Yeğenim ve kızım bu kadınlar elinde iyi bakılmayacağımı ileri sürerek beni bir huzurevine yatırıp bakımımı profesyonel ellere bırakmayı düşündüler. Bunu çekine çekine bana teklif ettiklerinde kabul ettim. Kızım yurt dışında oturuyor, yeğenim ise İstanbul'da, akılları bende kalıyor.
Yeğenimle kızım gidip gözleriyle görmek istediler. Sevinçle döndüler. Çengelköy'ün tepesinde Boğaz manzaralı bir yermiş. Başhemşire olumlu bir etki yapmış. Odaların döşenmesi güzelmiş.
Gerçekten abartılmamış. Benim tek kişilik odam, karşı duvarı baştan aşağı pencere. Manzara şahane, duvar kağıdı uçuk sarı üzerine minik papatya desenli. Ahşap dolap ve yatakla güzel bir ahenk yapıyor.
Kafeterya dedikleri sonradan ilave edilmiş, tepenin üzerinden Boğaz manzarasına doğru uzanan büyük bir yemekhane. Burada kalanlar kadınlı erkekli beraber oturup yiyorlar. Ben henüz onlara katılmadım.
Çoğu zaman odamda ya da yandaki salonda portatif bir küçük masada yiyorum ve yazıyorum. Yemekler fena değil. Mutlaka bir çorba, lezzetli, ardından bir sebze yemeği, yoğurt veya salata veriyorlar. Daha ne olsun! Kısacası ben burada olmaktan memnunum. Evde o ilgisiz kadınların elinde daha zordu hayatım.
Ankara'daki arkadaşlarımı özlüyorum ama şimdi de İstanbul'daki arkadaşlarımı buldum. Hepsi de sıra sıra geliyorlar.
Burası iyi bir yer. Bakıcılar sevecen davranıyorlar. Arada komik olaylar da oluyor. Yakındaki bir odada kalan bir hanım, saat tuttum, iki saniyede bir "Ayla" diye sesleniyor. Öyle acıklı bir sesle bağırıyor ki Ayla olmasa da yanına biri koşuyor.
Meğer odadaki eşyaların adını soruyormuş. En başta da tuvalet kâğıdı rulosunu. Bin kez söyleseler yine aynı şeyi soruyormuş. Personel arasında incecik ufak tefek bir kız var, adı Meryem. O da birkaç kez tuvalet kâğıdı dedikten sonra kadın yine sorunca ondan beklenmeyecek bir mizah kabiliyeti ile "kese kâğıdı" demiş.
Hanım kızmış "Sen benimle alay mı ediyorsun, o tuvalet kâğıdı" demiş. Demek biliyor ama yine de soruyor. Bence yanına gelsinler diye.
Kızımın bir lâfı vardır. "Bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete." Haberleri dinledikçe buna daha çok inanıyorum.
Bir de Nuran Hanım sorunu çıktı. O hanım...
Eski arkadaşlar beni hiç bırakmıyor. Buraya geliyor. Burası onlara çay kahve ikram ediyor.
Semra Hanımın akrabaları geçen gün geldiler. Ben de salondaydım. Herhalde onun tuvalet kâğıdını sorma tutkusundan haberleri var ki avucuna "tuvalet kâğıdı" yazıp, adını unutunca kimseye sorma buradan oku dediler.
Sonuç: Semra Hanım gene başına feci bir şey gelmiş gibi seslenince koşanlara bu kez avucunu gösterip burada ne yazıyor diye soruyor. Yani tuvalet kâğıdından kurtuluş yok.
Nuran Hanıma gelince; bir gece koridordaki ışığın yarı aydınlattığı odamda yüzümde ve gözlerimin üzerinde dolaşan buz gibi soğuk parmakların teması ile uyandım. İlk anda bir hayalet sandım. Beyaz saçları ve beyaz pijamalarıyla tıpkı bir hayalete benziyordu. Kadını tanıdım ve belki uykusunda dolaşıyor diye aniden uyandırıp kötü olmasından korktuğum için sesimi çıkarmadım.
Biraz sonra personelden bir iki kişi açık kapımı görerek geldi ve kadını "hadi odana" diyerek götürdü. Ama ne fayda! Kısa bir süre sonra kapımı açıp yine geldi. Bu kez dik dik bakarak "şaka çok kötüydü, böyle şaka olur mu" diyerek söylenmeye başladı.
Ne şakası, kim şaka yaptı diye sorduğumda "sen" dedi. "Beni ve kocamı yağmurda bıraktın, içeri almadın" dedi. "Ne zaman oldu bu" diye sorduğumda da "şimdi" dedi.
"Hani yağmurda ıslanmıştın? Bak kupkurusun" dedim. "Ben kurudum ama kocam ve yanındaki kızın kucağındaki bebek sırılsıklam oldu" diye sitemli sitemli konuştu. Sonra da "laubalilik çok fenadır, sen laubalilik yaptın" dedi.
Baktım mantık dinleyecek gibi değil sesimi çıkarmadım. Birden su istedi. "Ben kalkıp verecek durumda değilim, istersen benim suyumu iç" diye bardağımı uzattım. "İçine ne koydun" diye sordu. Ben şaşırınca "Senden her şey beklenir.
Aaa, balkonun da var. Oradan atlayıp ölebilirsin" dedi. Bu sözler beni korkuttu. İdareye haber verdim. Onlar da Nuran'ı bir kat yukarı almaya söz verdiler.
Kafayı yemiş ama nedense bana düşman olmuş... İdare onu yukarı kata almaya kalkışınca kıyameti koparmış. "Çıkarırsanız kapıyı pencereyi kırarım" demiş. Baş hemşire Nezihe Hanım o zaman kızına ödetiriz deyince "O zaman bir şey yapmam" demiş. Anlayacağınız evlat sevgisi huzurevini tahrip olmaktan kurtarmış oluyor.
Ama Nuran Hanımın sonu feci oldu. Boyuna dolaşması ona felâket getirdi. Düşüp kalça kemiğini kırdı. Şimdi hastanede. Zavallı kadın. Aslında yalnızlık çekiyor ve birileriyle ahbaplık kurmak istiyordu. Nuran Hanım olmayınca burası gerçekten huzurlu oldu.
Geçen akşam Nezihe Hanım onu yatırmaya gitmiş, Nuran direnmiş pijama giymem diye, pantolon giyerim demiş.
"Ben İstanbulluyum. İnsanların içine pijamayla çıkamam."
"Dışarı çıkmayacaksın ki, yatıyorsun."
"Olsun ben hiç değilse koridora çıkarım. Pijamayla olmaz."
Velhasıl Nuran devamlı problem yaratıyor ama bence aradığı yakınlık duyacağı insanlar. Tuhaf bir arama ama ne yaparsın. İnsan bir kere yaşlanıp kafayı yemeye görsün.
Ben de yakında kafayı yiyebilirim bu şartlarda. Düşmez kalkmaz bir Allah.
* * *
Bir de Mine Hanım var.
Geçen akşam tuvaletten odama gelirken Yusuf Bey beni başka bir odaya soktu. Yatakta yatan ve uyuduğunu sandığım kadın Mine Hanımmış.
Beni göstererek "bu ne bu ne" diye sordu.
Yusuf Bey azarladı: "Yahu odana misafir getirdik, bu ne diye sorulur mu. Sana bir hanımefendi getirdim. Bu ne diye ayıp ettin."
"Ben bir erkek sandım."
Meğer Mine Hanımın odasına her gece camdan erkek ve kadın cinler geliyormuş. Odasındaki boş yatağa ve gardırop üzerine yerleşiyor ve orda fuhuş yapıyorlarmış. Kadıncağız onlardan çok çekiyormuş.
Burası âlem bir yer.
* * *
Mine Hanım bütün gece uykusunda konuşuyor, odasına doluşan cinlere lâf anlatmaya çalışıyormuş.
* * *
Yusuf Bey gece nöbetçimiz. Yatıp kaldırma ve tuvalete götürme işlerinde yardım ediyor. Bir de huzurevinde güvenliği sağlamak görevi de var. İyi bir adam.
Kafayı yiyenlerin hepsi de yaşlı değil. 11 yaşında olduğunu söyleyen ama aslında 17-18 gösteren Mahir da tuhaf. Onu her odamdan çıkışta koridorda görüyorum. Sigara bekliyor. Burada bulunmasının nedeni kalp ve damar hastalığı çekmesi. Güya doktor günde 4 sigaraya izin vermiş moral için ona.
Mahir geçen gün geldi, "Ben askere gidiyorum" dedi. "Sen artık iyileştin mi" diye sorunca, "Tabii askere gidip Kara Kuvvetleri komutanı olacağım" dedi.
Cinlerle uğraşanlar, askere gidenler ve tuvalet kâğıdı takıntısı olanlar; âlem vallahi burası.
*
Tuvalet kâğıdı deyince son durumu da nakledeyim; hemşire hanım o sormadan tuvalet kâğıdı dediği için yeni bir şey çıkarmış "Onu değil, numarasını soracaktım" diyormuş.
Beni burada seviyorlar, çünkü kafayı yemişlerden değilim. Ama yakında ben de yersem şaşmam!
Allah'tan arkadaşlarım sık sık arıyorlar da dengemi koruyorum.
İki gündür hava yağmurlu. Penceremden her zaman gördüğüm Boğaziçi Köprüsü'nün yüksek ayakları görünmez oldu.
Ben psikolog değilim ama Semra Hanımın tuvalet kâğıdı takıntısı 'biri yanına gelsin de konuşsun'dan kaynaklanıyor. Mine Hanımın cinleri ise kadıncağızın aşk ve seks isteğinin bitmediğini gösteriyor. Mahir'ın askere gidişi de sağlam ve güçlü olma isteği.
Ben ise rüyamda Ercüment'i görüyorum. Onu gerçekten çok özledim. Acaba öbür dünya var mı ve ben ölünce ona kavuşmam mümkün mü? Tayip Erdoğan'a mı sorsam? Aslında nerden bilecek? Bilmese de bir şeyler atar alışık olduğu gibi. (AA/BA)
* Armağan Anar' ın yazısı 30 Ocak 2005'te Radikal İki'de yayımlandı.
* * Yazıda geçen hasta isimleri değiştirilmiştir.