Benim Cenin'de ne işim vardı?
Çocukların düşlerinde seyyahlık yapmak istemiştim sadece...
Batı Şeria'da dolmuş yolculuklarımdan birinde yanımda oturan birine yol sorarken konu konuyu açtı ve orada haberdar oldum kamplarda yaşayan çocuklarla kısa film atölyesi düzenlendiğinden.
Tanıştığım kişi Ramallah'ta bir haber ajansında çalışıyordu ve bu çalışmaya katılmak istersem bana yardım edebileceğini söyledi. Kabul ettim tabi. Telefonlar alındı, verildi.
Benim atölyeden haberim olduğu sırada Nablus'taki kampta atölyenin ilk çalışmaları sürüyordu. Ben projenin ikinci durağına katılacaktım. Amaç bir hafta içinde çocuklara öykülerini yazdırıp, sonra onları nasıl görsel anlatabileceklerini sağlamak için öykülerin planlarını çıkartmaktı atölyenin ilk üç gününde.
Bir haftalık atölye çalışmasının kalan zamanında çocuklar gözetmenleri eşliğinde senaryo haline getirdikleri öykülerini dijital kamerayla çekip bilgisayarda çok basit bir montaj programını kullanarak kısa film haline getireceklerdi.
İlk duyulduğunda kulağa inanılmaz geliyor... Ben de inanmamıştım ama yine de yerinde görmek istedim çalışmayı.
Birkaç gün sonra yeni atölye için Cenin'e gittim. Oradaki proje koordinatörü ve çalışmada gönüllü çalışacak arkadaşlarla tanıştım. Koordinatör Hint asıllı bir Amerikalı akademisyen. Amerika'dayken Filistinli bir arkadaşıyla karar vermişler böyle bir çalışma yapmaya, ancak arkadaşının Amerikan vatandaşlığı olmasına rağmen vize alamadığı için girememiş ülkesine ve çalışmayı Ürdün'deki kamplarda yürütmeye başlamış. Gönüllü ekip liderleri de Cenin'de yaşayan üniversite öğrencileri ve öğretmenler. Mekan ise oradaki bir çocuk merkezi.
Cenin'de tanışma günümü aslında çalışmaya katılıp katılmama günü olarak düşünüp öyle çıktım yola. Tanışmamın ilk saatlerinde ise kalmaya karar verdim, altı gün boyunca kalacaktım. Nerede mi kalınacak, kalmaya karar verdiğimde o konuyu atlamıştım. Kalacak yer çok da önemli değildi, her gün Ramallah-Cenin arasında mekik dokuyabilirdim oradakilerin gözlerindeki merak ve heyecanı gördükten sonra.
Ekip liderleriyle ilk toplantının ardından yanıma üniversitede okuyan üç kız öğrenci geldi ve sırayla beni ağırlayabileceklerini söylediler. Seçenek üç aile, bundan güzeli mi olur. Hem çocuklarla zaman geçireceğim, hem üniversite öğrencilerini daha yakından tanıma şansım olacak, hem de aile yaşantılarını tanıyacağım. İyi ki kabul etmişim. Benim şimdi Cenin'de üç güzel ailem var.
Atölyenin ilk gününde Nitin (proje koordinatörü) iki saat boyunca ekip liderleri ve benim olduğum toplantıda haftalık planı anlattı. Sonra da dışarıda bekleyen çocuklarla tanıştık. Nitin çocuklarla birlikte de atölyenin nasıl olacağına ilişkin bir toplantı yaptı. Liderler eşliğinde yedi grup oluşturdu ve çocuklardan ertesi güne kadar "Filistin'i Düşlemek" başlığında birer öykü düşünmelerini istedi.
Ertesi gün sabah erkenden toplandık ve çocuklar önceki gün düşündüklerini yazmaya başladı.
Öğleden sonra, Cenin'de yaklaşık 25 çocukla bir sınıfta oturmuşuz. Çocuklar ellerinde öyküleri, sırayla okuyorlar. 10 yaşlarında bir kız çocuğu ayağa kalkıyor. Adı Yafa olsun. Öyküsünün yazılı olduğu kağıt elinde değil. Ezberden okuyacak öyküsünü diye düşünürken, başlıyor "Filistin'i Düşlemek" başlıklı kısa film atölyesi için hazırladığı düşünü anlatmaya... Gözlerimiz onda, kulağımız onun sözlerini çeviren arkadaşta...
"Benim düşüm abimi bir kez daha görebilmek... Onu bir kez daha görebilecek miyim?"
Düşü bu kadar. Şehit fotoğraflarının gölgesinde onu dinlerken, düşlerin nasıl iki cümleye sığabildiğini düşündüm.
Sihir, düş perileri, altın saraylar... Ne kadar çok şartlamışız kendimizi zorla yaratılmış varlıklara...
-Anlık sessizliklere alıştım oradayken. Burada sohbetlere sessizlik düştüğü an konuşacak laf kalmadığını düşünürdüm. Ancak oradaki çoğu sessizlik susmanın tercih edilmesinden kaynaklanıyor.
Bir şeyler sormak, söylemek istersin ama doğru sözcükleri seçmek için beklersin.-
Yafa'nın sözlerinden sonra o anlardan birini yaşadık. Cümlesini söyledi ve oradaki öğretmenler de dahil olmak üzere sustuk. Daha sonra ablası olanları anlattı.
Yafa'nın abisi bundan 6 yıl önce tutuklanmış ve 6 yıldır mahkeme önüne çıkarılmamış. Ailesi yalnızca oğullarının hapiste olduğunu biliyor. Yafa'nın ailesi kızlarının düşünün gerçekleşmeyeceğini bildiği halde en azından onun düşünün bozulmaması için ona abisinin bir gün döneceğini söylüyor. Yafa abisini göreceği günü düşlemeyi sürdürüyor...
Konuşma sürdü, henüz 10 yaşında olan kız çocuğu bir gün de evini tekrar görmek istediğini söyledi. Başta hiçbir şey anlamadık. Ekip liderlerinden biri komşusuymuş onların. Evin öyküsünü ise komşu teyzesi anlattı.
Birkaç yıl önce Yafa'nın ailesi, evi hemen boşaltmaları gerektiğini, evlerinin bombalanacağı haberini almış. Annesi Yafa'yı apar topar başka bir mahallede oturan teyzelerinin evine götürmüş. Bir gün geçmiş, iki gün... Yafa evlerine dönmek istemiş. Her çocuk gibi... "Ev yok!" demişler ona. "Neden yok? Nasıl yok?", "Ev yok!" demişler tekrar. "Uçtu!". İnandıramamışlar. Nasıl inansın ki çocuk onca gerçeğin arasında koskoca evin uçacağına?
Yafa evlerinin yokluğuna ancak evlerinden geriye kalan moloz yığınlarını gördüğünde inanmış.
Çocuklar, bir diğer öyküde de, geçtiğimiz yıl gazetelerde okuduğumuzda kilometrelerce öteden kanımızı donduran haberin kahramanının, kendi arkadaşlarının hikayesini anlattı.
Arkadaşları, kampın dar sokaklarında elinde gitarıyla şarkılar söyleyerek dolaşan bir çocuk. Adı Ahmed İsmail Hatib. Geçtiğimiz yıl 12 yaşındaydı.
Ahmed bir gün, Ramazan Bayramı'nın ilk günü, gitarını bir kenara koyup oyuncak tüfeğini alıp, çıkmış.
İsrail askerleri, 12 yaşındaki çocuğun onlara taş attığını bahane ederek, elinde oyuncak tüfeği olan çocuğu karnından ve başından vurmuş.
Oğullarını bir gün sonra kaybeden aile Ahmed'in organlarını bağışlamış.
Ahmed'in kalbi, kendisi ile aynı yaştaki bir kıza nakledilmiş. Karaciğerinin bir parçası 6 aylık bir bebeğe, bir parçası 56 yaşındaki bir kadına, böbrekleri de 5 yaşındaki bir erkek çocuğa, akciğerleri de 5 yaşındaki bir çocuk ile 4 yaşındaki bir kız çocuğuna hayat vermiş.
Ahmed'in organları şimdi 6 İsrail vatandaşında, gitarı evde, fotoğrafları kendisine çok benzeyen kardeşinin boynunda, sınıflarda, evlerde...
Zor bir kentti gittiğim kent. 67 yılında altı günde üç ülkeyi işgal eden İsrail karşısında bu kentin insanları 2002 yılında dışarıdan hiçbir yardım al(a)madan altı gün direnmişti.
Çocuklardan biri de, 14-15 yaşlarında irikıyım bir delikanlı adayı -delikanlı dememi tercih edecektir-, öyküsünde kentini tanıtıyordu. Öyküyü senaryolaştırma ve çekim aşamasında ben Cenin'e gezmeye gelen bir turist oldum, orada dolaşırken kurmaca adı Cenin olan bir kız çocuğuyla tanıştım ve bana kenti o kız gezdirdi.
İlk başta çok sevimli ve keyifli bir senaryo gibi geliyor kulağa. Senaryoya göre biz Cenin'le çarşıda karşılaştık, tanıştık, bana kenti birlikte gezebileceğimizi söyledi. Önce tarihi çarşıya girdik, esnafla sohbetler, sokakta oynayan çocuklarla birlikte seksek oynamalar, hatta çekimler sırasında bir de düğün alayıyla karşılaştık, onlarla bile çekim yaptık...
Senaryonun kalan kısmında ise tarihi bir kenara koyduk, Cenin bana bugünkü kenti gezdirmeye başladı. Tümü bombalandıktan sonra tekrar yapılan kamp, yıkıntılar, bombalanmış evler, şehitlik...
Cenin'i gören bir tepeye çıktık. Delikanlı bana, "Buradan bombaladılar" dedi. "Hemen yamaçta kurulmuş 2002de yaklaşık 13 bin kişinin yaşadığı kampı buradan tek bir ev bile ayakta kalmayasıya buradan bombaladılar". O zamanı hatırlayıp hatırlamadığını sorma hatasına düştüm. "Tabi ki hatırlarım" dedi.
Sonra -sanırım- bir kilometrekarelik, daha büyük olma olasılığı yüksek, bir alandaki enkaz yığınının gösterdi. Askeri karargahmış. "Onu da hatırlıyorum" dedi. Arada bombaların çıkardığı seslerle konuşmasını sürdürürken bir an sanki bir filmin herhangi bir sahnesini dinliyorum sandım.
Başka bir öyküde uzun yıllar sonra ilk kez hamile kalan bir Filistinli kadının kontrol noktasında uğradığı saldırı sonucunda bebeğinin engelli doğması ve doğduktan kısa bir süre sonra hayatını kaybetmesi anlatılıyordu.
Bir başkasında arkadaşlarıyla tarlada oyun oynarken çocuklardan birinin mayın patlaması sonucu sakat kalışı...
Hayatlarında bu kadar "fazla" gerçekle iç içe yaşayan çocuklara "Filistin'i Düşlemek" gibi bir başlıkla gitmek bir yabancı için çok heyecan verici ilk başta. Hayallerini, düşüncelerini kurguya döktüklerinde nasıl sonuçlar çıkacağını önceden kestirmeye çalışmak...
Ben oraya giderken birtakım hikayeler kurgulamıştım kafamda neler anlatılabilir diye. Anlatılan 25 öykünün hiçbirinde sihirli bir değnek ya da durumu bir anda tersine çeviren hayal ürünü güçler yoktu. Onun yerine unutmamak, paylaşmak, direnmek vardı.
Atölyenin sonunda orada çıkarsız, çok güzel sohbetler, arkadaşlıklar kaldı.
Bir de çalışmaya katılan çocuklara ve ekip liderlerine Ramallah'ta Birzeit Üniversitesi'nde atölye çalışmalarıyla ilgili birer katılım belgesi verildi. Nablus ve Cenin'den gelenlerle çekilen filmler izlendi. Açık hapishane durumundaki şehirlerinden belki de ilk kez çıkan çocuklar kendi çektikleri filmleri dört dörtlük bir salon olmasa da bir salonda birlikte izlediler. Kampus ve üniversiteyi gördüler, yeni insanlarla tanıştılar. Dabka, onların halayı, oynadılar, şarkılar söylediler... (BK/KÖ)