“Bir koca dehşeti daha yaşandı; karısını öldürdü”, “Karısını öldüren koca ‘pişmanım’ dedi”, “Sevdiği için öldürmüş”…
Bu cümleler hemen hemen her gün gazetede okuduğumuz, televizyonda izlediğimiz kadın cinayetleri haberlerinden. Cümlelerin sahipleri ise kah eve geç geldiği için, kah evdeki yoğurdu bitirdiği için, kah da başka bir erkekle konuştuğu için öldürülen kadınların, kocalarına yani katillerine ait.
Onlar, bu cümleleri mahkemede, hatta artık pervasızca televizyon programlarında kendilerini savunmak için söylüyorlar. Peki ya kadınlar, yıllarca kocalarının, babalarının, amcalarının, cinsel, fiziksel şiddetine maruz kalmış, yoksulluğu, yok sayılmayı, ikinci sınıf bile değil hiç görülmemeyi iliklerine kadar hisseden, sonunda da “canına tak eden kadınlar”?
Hayatları boyunca sustukları, susturuldukları yetmiyormuş gibi mahkemede bile susan kadınlar... Şiddet gördükleri erkekleri öldürmüş olmayı hayatlarındaki tek başkaldırış olarak gören kadınlar...
Sibel Hürtaş, adliye muhabirliği yaptığı bir dönemde karşılaşmış bunları yaşayan kadınlardan biri ile. Aklına kazınmış kadının suskunluğu, suskunluğunun ardında yatan korkunç çığlık. Ve karar vermiş mahkeme salonunda ağzını açıp derdini anlatmayan, kendini karşısındaki hakimin, onu korumayan devletin vicdanına bırakan kadınları bulup konuşmaya, meramını dinleyeme...
Hürtaş'ın niyeti şiddeti ya da cinayeti meşrulaştırmak değil elbette ama birilerinin bilmesi gerek; bu kadınlar neden öldürüyor, neden susuyor? Canına Tak Eden Kadınlar işte bu sorunun cevabını arıyor.
'Canına Tak Eden Kadınlar' kitabını yazmaya nasıl karar verdiniz?
Adliye muhabirliği yaptığım dönemde fark ettiğim bir durum vardı; kadınlar sanık da olsa, mağdur da olsa mahkemede konuşmuyor. İzlediğim duruşmalardan birinde yine böyle bir kadınla karşılaştım; kocasını öldürmüştü ama hiçbir şekilde savunma yapmıyordu. Savcı esas hakkında mütalaasını açıklarken de ağzından tek kelime çıkmadı, sonunda da müebbet hapis cezası aldı. Biz sanıkların çok konuşmalarına, kendilerini ifade etmelerine alışık olduğumuz için bu kadının mahkeme sırasında sessiz kalması beni şaşırttı. Bu olay bana şunu düşündürdü; kadınlar da kocalarını öldürüyor ama bunu anlatmıyorlar. Eşlerini öldüren erkekler mahkeme sırasında birçok bahane sunarken, kadınlar sessiz kalıyor. Bunun nedenini merak ettim, ortaya 'Canına Tak Eden Kadınlar' çıktı.
Cezaevindeki kadınlarla nasıl görüştünüz, bu süreç nasıl gelişti?
Kadınlarla görüşmem uzun bir sürenin ardından gerçekleşti. Adalet Bakanlığı'na başvurarak Türkiye'deki bütün cezaevlerine gittim; İstanbul, Adana, Ankara, Eskişehir... Biz gitmeden önce cezaevlerine oradaki kocalarını öldüren kadın mahkumlarla görüşmek üzere bir gazetecinin geleceği yazı ile bildiriliyordu. Onlardan da isteyen bizimle görüşmeye geliyordu. Görüşmelerde herhangi bir zorlama ya da ısrar olmadı. Konuştuğumuz kadınları daha önceden belirlemedik.
Neden?
Çünkü derdini anlatmak isteyen kadının bizimle konuşması önemliydi. Zorlasaydık ya da biz seçseydik bu samimiyeti yakalayamazdık.
Büyük çoğunluğu cinsel şiddet kurbanı
Görüşmeler nasıl gerçekleşti?
Kadınların cinayet işlemesinin en önemli sebebinin ekonomik nedenler olduğuna inanıyorum. Bu yüzden yanımda ekonomist Özlem Albayrak ve psikolog Alp Ardınç vardı. Görüşmeleri tek başımıza bir odada yaptık. Kadınlardan özel bir istek gelirse cezaevi psikoloğu da bize eşlik etti. Sohbet soru cevap şeklinde ilerlemedi. Onlardan hikayelerini anlatmalarını istedim, onlar da yaşamlarının en başından başladılar, kendilerini cinayet işlemeye getiren noktaya kadar her şeyi anlattılar.
Mahkemede bile konuşmayan bu kadınlar neden sizinle konuştu?
Ben cezaevlerine daha önce haber için defalarca gitmiştim. Haber için gittiğinde şöyle bir durum oluyor; sen oraya elinde kameranla, fotoğraf makinanla o kadından bir şeyler bekleyerek gidiyorsun. Böyle olunca ortaya samimiyetsiz bir durum çıkarıyor ve mahkum konuşmuyor. Biz ise mahkum görüşme odasına geldiğinde konuşmaya çok insancıl sorular sorarak başladık. “Nasılsın, günlerin nasıl geçiyor?” gibi... Birlikte çay içtik. Kısacası biz o kadınlarla onlardan hiçbir beklentimiz olmadan, yaptıklarını yargılamadan, sorgulamadan sadece sohbet ettik. Bu da onlarda güven oluşturdu ve yaşadıklarını bizimle paylaştılar.
Kitapta görüşmeler hikaye şeklinde aktarılmış. Neden bu yolu tercih ettiniz?
Kadınların tipleri, şu anda yaşadıkları ortam, anlattıkları olaylar o kadar betimlemeye değer şeylerdi ki... Kadınlar bizimle konuşurken duygudan duyguya savruluyorduk. Mesela Sakine'nin hikayesini dinlerken kahkahalar attık, çünkü Sakine çok neşeli, hayat dolu bir kadın. Başka bir kadın sanki bizimle değil duvarla konuşuyor gibiydi. Derya hala öldürdüğü sevgilisinin elini tutuyor gibi oturuyordu. Bunların hepsi anlatılmaya değer enstantanelerdi. Bu enstantaneleri anlatmakta bana ancak edebiyat çare olabildi.
Kadınların profilini anlatın desem...
Kadınların hemen hemen hepsi aynı şeyleri yaşamış; şiddet, tecavüz, yoksulluk, yalnız bırakılma... Ama benim dikkatimi en çok çeken bu kadınların nerdeyse tamamının çevrelerindeki erkeklerden cinsel şiddet görmüş olmaları. Bir diğer ortak nokta ise bu kadınlar ekonomik güvencesi olmayan kadınlar...
Kadın cinayetleri ile erkek cinayetleri arasında bir farktan söz etmek mümkün mü?
Evet, mümkün. Öncelikle erkekler kadınları planlı bir şekilde öldürürken; kadınlar cinayetleri daha önce planlamıyor. Bunu da cinayetleri şiddet gördükleri sırada işlemelerinden ve kullandıkları aletlerin ekmek bıçağı, piknik tüpü, balta gibi aletler olmasından anlıyoruz.
Bir diğer fark ise; bu kadınlar cinayetten önce yaşadıkları zorluklardan kurtulmak için her yolu denemişler. Fakat kapıların hepsi yüzlerine kapanmış; aileleri sahip çıkmamış, devlet korumamış.
En büyük pranga erkeklik algısı
Cezaevindeki hayatları nasıl?
Çok iyi olduğunu söyleyemem. Emek sömürüsü cezaevinde de sürüyor; kadınların hepsi zorla çalıştırıyorlar. Kadınlar kimsesiz kaldıklarını düşünüyorlar çünkü aileleri ve çocukları görüşlerine gelmiyor. Hepsinin geçmişe dair bir hesaplaşması var. Fakat en önemlisi, kadınlar cezaevinden çıktıktan sonra ne yapacaklarını bilmiyorlar.
Cezaevinde anneleri ile kalan çocuklar da var. Çocuklar için durum daha da kötü. Yılmaz Güney, Duvar filminde diyor ya: “Çocuklar için daha iyi parklar isteyebiliriz, daha iyi şehirler isteyebiliriz ama daha iyi cezaevleri isteyemeyiz” diye... Bu çocukların annelerinin yanında bile olsa cezaevinde kalmaması gerekiyor.
Görüşmeleri birlikte yaptığımız psikolog Alp Ardınç çocukların erken büyümek zorunda kaldıklarını ve mutsuz ya da mutlu olmadıklarını söyledi. Çünkü bu çocuklar gerçek hayatı sadece televizyonda ve hafta sonları akrabaları ile dışarı çıktıklarında görüyorlar. Hal böyle olunca gerçek dünyayı içselleştiremiyorlar. Cezaevlerinde gördükleri kadınları taklit eder hale gelmişler. Bir oğlan çocuğu kreşteki bakıcılara kaşlarımı ne zaman alacaksınız diye sormuş. 5 yaşında bir kız büyüklerin dili ile konuşup “off Allah'ım geçmiyor günler” diyormuş. Kısacası cezaevi koşulları kadınlar için zor evet, ama orada anneleri ile kalan çocuklar için daha da zor.
Canına Tak Eden Kadınlar'da sadece kadınların değil, erkeklerin yaşadıkları sorunlara da yer verilmiş. Bu bilinçli bir tercih mi?
Tayfun Atay'ın bir sözü vardır: “Erkeklerin ayaklarına vurulmuş en büyük pranga erkeklik algısıdır”. Ben kadınlarla yaptığım görüşmelerin sonunda öldürenin de öldürtenin de kadınlık ve erkeklik algısı olduğunu fark ettim. Kadın, toplumda birey olarak değil ailenin bir parçası olarak görülüyor. Kadının eğitimsiz kalması, cinsel obje olarak görülmesi, boşanmak istediğinde ne devletten ne de ailesinden yardım görmesi bu bakış açısının sonucu. Aynı toplum erkeğe de güçlü olmasını, ayakta kalmasını empoze ediyor. Kitaptaki erkekler toplumun kendilerine yüklediği bu misyonu taşıyamayan, altında ezilen ya da bunu sonuna kadar kullanan erkekler. Ben kitapta erkekleri kötü birer insan gibi işlemektense o karakterlerin de altı metnini yazmak istedim. Çünkü sorunun adını doğru koyarsak çözümü bulabiliriz.
Bu cinayetler ne ifade ediyor?
Özlem Albayrak'ın tespiti: Görüştüğümüz kadınların hayatları ile ilgili bütün kararları çevrelerindeki erkekler vermiş; babaları, ağabeyleri, kocaları, amcaları... Öldürme eylemi hariç. Kadınlar öldürme eylemini, onu o güne kadar yalnız bırakan herkese karşı işliyor; annesi, babası, sevgilisi, tecavüz eden... Benim yazdığım hikayelerde kadınlar öldürme eylemini bir başkaldırış gibi görüyorlar çünkü hayatları boyunca kendi başlarına karar verip, sonucuna katlandıkları tek eylem öldürmek. Bunun yanında çevrelerinde diğer şiddet gören kadınların edilgen durumuna da son vermiş oluyorlar. Çünkü onlar cinayet işledikten sonra kardeşleri, kuzenleri ailelerinden de yardım alarak boşanmışlar.
Öldürdükleri için pişmanlar mı?
Hayır, değiller! Görüşmelerimizin birinde bir kadın geldi bizimle konuşmak için. Tüm hayatını, yaşadıklarını, çocuğunu ne kadar özlediğini, kocasını nasıl öldürdüğünü tek tek, bana hiç soru sorma fırsatı bile bırakmadan anlattı. Yalnız, anlatırken bana değil de benim arkamdaki duvara bakıyordu, sanki onunla konuşur gibi… Her şeyi anlattıktan sonra “pişman mısın?” diye sordum. Ancak o zaman bana baktı ama sanki dünyanın en saçma sorusunu sormuşum gibi bakıyordu. Gayet net bir ses tonuyla “ hayır!” dedi. O zaman anladım ki bu kadınlar yaptıklarından sonucu cezaevi bile olsa, çocuklarına hasret bile olsalar pişman değiller.
Kadına hem ekonomik hem de sosyal özgürlüğünü veren yasalar ile kadınları öldürmekten de, ölmekten de kurtarabiliriz. (SÇ/ÇT)