyetin ilanından hemen sonra kurulan Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti bünyesinde okullar açmak ve Çerkesçe eğitimi organize etmek üzere Kafkasya’ya Çerkes eğitmenlerinin gönderilmesidir.
İkincisine örnek ise, 1916 yılında Enver Paşa’nın teşviki ve himayesiyle kurulan Şimali Kafkas Cemiyeti’nin, 1918 Mayıs ayında Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’ni ilan etmesi ve bu sırada Osmanlı ordusunun desteğini almasıdır. Ama çok kısa bir süre sonra İttihad ve Terakki hükümetinin düşüşü ve Osmanlıların mağlubiyetiyle Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti de son buldu.
“Dönüş” fikri tekrar ne zaman ve nasıl oluştu?
Daha sonra 1975/80 yıllarına kadar, tekil bazı örneklerin dışında, dönüş fikri ciddi ve fiili biçimde Çerkeslerin gündemine girmedi.
1975/80 yıllarının yükselen sol hareketleri içerisinde yer alan Çerkes gençlerinin Kafkas Kültür Dernekleri’nde etkinlik kazanmaya başlamalarıyla camiada yeni bir fikrî cereyan ortaya çıktı.
Türkiye’de sosyalizmin sorunlarının yanı sıra, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı (UKTH) ve Sovyetler Birliği’nde, özellikle de Kafkasya’da ulusal sorunun çözümü ile ilgili teorik metinler ve somut uygulamalar incelenmeye ve tartışılmaya başlandı.
‘’Revizyonist’’, ya da ‘’sosyal emperyalist’’ bir Cumhuriyetler Birliği’nin sınırları içinde kalan Kafkasya’ya dönmenin devrimci bir alternatif, bir çözüm olarak düşünülüp düşünülemeyeceğini tartışmaya açtılar.
O dönemin koşullarında gerçekleşmesi imkânsız gibi görünen dönüş fikri, söz konusu jenerasyonun zihninde bugüne kadar gelen pozitif bir ütopya, bir fikri takip işlevi gördü.
90’lı yıllarda Yugoslavya ve daha sonra da Suriye savaşlarının mağdurları olarak, Çerkes cumhuriyetlerine ve Abhazya’ya gruplar halinde sığınma talebinde bulunan mülteci başvurularının yoğunlaştı.
Koşulları giderek daraltılsa da başka ülkelerden gerek bireysel gerek ailece yapılan başvuruların kabul edilmeye başlanması, dönüş fikrinin o kadar da imkânsız olmadığının görülmesini ve üzerinde ısrar edilebilecek bir tercih olarak kabul edilmesini kolaylaştırdı.
Yine de tekil, aileler düzeyinde, küçük gruplar halinde dönüşleri bir yana bırakırsak, dönüş fikrinin diasporada yaygınlık kazanabilmesinin önünde sayısız engel var.
En önemlisi belki, tekinsiz bir dünyada yaşıyor olmamızın neden olduğu yakın gelecek kaygılarının hem genç kuşakları hem de yaşlı kuşakları dönüş gibi fazlasıyla radikal bir karar almaktan alıkoyuyor olması.
Çerkeslerin Türkiye’deki geleceği ile ilgili neler söylenebilir?
Her şey bugüne kadar geldiği gibi gitmeye devam ederse... Önümüzdeki yarım asır içerisinde kaybolmaya mahkûm bir halklar topluluğu haline geldi Çerkesler.
Örnek vermek gerekirse, Ubıhça bilen son insanlar da aramızdan ayrıldıktan sonra, Ubıhları sadece kendi ifadeleri ile yetinerek, onların ailelerini, geçmişlerini bilenlerin tanıklıkları ile ya da atalarının yaşadıkları köyleri repertorize ederek tanımlayabilme noktasındayız artık.
Diğer Batı Kafkas Dilleri arasında sayılan Abhazca, Adigece, giderek unutulma tehlikesi ile karşı karşıya. Çok da uzak olmayan bir gelecekte Türkiye, Lazca, Süryanice, Zazaca, Romanca, Hemşince gibi dillerin yanında Abhazca, Adigece’nin de ölmesiyle bir diller ve kültürler mezarlığı haline gelebilir. Bu durum sadece o dil(ler)i konuşan (gerçekte artık konuşamayan) halklar için bir tehdit olmakla kalmıyor.
Böylesine kültürel bir zenginliği görmezden gelen, bu zenginliğin taşıyıcısı olan halkları ve dillerini inkar eden bir anlayışı sürdürmekte ısrar eden hakim Türk-Sünni devlet geleneğinin izlediği politikalar, bu güne kadar açtıkları yaralar bir yana, Türkiye’nin demokratik geleceğine de onulmaz yaralar açıyor ve bu dışlayıcı, kendisi-için devlet ideolojisini kabul etmeyen herkesi, hepimizi kaybettiğimiz şeylerin adlarını bile koyamayacağımız, hayıflanmayı bile aklımıza getiremeyeceğimiz bir unutuşla/unutuluşla karşı karşıya bırakıyor.
Sadece söylemlerden ibaret, mozaiği mermere dönüştüren bir devlet anlayışının icat ettiği, kullandığı ‘’kurucu unsur’’ kavramı da böylece şüyuu vukuundan beter bir ‘’boş-gösteren’’ olarak işlev görüyor.
Bir iki üniversitede Çerkesçe dil bölümünün açılması, orada burada kendi yağlarıyla kavrulmaya bırakılan Çerkesçe kurslarına izin verilmesi, devletin, kitle ve meslek örgütlerinin, siyasi partilerin bazı mevkilerine Çerkeslerin de atanabildiklerinin, seçilebildiklerinin ileri sürülmesi bu gerçeği değiştirmiyor.
Bunlar elbette, Çerkeslerin geleceği ile ilgili ortaya çıkabilecek tablonun karanlık versiyonudur. Ama açık bir demokrasi tercihinin ve mücadelesinin, bu tablonun sadece Çerkesler için değil, bütün diğer halklar için, kadınlar için, ayrımcılığa uğrayan, haklarını talep eden bütün kesimler, bütün göçmenler için de aydınlanmasını sağlayacağına inanıyoruz.
Son dönemin Çerkes örgütlenmelerine ve inisiyatiflerine, sosyal medya gruplarına bakıldığında Çerkes kimliğinin tanımlanmasında olduğu kadar farklılaşma ve ayrışmasında da önemli rollerinin olduğu anlaşılıyor. Bu durum Çerkeslerin hak talepleri açısından ne ifade etmektedir?
Çerkeslerin kim oldukları, Türk olup olmadıkları, kendilerini nasıl tanımlamaları gerektiği konusunda Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, çoğu zaman baskın devlet söyleminden beslenen bir tartışma durmadan sürdürüldü.
DW Türkçe’de yayınlanan bir video haber vesilesiyle, devlet söylemine yakın sosyal medyada, gazetelerde, politikacıların ifadelerinde de örneklerini gördük bunun. Çerkeslere, yanlış ve eksik bilgilerle, ön kabullerle, peşin hükümlerle yüklenen tanımlamalar bunlar.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın bazen ırk olarak, bazen milletin bir unsuru olarak Türk olmayı kabul etmeyi zımnen, olmazsa mecburen içerdiği; Çerkeslerin aslında Türk oldukları resmî söylemi hep yürürlükte kaldı.
Çeşitli kesimlerin Çerkes kimliğinin tanımlanması konusunda öne sürdükleri farklı düşünceler ve ayrışmalar, hemen hemen bütünüyle Türkiye siyaseti içerisinde aldıkları pozisyonlardan kaynaklanıyor.
Çerkesler arasındaki bu siyasal tutum farklılıklarının zamanla üstesinden gelmeyi umut etmekten başka yol yok herhalde.
Bu kitabın ön çalışmalarını yaparken, kendilerini siyasal yelpazenin neresinde konumlandırıyor olurlarsa olsunlar, devletin resmî kabullerinin/dayatmalarının dışında düşünen hemen bütün Çerkeslerin sosyolojik, tarihsel, kültürel yaklaşımlarının ve taleplerinin birbirine ne kadar yakın olduğunu gördük.
Bu durumun hak taleplerimiz açısından ne ifade ettiği sorusuna tam da burada, Sevda Alankuş’un bianet’te Çerkeslerin 21. Yüzyılı kitaplarının kapaklarına aldığımız Asiyet Savkueva’nın kırkyamalarının bizim çeşitliliğimize de gönderme yaptığını anlatan yazısına şu cümleleri ekleyerek cevap vermek isterim.
Elimizde Asiyet’in elindekilerden daha fazla bir şey kalmadı. Küçük küçük, rengarenk, giderek azalan, şuraya buraya dağılmış kültürel, linguistik, geleneksel, müzikal parçalar bunlar. Kılıçlarımızı ve tüfeklerimizi ise bıraktık artık. Atlarımızı da yılkıya saldık. Asiyet’in elindeki iğneler bizim için çok daha işlevsel. Dağılan parçalarımızı demokrasinin kırkyamasına eklemek için ve iğnelerle kuyu kazmak için.
Çerkes tanımının giderek Adige etnik kimliğini ifade edecek şekilde kullanılmasının yaygınlaştığını ama kültürel üst kimliği ifade edecek şekilde kullanılmaya da devam edildiğini görüyoruz. Siz kitapta nasıl kullandınız?
Kitaptaki yazıların önemli bir kısmı Çerkesliği bir üst kimlik ifadesi olarak ele alıyor. Elbette bu konuyu farklı ele alan arkadaşlar var. Çerkes tanımını Adige etnik kimliği olarak ifade etmeyi/açmayı hedefleyen bir kitabın çerçevesi kuşkusuz biraz daha farklı olurdu.
Bugünkü Adigey, Karaçay/Çerkes ve Kabardey/Balkar Çumhuriyetlerini içine alan ve Adigelerin yurdu olarak bilinen coğrafi bölge Çerkesya adıyla geçiyor bazı eski haritalarda.
Çarlık Rusya’sı, Sovyetler Birliği ve en son Rusya Federasyonu rejimleri altında gerçekleşen siyasal çalkalanmalar, rejim değişiklikleri ve merkezi yönetimlerin otokton halkları etkisizleştirmek üzere uyguladıkları nüfus planlamaları nedeniyle, bölgedeki halkların adlandırılması ve Adige etnik kimliğine uygun yasal ve siyasî bir çerçevenin Rusya Federasyonu tarafından kabul edilmesi yönünde bir eğilim de var.
Nüfus planlamaları iskân politikaları, nüfus kompozisyonlarına müdahale, Cumhuriyetlerin statü ve yetkilerinde kurumsal ve yasal sınırlamalar, yeniden sayımlar vb. anlamına geliyor.
Bu halklar, coğrafî olarak aynı bölgede oldukları için, tarihî süreçlerini de çok benzer biçimlerde yaşadılar. Sosyolojik olarak birbirlerine çok yakındırlar.
Gelenekleri, kültürleri, inanışları itibariyle birbirlerinden ayırt edilmeleri çok zordur. Bazıları aynı dilin farklı lehçelerini, ağızlarını konuşurlar.
Bir tek Ubıhça kendine has özelliklere sahiptir. Eski Çerkesya’ya komşu olarak yaşayan Abhazlar ve Osetler ise kendi dillerini konuşurlar. Adigeler, Abhazları Azğe, Osetleri (Asetinleri) Kusha olarak adlandırırlar.
Çerkeslerin kendi etnik kökenlerine ve aidiyetlerine bu denli değer veriyor olmalarının en önemli nedenlerinden biri dillerini yaşatma kaygısıdır. Ama bir yandan da saydığımız halkların tümü birlikte, Çerkes ‘’üst kimliği’’ nedeniyle soykırıma uğradılar, sürgün edildiler.
Yani minör etnik kökenlerinin ötesindeki üst kimlikleriyle. Hatta fazladan, soykırım ve sürgün felaketini izleyen yıllardaki dağıtılma, yeniden sürgün/iskân edilme, savaşlara katılma/ ‘’isyan’’ bastırma, kahraman ve hain ilan edilme, asimilasyon/ yok sayılma ve sinme süreçlerinden oluşan bir ortak kaderin, diasporadaki bu minör kimliklere Çerkes üst kimliğinin bir unsuru olarak nüfuz ettiğini söyleyebiliriz.
Çerkes kimliği/Adige kimliği, gerek Kafkasya’da gerek diasporada uzun yıllardan beri tartışılan bir konu. Kısa zamanda da sonuçlanacağa benzemiyor. Şunu söylersem, belki sorunuza başka bir yönüyle de cevap vermiş olurum.
İlk gençliğimizden bu yana bir araya geldiğimiz hemen her seferinde hep birlikte olduk. Derneklerde, düğünlerde, toplantılarda, yürüyüşlerde hep birlikteydik. Hala birlikteyiz. Bu kitabın ana hazırlık grubunda Abhaz, Oset, Ubıh ve Adige arkadaşlar, birlikte çalıştık.
Çerkes kadınlarının geleneksel Çerkes kültüründeki yeri ve geleneğin icadında kendilerine atfedilen rollerine nasıl bakılıyor? Almasti hareketine gösterilen tepkilerden biliyoruz ki kadın/erkek eşitsizliği konusunda ya kol kırılır yen içinde kalır deniliyor ya da redde dayanan bir tavır alınıyor.
Kitabınızda kadınlarla ilgili ayrı bir bölüm var. Görüyoruz ki aslında dernekler kadınlar için ikinci bir ev niteliğinde, bir bakıma da yarı kamusal alanlar. Kadınların bu alanlardaki varoluşları ve bu durumun bir değişim yaratıp yaratmadığı konusunda neler söyleniyor, siz ne söylüyorsunuz?
Çerkesler Türkiye’de kendi kültürel değerlerini ve kendilerini geçmişten devraldıklarına, dolayısıyla geleneksel olduklarına inandırdıkları (bu, geleneğin icadıdır aslında) davranış normlarını, folklorik obje ve süjelerini, farklılıklarını, kuşkusuz naif bir muhafaza endişesi ve haklı bir beka kaygısıyla, bazen abartarak anlatırlar.
Geçmişe ilişkin anlatılarında (kahramanlık, savaşçılık hikayelerinde) olduğu kadar, günümüzde Çerkeslerin yaşamı ile ilgili anlatılarında da hissedilir bu abartı. Çerkeslere dışarıdan yakıştırılan ve kulağa hoş gelen sıfatlarla da beslenir bu ön kabuller.
Çerkeslerin savaşçı bir halk olduğu söylemi, akla ister istemez Amerikan kovboy filmlerinde yerli kabilelerinin uysal ve vahşi kabileler biçiminde sınıflandırılmalarını getirir. Şu farkla ki, biz hem uysalızdır hem vahşiyizdir.
Çerkes kadınlarının güzel oldukları söylencesi de muhtemelen saray kaynaklı bir söylencedir. Gerçekte Çerkes kadınları sadece Laz kadınları, Kürt kadınları, Angolalı ya da İrlandalı kadınlar kadar güzeldirler.
Bu kitapta kadınlarla ilgili bölümde yazan arkadaşlarımız, tarih boyunca Çerkes toplumunda kadının rolü ile ilgili olduğu kadar, özellikle Osmanlı toplumu ve Cumhuriyet rejimiyle paylaşılan "modern zamanlar"da, Çerkes toplumunun kadınlara tahsis ettiği "müstesna" yerin yavaş yavaş nasıl rahatsız edici bir konumlandırmaya dönüştüğünü dernekler, derneklerde üstlendikleri görevler, aile ilişkileri, kadınların erkeklerle karşılaştıkları alanlar, geleneksel "Çerkes kadını" söyleminin sırtlarına yüklediği ağır yük ile ilgili tespitlerini yazdılar ve değişim önerdiler.
Önerdikleri değişimin haklılığını, Almasti Hareketi’nin yazılı ve sözlü olarak ifade ettiği düşüncelere, Çerkes camiası içinden gelen kimi erkek ve gelenekçi kızgınlıklar gösteriyor.
Almasti Hareketi’ni, bugüne kadar Çerkes âdetlerini, geleneklerini bahane ederek, "Çerkes kadını" mitinde ısrar eden erkek egemen tutuma pozitif, haklı bir itiraz olarak değerlendiriyoruz.
Merih Cemal Taymaz Hakkında1953 doğumlu. Düzce'nin Kirazlı/Siyokhable köyünden. Annesi Tletserukh/Abzeh, babası Tyemez/Şapsığ. Siyasi faaliyetleri nedeniyle 1978 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ni, 1985'te de Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. İsviçre'de uzun yıllar "Kağıtsızlar Hareketi" içinde yer aldı. Kişisel tarihi ve kendisinden önceki nesillerin zorunlu yer değişiklikleri nedeniyle kendisini ezeli, ebedi ve zihinsel muhacir olarak görüyor. Anadili olmadığı halde, politik düşüncelerinin ve hayata bakışının önemli bir bölümüne kaynaklık ettiği için Türkçeyi ve yazınını da çok seviyor. Dipnot Yayınları'nın Polisi'ye Dizisi'ne eşlik ediyor. |
(ANPK)