PKK'nin ateşkes ilan etmesi ve "özel temsilci"lerin atanmasıyla hareketlenen siyaset sahnesi, "silahlı mücadele yanlıları" ile "diyalog yanlıları"nın hızla ayrışmasına, bir zamanların "silah arkadaşlarının" bile karşı karşıya gelmesine kadar uzandı.Genel kanı; asker ve sivil kanadı ile, ya da asker ve hükümet kanadı arasında bir mutabakat olmadığı yolunda. Bu koşullarda sizce iç siyasete hangi kanat ağırlığını koyar, çatışma derinleşir mi? Özellikle de cumhurbaşkanlığı ve genel seçim atmosferine girilmesinin çatışmaları derinleştirmesi beklenebilir mi?
ABD'nin ve Ankara'daki müttefiklerinin bu sorunun çözümüne esaslı bir katkıları olamayacak. Kısa vadeli sükunet uğruna sorunu tamamen Amerikanlaştırdılar. Bu sorun; onlara, ABD'nin kısmi müdahaleleriyle iyileşecekmiş gibi görünse de aslında tamamen bölgesel, tarihsel bir mesele. Çözümü de burada. Türkiye hükümetleriyse çokça övündükleri "Osmanlı mirası" türünden palavraların ardından, bu cücelikle idare etmek zorunda kaldılar. Sorun uluslararasılaştıkça buradaki çözümün imkanları ve şartları giderek elden kayıyor. Türkiye, çözüm pastasının yarı yarıya ortağı iken şimdi üçte bir, beşte bir ortağı haline geliyor. Böyle bir çözüme, egemenlik iddiasındaki hiçbir iktidarın razı olmaması gerekiyor.
ABD kanalıyla tarafların aslında masaya oturmaya hazırlandığı, sadece masanın ve tarafların konumunun belirlenmeye çalışıldığı söyleniyor. Eğer bu değerlendirme doğruysa, askerleri nasıl ikna edebilirler? Sizin "Özel Temsilciler"in stratejisi hakkında görüşünüz nedir?
Halka iddia ettiklerinin tersine "terör örgütü"yle "masum halk" aslında birbirinden ayrılamıyor. Dolayısıyla çözümün orada bulunması gerekiyor. Bu ayrımların çözüm açısından bir anlamı yok. Benim anladığıma göre akıl izan sahipleri, bölgesel şekillenmeler çerçevesinde Türkiye'de kansere yol açmayacak şekilde, olduğu yerde yarayı kapatmaya çalışacak. Bunları gerçekleştirebilecekler mi bunu bilmiyorum. Ama Büyükanıt'la Erdoğan ve rakipleri arasındaki gerilimin sebebi Kürt sorununa buldukları ve bulabilecekleri çözümler değil. Kürtler yüzünden kavga etmiyorlar. Mesele cumhurbaşkanlığı. Dolayısıyla Türkiye'deki bütün kriz unsurları; cumhurbaşkanlığında uç veren bir iktidar çatışmasına bağlanıyor. Benim gözlemlediğim kadarıyla askerler kesin olarak, Tayyip Erdoğan'ı cumhurbaşkanı koltuğuna oturtmayacaklar. Bu açık. Tayyip Erdoğan oyununu bunları bilerek oynuyor mu oynamıyor mu, bilmiyoruz, fakat şunu biliyoruz: Bu gerilim cumhuriyetin tarihsel yapısı, çerçevesiyle ilgili. Erdoğan'ın çizdiği rota cumhuriyetin tarihsel çerçevesini ileriye doğru aşan bir rota değil. Öyle olmadığı için de bu çatışmayı kazanması pek mümkün gözükmüyor.
Radikal sağın temsilcilerinden Mehmet Ağar gibi siyasetçilerin yanı sıra, Avni Özgürel gibi yazar ve gazetecilerin de "dağdaki militanın ovada siyaset yapmasın"dan yana bir görüşü seslendirmesinin altında geniş kesimlerin bilemediği nedenler olabilir mi?
Ağar'ın açıklamaları da çatışmayla gidilebilecek noktanın sonuna gelindiğinin idrak edildiğine işaret ediyor. O zaman çözüm olanaklarının hangisinin öncelikli olduğuna bakmak zorundalar. Onlar için, mümkün çözümlerin en iyisi, bu, artık tarihi sınırlarına varmış çatışma siyasetinden en hızlı ve zararsız geri dönülebilecek ve egemenlik alanını hala Ankara'da bırakabilecek olan çözümdür. Çünkü Mehmet Ağar gibi, bütün Kürt savaşı sırasındaki "kirli operasyonlar"ın tamamını üstlenen, binlerce Kürdün katledilmesinde başlıca yönlendirici olan kişinin, bu sefer bir "çözüm unsuru" olarak ortaya çıkmasının -bunun Kürtler için kabul edilebilirliği bir yana- asıl nedeni egemen sınıfına yeni bir strateji sunmak. Biliyorlar ki; Irak'a girmek, orada harbi sürdürmek ve kazanmak bir hayal. Askeri olarak bu olanaklı değil. Kamuoyunda sürüp giden aksine propagandaya rağmen askerlerin de bu gerilimi ve karmaşayı hepimizden iyi gördüklerini düşünüyorum.
Eğer Kürt sorununa diyalog yoluyla çözüm ya da bir genel af gündeme gelir ve siyaseti belirlerse, bugüne dek yapılan propagandayla geniş kesimlerde yaratılan "düşmanlık" ve "milliyetçilik" duygusu, nasıl tersine çevrilir, yani geniş kesimlerin desteği nasıl sağlanır?
Hepsinden önemlisi bölgede askeri mücadelenin son bulması birinci mesele. Çatışma ve insan kaybının son bulması gerekiyor. Bu süreçte iplerin daha çok PKK ve Kürtlerin elinde olduğunu düşünüyorum. PKK pekala yön tayin edebilir çünkü milliyetçiliğin ve militarist mekanizmanın işletilmesinin bütün gerekçeleri; ısrarla karşıda bir "düşman olduğu" ve bu düşmanın "vatanı bölmek istediği" iddiasına dayandırılıyor. Halkı buna çok kolay ikna edebilecek bir kanıt da var. Sonuçta asker cenazeleri geliyor evlere. Sonuçta milliyetçi iddialar, halkın öz kanaatleri olmasa, imal edilmiş kanaatler de olsa, kanaat eninde sonunda ve kısmi de olsa bir hakikate dayanıyor: Can kaybı. Bu kanaatlerin kaynağının kurutulması, büyük ölçüde PKK'nin davranışlarına bağlı. O halde onlar, hem çözüm için mücadele edeceklerin arasına dahil olacaklar, çözümün bir parçası olacaklar hem de çözmek için samimiyetle canla başla mücadele edecekler. Temsil ettikleri halkın tarihsel çıkarları gereği de, halktan yana bir çözüm için mücadele edenlerle yani sosyalistlerle ve emekçilerle birleşmenin kapısını açacaklar.
Bu aşamada hükümetin daha önce ilan ettiği sosyal paketin kamuoyuna ayrıntılarının sunulması ve bir tartışma açılması beklenebilir mi? Sosyal paket neleri kapsamalı?
Çözüm aralığının nerede yakalanacağına ilişkin tarihsel sıra ne olmalı bilmiyorum. Yani önce ne olacak sonra ne olacak. Bunu şimdiden söylemek kolay değil. Ama mantıksal sıranın şu olması gerekir: En önce hakikaten kırdığımızı, döktüğümüzü, kestiğimizi, ortadan kaldırdıklarımızı unutalım ve yokmuş gibi davranalım. Eğer unutma="amnezi" -batı dillerinde affın karşılığı- sağlanmaz, bütün bu yaşananlar unutulmaz, bir kenara bırakılmazsa, bu mesele asla çözülmemiş olarak kalır. Bu "amnezi"nin iki taraflı olması gerekir. O nedenle, kim çözümle çıkageliyorsa, çözüm paketi içinde bir "af" enstrümanı olmalı. İkincisi, Kürtlerin kendilerini Türkiye'nin özgür bir bileşeni hissetmelerini sağlayacak politik dönüşüm yaratılmalı. İnsanlar eğer bu gerekiyorsa, bir arada yaşamanın bin bir türlü mekanizmasını buluyorlar. Her şeyin alaturkasını bulanlar, bunun da alaturkasını icat edebilirler...
Sizin bu süreçte barışın sağlanmasına yönelik önerileriniz ve çözüm yollarınız nedir? Barışa giden yolda, ilk adım ne olmalı? Bu anlamda Kürt ve Türk kanaat önderlerine, sivil toplum kuruluşlarına düşen rol ne olmalıdır?
Problemin çözümü için sadece söz almak değil söz alan herkesin, çözüm için bulduğu yöntem her neyse bunu savunma hakkını da savunmak gerekiyor. Bizim aydınların, Kürt milliyetçiliği ile mücadeleyi Kürt enternasyonalistlere bırakmasını tavsiye ediyorum, bizimkiler de Türk milliyetçiliğiyle uğraşsınlar. Yani herkes kendi faşistiyle uğraşsın. İkincisi; çözüm için çaba gösteren herkesi desteklemeliler diye düşünüyorum. Önce Kürtlerin ne istediklerini ortaya koyabilecekleri özgür bir ortamın yaratılması gerekir. Kürtlerin ne istediklerinin ortaya çıkması, açıkça dillendirilmesi aynı zamanda bir demokrasi mücadelesi gerektiriyor. Kürtlerin hak ve taleplerini dillendiren herkesin cezasızlıktan yararlanması, bu hakları savunmanın suç olmaktan çıkarılması gerekiyor. Kürtlerin çıkarları ve politik önerilerinin bir baskı ve tehdit olmaksızın açıkça konuşulabilir hale gelmesi gerekir.
Var olan iklimi değiştirmek için gösterilecek her türlü gayret, olabilecek çözümlerin en iyisinin ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır. O yüzden çözümü Mehmet Ağar'a bırakmamak gerekir, çünkü Ağar'ın bulacağı çözüm, özel harekat polisi zihniyetiyle varılabilecek bir çözümdür. Ağar çözümünü devlet katında meşrulaştırmak için "bir askeri stratejinin sivil parçası olarak konuşuyorum", "dağa giden yolu kapatıyorum diyor". Onun önceliği özgürlük değil, güvenlik. Oysa meselemiz Kürt halkının özgürlüğü meselesi, onların da bu ülkede eşit, özgür yurttaşlar olarak yaşayabilmeleri, hatta daha eşit olmaları meselesi. Tabii ki bu sorunun bir tek ülkenin sınırları içerisinde çözülebileceğini düşünmüyorum. Kürtler Ortadoğu'daki çelişkilerin seyrine bağlı olarak, bugünden yarına tavırlarını değiştirebiliyorlar. Fakat PKK Kürt güçleri içinde en moderni. Yeni bir yönelimi benimseyebilir. Bu yeni yönelim Türkiye'de bir model ortaya çıkarabilir.
Kürt politikacıların 1999-2005 arasındaki ateşkes sürecini, Türk muadilleri gibi israf ettiklerini düşünüyorum. Sonuçta 40'tan fazla belediyeyi yönetiyorlar. Bu az bir şey değil. Bu belediyeler pekala, Türkiye'nin başka yerlerine örnek olacak bir vatandaş belediye ilişkisi doğurabilir, devrimci bir model oluşturabilirdi. Evet maddi imkanlar sınırlıydı ama insan ilişkilerinde bir yaratıcılık, bir dönüştürücülük, yeni bir alternatif gerçekleştirilebilirdi. Çatışmasızlık ortamından yararlanarak, Türkiye'nin tamamını gözeterek, hakların gerçekleştirilmesi için bir sivil itaatsizlik süreci gerçekleştirilebilirdi. Dağda orayı burayı mayınlamak yerine, orada burada "kentsel itaatsizlik kampanyaları" düzenlenebilirdi. Bu açıdan baktığımızda bu dönemin Kürtler açısından da yaratıcı bir tarzda değerlendirilemediğini düşünüyorum
Elbette cumhurbaşkanlığı seçimleri dolayısıyla bambaşka bir yörüngeye girecek olursak bu lafların hiçbir manası kalmıyor tabii. O zaman da zaten "silahları asla bırakmayacağız" diyenler haklı çıkmış olur.
Ama Amerika'nın doğrudan müdahale ettiği bir süreçte hükümete ve sivillere ve dolaylı olarak Mehmet Ağar'a verdikleri desteğe bakarsak, Washington'un ağırlığını çatışmayla değil daha farklı yöntemlerle sağlanacak bir çözümden yana koyduğunu görebiliriz. Sonuçta, işimizi onlara bırakırsak, ölmekle sürünmek arasında bir seçim yapmış oluruz. Bunu isteyen var mı acaba? (İH/TK)
* Hekimoğlu'nun Kürkçü'yle söyleşisi, Birgün gazetesinin "Kürt Sorunu'nda Tarihi Dönemeç" dizisinin dördüncü bölümüydü. Dizinin Birgün gazetesinin İnternet sitesindeki sayfalarına ulaşmak için tıklayın.