Yazar ve yayıncı Ümit Fırat, 1968 Çekoslovakya işgaliyle ilk defa Sovyetler Birliği’nin sorgulanmaya başlandığını, bu anlamda işgalin Türkiye ve dünya solu için bir milat olduğunu düşünüyor.
Fırat’a göre “Çekoslovakya’nın 12 Eylül’ü, bizzat Sovyet tankları tarafından yapıldı ve adına sosyalizm denerek bir polis devleti kuruldu.”
"Aybar Türkiye'de Sovyetler Birliği tabusunu kırmış oldu"
1968 Çekoslovakya işgali, sol için ne anlama geliyordu?
O dönem içinde bulunduğumuz psikolojik ve politik ortamda, Çekoslovakya’da sosyalizmden sapan bir tavır olduğunu ve Sovyetler Birliği’nin de bu durumu düzelttiğini düşünüyorduk. İşgal bize böyle yansıtılıyordu.
Ancak daha sonra Mehmet Ali Aybar, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Çankaya İlçe Kongresi’nde yaptığı konuşmada durumun hiç de bize yansıtıldığı gibi olmadığını söyledi ve Sovyetler Birliği’nin işgalini “ceberut” bir anlayış olarak niteledi.
Aybar ilk defa “güleryüzlü sosyalizm”den bahsetti, her zaman okuduğumuz yazarlar dışında Rosa Lüxemburg, Nikolay Vasilyeviç Gogol gibi isimlerin de okunması gerektiğini söyledi. Sovyetler Birliği’nin politikasını onaylamadığını açıkça ifade etti.
Benim de içinde bulunduğum "Doğulular grubu" Aybar’a yakındık. O zamanki TİP içinde Mihri Belli’nin önderliğini yaptığı "Milli Demokratik Devrimciler grubu" vardı ancak çok etkin değillerdi.
Çekoslovakya işgaliyle ilk defa TİP yönetiminde de çatlama oldu. Sadun Aren ve Behice Boran’ın başını çektiği grup Aybar’a karşı durdu ve Sovyetler Birliği tezini savundu.
Doğrusunu isterseniz o dönem Türkiye’de bu tip tartışmalar şaşkınlıkla karşılanırdı. O zaman Maoist söylem henüz ifade edilmediği, Çin çizgisi bilinmediği için ilk defa Sovyetler Birliği’ne karşı sosyalist muhalefetle karşılaştık.
Çünkü Sovyetler Birliği o güne kadar bize sunuluş biçimiyle eleştirilemezdi, her yapılan doğru olarak kabul edilirdi.
Bir anlamda bu bir tabuydu. Aybar böylece Türkiye’de Sovyetler Birliği tabusunu yıkmış oldu.
Bir kesime göre –ki bunlar çok büyük önemli bir kesimdi– Sovyetler Birliği’nin yaptığı her şey tartışmasız doğruydu ve Çekoslovakya’da Alexander Dubçek ve taraftarları sosyalizmden sapan, emperyalizme yakınlaşan bir klikti.
Böyle düşünmeyen küçük bir kesim ve Kürtler ise Aybar’la hareket ettikleri için bu grubun dışında kaldı.
Sovyetler Birliği’nin iş başına getirdiği Gustav Husac aslında parti komiseriydi ama kurtarıcı olarak görülüyordu, öyle algılanıyordu.
"Türkiye'den takip etmekte zorlanıyorduk"
O dönem çok fazla iletişim olanağı olmamasının da bunda payı var. Mesela Çekoslovakyalı gençlerin tanklara karşı direnişlerini göremiyor, değerlendiremiyorduk.
Haftada iki akşam yayınlanan haberlerden de yeterince bilgi alamıyorduk. Türkiye basını ise ilk elden haber verecek durumda değildi.
Olayı, dil bilenlerin bizlere yabancı yayınlardan aktardıkları kadar izleyebiliyorduk.
Bu işgalle birlikte Avrupa’da eurocommunism (Avrupa Komünizmi) tartışmalarının su yüzüne çıktığı bir dönem başladı.
Fransa’da Roger Garaudy’nin başını çektiği grup bir tartışma başlattı ve bu Aybar’ın görüşlerine çok yakındı.
Eurocommunism olarak çıkan Aybar’ın “güleryüzlü sosyalizm” olarak tanımladığı bu görüş sosyalizmin sadece ekonomik olarak değil özgürlükçü ve demokratik olarak tanımlanması gerektiğini savunuyordu.
Çekoslovakya işgali, Sovyet otoritesinin Batı Avrupa’da sarsılmasına neden oldu. İtalyan Komünist Partisi, süreç içinde Sovyetler Birliği’nden bağlarını tamamen kopardı.
Fransız Komünist Partisi’nde de her ne kadar Sovyetçi grup iş başında kalsa da parti içinde muhalif sesler yükseldi. Bu gelişmelerle Sovyetlerin sorgulanması, muhalefet süreci de daha açık bir şekilde başlamış oldu.
Sizin o dönemki tavrınız neydi?
Biz Doğulu gençler Kürt sosyalistler olarak Aybar'la tavır aldık. Biz bu işgali ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının zedelenmesi olarak görüyorduk.
Çekoslovakya’da halkın desteklediği kişilerin dış müdahaleyle görevden uzaklaştırılmalarını, Sovyetler Birliği'nin istediği insanları yönetime getirmesini, ne sosyalizmle ne de ulusların kendi kaderlerini tayin hakkıyla bağdaştıramadık.
Stalin Türkiye’de yeterince olmadıysa da dünyada yeniden sorgulanmaya başlandı. Bu müdahalenin Stalin’in ruhunu yeniden canlandırdığı düşünüldü.
Şimdi dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gerek dünyada, gerek Çekoslovakya’da büyük zaman kaybının yaşandığını, pek çok aydın yazarın mağdur olduğunu düşünüyorum.
Türkçe’ye de çevrilen Arthur London’ın “İtiraflar” kitabında, yine Milan Kundera’nın bir çok yazısında çekilen acılar anlatıldı.
Yakın dönemden örnek verirsek, biz 12 Eylül’ü yaşadık böyle, sadece Türkiye’yi etkiledi. Ancak Çekoslovakya’daki işgal sadece ülkeyi değil bütün dünyadaki sosyalistleri etkiledi. Çekoslovakya’nın 12 Eylül’ü bizzat Sovyet tankları tarafından yapıldı ve adına 'sosyalizm' denerek bir polis devleti kuruldu.
Sonunda da diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki gibi işin zora ve zorbalığa dayandığı ortaya çıktı ve onlardan geriye bir şey kalmadı.(SÇ/EZÖ)