Türkiye'nin 1985 yılından beri imzacısı olduğu CEDAW, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye karşı verilen mücadele devam ederken, kadınların hak ihlalleri ve ayrımcılığa karşı en kapsamlı izleme ve hükümeti bu konuda harekete geçmeye çağırma yetkisine sahip tek mekanizma durumunda. CEDAW, tıpkı İstanbul Sözleşmesi gibi cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin bir ayrımcılık nedeni olmasını da yasakladığı için yine en etkili mekanizma.
8. kez Türkiye'nin gözden geçirildiği CEDAW Komitesi’nin 82. oturumu da bu yüzden Türkiye açısından önem taşıyor. Mülakatın ilk bölümünde katılımcıların oturuma dair aktardığı bilgiler arasında, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen bir ülkeye yöneltilen sorular ve Bakan Yanık’ın bu soruları cevaplayamaması ağırlıktaydı.
Zira CEDAW Komitesi, karşılarında İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuzca çekilerek kadın ve LGBTİ+’ların yaşamlarıyla birlikte kürtaj hakkı, örgütlenme ve ifade özgürlüğü gibi birçok hakkını tehlikeye atan bir ülkeyle karşı karşıyaydı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın konuşmasına, “İstanbul Sözleşmesi nedeniyle kaygılarınız var, biliyoruz” vurgusuyla başlaması da buna örnek verilebilir.
Oturumun diğer çarpıcı yanlarından biri de Türkiye Devleti’nin sunum yaparken çocuk, kadın ve LGBTİ+ hakları konularındaki verilerini hızlıca paylaşması, daha doğru paylaşmaktan imtina etmesiydi. Oturuma katılan kadın ve LGBTİ+ hak savunucuları, devletin kendileriyle veri paylaşmamasına aşinaydı ancak CEDAW oturumunda saniyeler içinde akan verilerle karşılaşmak da oldukça trajikti. Bu durum, oturuma gölge rapor hazırlayarak giden sivil toplum örgütlerinin dönüşte hazırladığı değerlendirmelere yansıdı.
Hak savunucularının tarihi oturumda tanıklık ettikleri yalnızca bunlarla sınırlı değildi. Tam o sırada Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi duruşması devam ederken telefonlara CEDAW’da Bakan Derya Yanık’ın LGBTİ+ haklarıyla ilgili sorulara verdiği cevapların görüntüleri düşüyordu.
CEDAW Komitesi, oturum sonrası nihai görüş sundu. Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı hem gölge raporların hem de oturumda vurguladıkları noktaların özellikle dikkate alındığı nihai görüşünde CEDAW, önceki görüşlerine nazaran artık harekete geçmesi noktasında Türkiye’yi daha net ve sert bir şekilde uyardı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin kadın ve LGBTİ+’ların haklarını tehlikeye attığı, bu hukuksuzluktan geri dönülmesi, 6284 sayılı Kanun’un uygulamada etkin şekilde izlenmesi, erkek şiddeti özelinde kapsamlı bir yasa oluşturulması ve yetersiz görülen sığınaklara desteğin artırılması gibi uyarılar yer aldı.
KİH-YÇ’den Berfu Şeker ve Ezel Buse, Mor Çatı gönüllüsü Elif Ege, Havle’den Rümeysa Çamdereli, Kaos GL’den Damla Umut Uzun ve CŞMD’den Burcu Uçuran’la yaptığımız söyleşiye paylaşılmayan veriler, cevap verilemeyen sorular, örgütlerin verdikleri mücadele ve komitenin nihai görüşünün detaylarını konuşarak devam ediyoruz.
"İlk kez yalnızca LGBTİ+lar özelinde hazırlanan bir rapor sunuldu"
Bölgesel LGBTİ+ ağı Era LGBTİ ile Kaos GL, SPoD, Özgür Renkler ve Pembe Hayat da LGBTİ+’ların ve örgütlerin Türkiye’de yaşadığı ayrımcılık ve şiddete, artan nefret söylemlerine ve sonuçlarına dikkat çektikleri ortak bir rapor sundular. Bu raporların hazırlanışı ve içeriklerine dair bilgi verir misiniz?
Damla Umut: Kaos GL son birkaç CEDAW döneminde, CEDAW Sivil Toplum Yürütme Kurulu’nda (STYK) hazırlanan rapora katkı veriyordu esasen. Bu oluşum ve süreçte bize olan destekleri ve katkıları çok değerli olsa da bizim sözümüzün yansıtılması açısından büyük eksikler taşıyordu. LGBTİ+ların ya da CEDAW’ın görmek istediği kadarıyla LGBTİ+’ların uğradığı hak ihlalleri bu ortak raporda yeterince görünür olmuyordu.
Bu rapora katkı sunan tüm örgütlerin de üyesi olduğu şemsiye örgüt ERA LGBTİ’nin uzmanlık desteği ve teşvikiyle yalnızca LGBTİ+lar özelinde bir rapor sunmak istedik. Bildiğim kadarıyla Türkiye’nin CEDAW oturumları için bu bir ilk oldu.
Çok da iyi, çok da güzel oldu. Çünkü daha önceki raporlar, CEDAW Komitesi’nin paralel sorularına ve cnihai yorumlarına baktığımızda bu kadar sıklıkla LGBTİ+’lara yönelik ihlallerden detaylıca bahsedildiğini görmemiştik. Bu kol kola yürüdüğümüz kapsayıcı feminist hareketin ve Türkiyedeki LGBTİ+ derneklerinin bir başarısıydı.
Türkiye verileri paylaşırken neler yaşandı, örneğin hızlıca paylaşılması komitenin dikkatini çekti mi? Sizler, o verileri gördüğünüzde ne düşündünüz? Devlet, kendi ülkesindeki kadın ve LGBTİ+ hakları çalışan örgütlerle hangi verileri paylaşmıyor?
Rümeysa: Devlet oturuma oldukça “hazırlıklı” gelmişti gerçekten. Bu hazırlıklılık hali İstanbul Sözleşmesi konusundaki korkunç tablonun bir nebze örtülmeye çalışılması olarak okunabilir.
Zaten söylemlerde de “İstanbul Sözleşmesi’nden çıksak da faaliyetlerimize devam ediyor, kadına yönelik şiddetle mücadele ediyoruz” en baskın mesajdı. Sözleşmeden çıkmakla yürütülen stratejinin toplum içerisindeki dirençli gruplara karşı bir “sus payı” olduğu iması da bir o kadar savunmacıydı. Burada yeni bakanlık yönetiminin her ne kadar var olan düzende mümkün olmasa da “bir şeyler yapmaya çalışan” bir bakanlık olduğunu okumak ve bu boşluğu değerlendirmek gerekiyor hissindeyim. Sivil toplum en yoğun umutsuzluk anlarında dahi kendisine umuda dair boşluklar yaratabiliyor, bu da belki de öyle bir boşluk. Bize doğrudan vermeseler de CEDAW aracılığıyla elde ettiğimiz verileri olabildiğince değerlendirmek ve diyalog alanlarını açmak bence kritik.
Burcu: Yıllardır Türkiye’de insan hakları, çocuk hakları, kadın ve LGBTİ+ hakları konularında veriler, resmi kurumlar tarafından yayınlanmıyor. Ancak Türkiye sunum yaparken saniyeler içerisinde komite üyelerinin sorduğu sorulara, "Az önce aldığımız ya da sistemden çektiğimiz verilere göre…" diyerek cevaplar verildi.
Veriler kolaylıkla sistem üzerinden çekilebiliyor ve paylaşılabiliyor. Verilerin güvenilirliği konusunu bir yana bırakırsak, yaptığımız saha çalışmasında 11 devlet kurumuna bilgi edinme başvurusunda bulunmuş ve pek çoğu tarafından yanıtsız bırakılmıştık.
Komiteye, veri paylaşılmadığına ilişkin bilgilendirme yapılmıştı ancak saniyeler içerisinde veri paylaşılmasının komitenin dikkatini çektiğini gözlemleyemedim. Bu veriler kolaylıkla paylaşılabildiğine göre biz de devletten cinsel şiddet özelinde periyodik olarak veri paylaşmasını talep ediyoruz ve sormak istiyoruz: Türkiye’de son bir yılda gerçekleşen kaç cinsel şiddet vakası var? Mahkemeler faillerin kaçına ceza verdi? Kaç hayatta kalan destek mekanizmalarından yararlanabildi? İşte bizimle bu veriler paylaşılmadı.
"Bakanın LGBTİ+’ların eşit olduğunu söylemesi not edilmeli"
LGBTİ+’lara dair soru sorulduğunda Bakan Yanık’ın verdiği cevabı hepimiz izlemiş olduk. O sırada Danıştay’da İstanbul Sözleşmesi davalarının duruşması görülüyordu. Ben sizlerden o soruya gelene kadarki anları, Yanık’ın cevabı verirken komitenin tavrını ve neler hissettiğinizi dinlemek istiyorum. Örneğin o cevaptan sonra neler yaşandı, herhangi başka bir soru soruldu mu?
Ezel: Ben komitenin duymaya alışkın olmadığımız derecede doğrudan, net ve ısrarlı soruları karşısında çok heyecanlandım.. Şu çok güzeldi, bakana ve delegasyona, ülkede adının anılması neredeyse yasak olan -daha doğrusu nefret söylemi dışında anılması diyelim- bir gruba, üstelik devletin her kademesinde sistematik bir savaş açılmış bir gruba ve haklarına ilişkin ısrarla soru sorulması ve Bakan Yanık’ın da “LGBTİ+” demesi, diyebilmesi; “LGBTİ+’ların eşit olduğu ayrımcılığa uğramadığı, uğramaması gerektiği, anayasa tarafından koruma altında olduğuna” ilişkin cevabı, bunun kayıtlara geçmiş olması çok çok önemli.
Bu, komiteye karşı bir göz boyama ya da diplomasi olsun ya da olmasın. Ülkenin bir bakanı neredeyse istisnasız her toplantısında LGBTİ+’ları hedef alır ve nefret söyleminde bulunurken, bir diğer bakanının LGBTİ+’ların eşit olduğu ve anayasal koruma altında olduğunu söylemesi not edilmeli.
Bakanlık tweet attıktan sonra sosyal medyada siber zorbalık yaşandığını gördük. Bu tweetin atılmasını ve sonrasındaki saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yetkililere dair gözlemleriniz oldu mu?
Berfu: Türkiye’de ve uluslararası alanda yaptığımız savunuculuk çalışmalarında ve CEDAW Komitesi üyeleriyle yaptığımız görüşmelerde hep altını çizdiğimiz bir nokta var. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan haklarına, bu mekanizmalara küresel ölçekte bir saldırı var. Bu saldırı en somut haliyle İstanbul Sözleşmesi, kürtaj ve LGBTİ+ hakları karşıtlığında görülüyor. “İfade özgürlüğü” ve “inanç özgürlüğü” adı altında uluslararası insan hakları çerçevesinin köktenci gruplar tarafından içi boşaltılmaya, işlemez hale getirilmeye, hatta ayrımcı bir hale getirilmeye çalışılıyor.
Bunların son 10 yıldır uyguladığı yöntemler arasında hak temelli bir çalışma yapıyormuş gibi görünmek ve savunuculuk stratejilerimizi ve yöntemlerimizi kullanarak, “natrans hetero-erkeklerin kadın ve LGBTİ+ haklarından mağdur olduğunu” iddia etmek var. Genelde argümanları insanının doğası, aile ve ulus birliği, kültürel görecelilik kavramlarına dayanıyor. Türkiye’de bunların tarikat ve iktidarla bağlantılı gruplar olduğunu biliyoruz.
Bu gruplar, kadın ve LGBTİ+ haklarını güvence altına alan tüm ulusal ve uluslararası mevzuatın kaldırılmasını talep ediyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyle bunu sağladılar ama yetmedi. Derya Yanık, biliyorsunuz eskiden KADEM’deydi. Her ne kadar bağımsız feministlerle aynı noktada olmasalar da KADEM’in de İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye karşı olduğunu biliyoruz. Hatta bu sebeple bazı yandaş yayın organları tarafından hedef gösterildiklerini de...
Türkiye’nin bu çekilmeyle iyice zayıflayan imajını bir nebze düzeltmek için Derya Yanık kalabalık bir heyetle oturuma katılmış olsa da bu köktenci gruplar bunun yapılmasına dahi karşı. AKP içerisindeki kadınlara da düşman bu gruplar; kadın bir bakan olmasına da, bu alana katılmasına ve Türkiye’yi temsil etmesine de... Bu gruplar hiçbirimizin nefes dahi alamadığı, tüm iktidarın erkekte olacağı bir dünya düzenini istiyorlar.
Ezel: Evet şaşırdım, bu cüreti bulabilmiş olmalarına. Nihayetinde karşılarına alıp saldırdıkları bu ülkenin bir bakanı ve yetki alanı içindeki bir konuda aslında devlet görevini yerine getiriyor. Hani hepsini geçersem, tüm kadın düşmanlıklarını, nefretlerini vs. Tabi bence bunda Bakan’ın bir kadın olmasının, istanbul sözleşmesinden çekilmeye karşı bir kadın olmasının etkisi de bence muhakkak vardır.
Derya Yanık ve Türkiye delegasyonunun Türkiye'den gelen sivil topluma karşı tutumu nasıldı?
Berfu: Türkiye’de Derya Yanık’a ulaşmak neredeyse imkansız ama orada tanışma fırsatımız oldu. Kendisinin yanına giderek temsil ettiğimiz kurumları tanıttık, bizi muhakkak Ankara’ya beklediğini söyledi. Randevumuzu alıp gitmeyi umuyoruz, umarız aynı açıklığı burada da görürüz çünkü Türkiye’de bakanlar sivil toplum için pek ulaşılabilir değil malumunuz.
Ezel: Oturum çıkışında yanına gitmek ve kendimizi tanıtmak suretiyle tanıştık. Son derece ilginç bir andı, zira bizlerde “istanbul sözleşmesi bizim” yazılı mor maskeler vardı. Bu maskelerimiz varken bakanla fotoğraf çektirememiş olmamıza sonradan çok üzüldüm. Bilmiyorum ister miydi böyle bir fotoğraf vermek? Bunu düşünüyorum.
"Komite, daha önce de uyardığı devlete sert biçimde ‘artık harekete geç’ diyor"
Türkiye’nin gözden geçirildiği 82. oturuma dair komitenin henüz taslak halindeki nihai görüşleri de yayınlandı. Bu nihai görüşleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bundan sonraki süreç nasıl ilerleyecek? Ve bu görüşleri kendi politikalarınızda nasıl kullanacaksınız?
Elif: Nihai görüşler birçok açıdan hem gölge raporlarımızda hem de oturumda yürüttüğümüz çalışmalarda vurguladığımız noktaları dile getiriyor. Bu açıdan olumlu değerlendiriyoruz.
Bütün bu izleme sürecinde bizim için en önemli konulardan biri komitenin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararını nasıl ve ne ölçüde ele alacağıydı. İzleme oturumu esnasında komitenin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararına net biçimde bir itiraz getirdiğini ve yeniden değerlendirilmesi için açıkça tavsiyede bulunduğunu görmüştük. Bu yaklaşımın nihai görüşlere yazılı olarak da yansıtıldığını görmek bizim için önemli oldu.
Nihai görüşlerde komite, açık şekilde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararının kadın ve kız çocuklarının haklarından mahrum kalmalarına neden olduğunu ifade ediyor ve devleti bu kararı yeniden değerlendirmeye çağırıyor.
Bunun yanı sıra, kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadele özelinde bu süreci takip eden örgütler olarak sık sık tekrar ettiğimiz üzere kadına yönelik erkek şiddeti özelinde bir yasa oluşturulması gerektiği vurgulanmış.
Sığınaklarda verilen desteğin ve kapasitenin yetersizliğine değinilmiş; ve şiddetten uzaklaşmak isteyen kadınlara 6284 sayılı Kanun kapsamında verilen tedbir kararlarının etkili olup olmadığına dair izleme yapılması ve kadına yönelik şiddet özelinde destek veren bir acil yardım hattı açılmasına dair tavsiyeler verilmiş. Ayrıca komite, var olan yasaların uygulanmaması ve kötü uygulamaların cezalandırılmaması konusunda da devleti önlem almaya çağırıyor.
Bizim açımızdan önemli başka bir konu da, kadınların başvurdukları destek mekanizmalarında çalışan yetkililer tarafından caydırılarak şiddetin yaşandığı eve geri dönmeye ikna edilmesinin komite tarafından da nihai görüşlerde dile getirilmesi ve devletin buna karşı önlem almaya çağrılması oldu.
Bunlar hem Mor Çatı olarak hem de kadın ve LGBTİ+ örgütleri ile birlikte zaten yıllardır yazdığımız raporlarda, yaptığımız açıklamalarda, kampanyalarda ve diğer çalışmalarımızda dile getirdiğimiz konular. Önümüzdeki dönemde de komitenin tavsiyelerini hatırlatarak çalışmalarımızı aynı şekilde sürdürmeye devam edeceğiz elbette.
Fakat şunun da altını çizmek gerekiyor ki, komite birçok tavsiyesinde önceki izleme döneminde de benzer tavsiyelerde bulunduğunun altını çiziyor ve devleti bu kez artık harekete geçmeye davet ediyor. Bu durum da bize devletin izleme sürecinden çıkan sonuçları uygulamak, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve erkek şiddeti ile mücadele etmek konusunda etkili bir siyasi irade ortaya koymadığını gösteriyor.
Ezel: Nihai yorumların sivil toplum olarak dikkat çektiğimiz çoğu hak ihlalini kapsadığını, sunduğumuz gölge raporlardaki içeriklerimizin genel itibariyle nihai yorumlarda yer bulduğunu söyleyebilirim. Geçmiş dönemdeki nihai yorumlarla karşılaştırırsam, Türkiye’nin 8. kez gözden geçirme kapsamındaki nihai yorumlarının çok daha net, sert ve doğrudan hükümeti harekete geçmeye, bunu da en hızlı şekilde yapmaya çağırması yönünde olduğunu söylemek mümkün.
Bu raporun bu netlikte olmasında tabii ki Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin çok büyük etkisi var. Zira artık CEDAW Komitesi’nin üzerinde çok daha önemli, daha hayati bir sorumluluk var. Türkiye’deki kadınların, kız çocuklarının ve lezbiyen, biseksüel ve trans kadınların yaşadıkları hak ihlalleri ve maruz kaldıkları ayrımcılığı en kapsamlı ve bütüncül şekilde izleme ve hükümeti bu konuda harekete geçmeye çağırma yetkisine sahip tek mekanizma haline gelmiş olması açısından CEDAW bizler için daha önemli ve merkezi bir role taşındı.
Dolayısıyla CEDAW Sözleşmesi ve komite biz feministler için de daha merkezi bir hak arama ve savunuculuk aracı haline gelecekti. Tabii yanlış anlaşılmasın, İstanbul Sözleşmemizi en kısa sürede geri alacağımızı biliyoruz, İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüklerinin yerine getirilmesi konusunda hiçbir şey yapmayacağımız anlamına gelmiyor bu.
(SY/EMK)