Çekinceli bir barış istemek anlaşılırdır, çekinceli bir barış isteğine karşı çekinceli olmak da... Yıllarca süren savaşta kaybedilen, her şeyden önce güvendir elbette.
Çekinceli olmak, yok saymak da değildir lakin. Çekinceli de olsa, barışa meyletmiş bir el vardır havada; açık...
Ateşin kesildiğini anlamak için ille de silahın yere düştüğünü duymak gerekmez, ateşin sesini duymamak yeterlidir. Ve buna rağmen ateş etmeye devam etmek, çekincesiz bir savaştır. Ve çekincesiz savaş ile çekinceli barış arasında, yürümekle aşınacak bir yol vardır.
Meşruiyet
Bu aşınmış güvene işaret etmek, insanı hatırlamaktır, sağduyuyu çağırmaktır o halde. Devlet, silahlı örgütün ateşkes ilanına itibar etmemesini gerekçelendirirken, devleti hatırlatır çünkü; devleti insana, ölümü yaşama üstün kılar. "Silahlı örgütler, ancak silah bırakabilirler; ateşkes ilan etme hakkı devletlere mahsustur" der.
Bu önerme, gayet iyi bilinen ve fakat aynı derecede az sorgulanan bir başka kuralın da devamıdır aslında: Tek meşru silahlı güç devlettir ve bu meşruiyet, devletin asla silah bırakmama hakkını saklı tutar. Devlet silah bırakmaz, silahlı örgütler ateşi kesebilir. Ama silahlı örgütler, ateşi keserek değil, ancak kuralın ihlalini geri alarak, yani silah bırakarak devlete muhatap olabilirler.
Silahlı örgütün ateşkes ilanı, ihlalin ısrarla devamıdır. Devletin bu ısrara direnmesi, tek meşru silahlı güç olma özelliğini kaybetmeye direnmesidir de. Aksi takdirde, kendisinden başka bir silahlı gücü meşrulaştırmış olur çünkü. Bugünün devletlerarası dünyasında bu, bir başka devleti tanımaya tekabül eder.
Tekabüliyeti nihai barış lehine yorumlamaya niyeti olmayan, öngörü ve sağduyu yoksunu bir devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eder hatta. Bu sebeple, yarının "devletlerötesi" dünyasında ateşkesin neye tekabül edeceğini düşünmek de, yarını farklı düşlemek isteyenlerin işidir; tabiatıyla, devletin değil.
Yarının devletler ötesi dünyasına dair kurgu, silaha gerek olmayan bir ilişki biçimini de içerse gerekir. Bu anlamda, devlet-ötesi bir zihniyete doğru mücadele veren bir örgütlenmenin, uğruna mücadele verdiği zihniyeti bugüne taşıma adına, silahı bırakması elzemdir, inandırıcıdır, hakikidir.
Devletin bunu teslimiyet olarak okuması, tek meşru silahlı güç olduğunun perçinlendiği yanılsamasına kapılması ihtimallerine rağmen atılacak böylesi bir adım, çekincesiz barıştır. Devletin çekincesiz savaşını boşa çıkaracak, meşru güç kullanımını zeminsiz bırakacak ve elinden silahı alacak tek açılımdır.
Silah bırakmakla, silahlı örgütün, silahla koruduğunu iddia ettiği halkı ya da hakları tamamen tehlikeye atacağı savı, devletin söylemidir. İç barışı ve dış güvenliği sağlamak için silahlanmak gerekir biçimindeki temel prensibi yeniden üretmektir.
Güvenliği sağlamak adına silahlanmanın tırmanması ve tırmanan silahlanma sonucu güvenliğin tamamen kaybolmasına dair kısır döngüye işaret eden güvenlik ikilemini güçlendirmektir. Düşü ertelemeye ve bugünü harcamaya devam etmektir.
Silah bırakmaya çağrı, şiddeti kınamaya çağrı değildir. Şiddeti kaçınılmaz kılanlar dururken, her türlü şiddetin kınanmasını kınanmalıdır. Şiddeti kaçınılmaz kılanlar, şiddeti meşru olarak kullanma hakkına ve aslında şiddeti durdurmaya muktedir olanlardır.
Barışa hasret olanlar
Bu anlamda, şiddeti durdurabilir olan tek muktedir, devlettir; durduramadıkça muktedir niteliğini kaybedecektir. Ne ki, yerine yenisi gelmesin... Silahı bırakma çağrısı, yerine yenisi gelmesin çağrısıdır.
O halde, bu çağrıya ilk katılacak olanlar, devlete silah bırakma çağrısı yapmaya gücü yetmeyip de, silahlı örgütü ateşkes ilan etmeye davet edenlerdir. Her türlü şiddeti kınayanlar da, bu çağrıya katılabilirler tabii...
Barış çağrısını, ortada iki eşit taraf varmışcasına iki taraflı yapanlar da, taraflardan birinin, en azından ateşkes ilan ettiğini görmezden gelmeye devam etmese gerekir artık. Çekincesiz barışa zemin hazırlayacak olan, çekinceli barış isteğine el vermektir. Silahlı örgütün, silahı tuttuğu elinden tutup, çekinceyi elden bırakmasına imkan vermektir.
Bu anlamda, ateşi kesmiş bir silahlı örgütü, bir sonraki adımı atmaya zorlayacak olan, bilhassa devletin has vatandaşları ve aydınları olmak üzere, barışa hasret bütün bir toplumdur.
Taraflardan biri, mevcut şartlarda barışmak adına üstüne düşeni yapmaya niyetini olduğunu göstermiştir. Diğer taraf, savaşta ısrarcı görünmektedir. Her fırsatta barış istediğini söyleyen aydınlar ve savaştan fazlasıyla canı yanmış halklar için taraf olmanın kaçınılmaz olduğu bir yerdeyiz.
Taraf olunması beklenen, bir örgütün ya da devletin ötesindedir artık. Taraftar arayan, çekincesiz barışın ta kendisidir. Aksi takdirde, çekinceli barışın yürüyerek aşındıracağı ve kolayca katedeceği yol, çekincesiz savaşa uzanacaktır. Ve bu yol, her geçen gün kısalmaktadır, hayat da öyle...(NU/EÜ)