Tarih Vakfı, 24 Ocak’ta Vangelis Kechriotis Perşembe Konuşmaları’nın sekizincisini düzenledi. “Çanakkale 1915: ‘Milli’ Anlatıdan ‘İslami’ Anlatıya Geçiş” başlıklı sunumunu gerçekleştiren Ayhan Aktar, tarih anlatımında milliyetçi anlatıdan İslami anlatıya dönüşümünün nasıl gerçekleştiğini anlattı.
Temel meselesinin 104 sene evvel gerçekleşmiş bir olayı şu an da nasıl hatırladığımız olduğunu belirten Aktar, Çanakkale Savaşı hakkında iki tip anlatının karşımıza çıktığını söylüyor. Bu iki anlatının “seküler/milliyetçi anlatı” ile “islami/cihatçı anlatı” olduğunu söyleyen Aktar, anlatılar arasındaki farkı şöyle açıklıyor:
“Seküler/milliyetçi anlatıda kullanılan terimle anlatılan Türk ordusu; islami/cihatçı anlatıda bahsedilen İslam ordusudur. Seküler/milliyetçi anlatıda düşman kavramı vardır; islamcı anlatıda küffar, gavur kavramı vardır. Seküler/milliyetçi anlatıda Çanakkale Savaşı’nı anlama biçimi anti-emperyalist direniş, yurt savunması, vatan savunmasıdır. İslamcı/cihatçı anlatıda ise algılama biçimi ‘Bu zaten bir Haçlı Seferi idi. Biz de onlara karşı bir cihat mücadelesi veriyorduk’ şeklindedir.
“Milliyetçi anlatıda Atatürk merkezi bir noktada”
“Daha kritik bir nokta ise, seküler/milliyetçi anlatıda Mustafa Kemal Atatürk, büyük bir kahramandır. O olmasaydı savaş kaybedilirdi. İslamcı/cihatçı anlatıda Mustafa Kemal, 1887 yılında Haçlılardan Kudüs’ü alan Selahaddin Eyyubi’nin 1915 versiyonu gibi anlatılıyor. Seküler/milliyetçi anlatıda Mustafa Kemal’e verilen merkezi bir ağırlık var.
“Mustafa Kemal’in kendi anlatımına baktığınız zaman ‘O gün bombardıman başladığında biz Rumeli tarafında top mevzisi bakıyorduk. Sorumlu Cevat Paşa hemen karargâha atladı. Biz de dürbünleri aldık seyrettik’ der. Şimdi bunu Mustafa Kemal anlatıyor. Bu bir kara savaşı değil. Mustafa Kemal, piyade komutanıydı. Ama açın 18 Mart günü televizyonları. Dört tarafta Mustafa Kemal resimleri var. Cevat Paşa’nın resmine rastlar mısınız hiç? Sanmıyorum.”
Aktar, Atatürk’ün merkezi bir noktada duruşunu, 1917’de Ruşen Eşref Ünaydın’ın Yeni Mecmua’da yayınladığı mülakatı 1930’da tekrar yayınlaması ve başına yazdığı giriş kısmı ile başlatıyor. O girişin, milliyetçi anlatıdaki Mustafa Kemal ve Çanakkale algısını oluşturduğunu belirtiyor.
O giriş ise şu şekilde:
“Yalnız o harbin kahramanı olarak kalmak bile bir kumandan için öyle büyük bir şandır ki, onunla hem kendi hem milleti hem de tarih iftihar duyar. Hâlbuki azmi bir vatan kurtarıp yeni baştan devlet kuran büyük adamın yaratıcı eseri önünde Çanakkale muzafferiyeti ancak bir dibace( başlangıç) kalır. Ne şanlı bir dibace”
Aktar bu anlatının ‘Kurtuluş Savaşının sanki bir ön hazırlığı Mustafa Kemal tarafından Çanakkale’de gerçekleştirildiği’ algısını yarattığını söylüyor.
“Anlatılarda birçok eksik ve yanlış var”
Milliyetçi anlatıda bazı şeylerin yok edildiğini söyleyen Aktar anlatıdaki eksikleri anlatıyor:
“Örneğin, Türk ordusu kavramı. 1915’te ordu kendisini Osmanlı Ordusu Hümayunu olarak tanımlıyordu. Türk ordusu diye tanımlamıyordu. Türk ordusu dediğiniz zaman sadece Türklerden oluşan bir ordu sanıyorsunuz, değil. Araplar da vardı, Kürtler de vardı. Bütün Anadolu ahalisi vardı orada. Ayrıca gayrimüslimler de vardı. İslami/cihatçı anlatıya geçtiğimiz zaman farklı bir takım boyutlar oluşuyor. ‘Bosna’dan, Arnavutluk’tan, Kafkaslardan, Arap dünyasından İslami bir mücadelenin parçası olmak için gelen insanlar var’ deniliyor. Arap dünyasından gelenler ne demek? Arap dünyasından gelen kim? Filistin’den mi gelen? Osmanlı toprağıydı orası. Askere alınmış insanlar. Tabii ki gelecek. Yani Kırım’dan gelen gibi bir şey değil ki bu. Dolayısıyla iki anlatının da zayıf, eksik noktaları var.
“Devam ettiğimiz zaman, seküler/milliyetçi anlatı 1930’lardan itibaren varlığını sürdürüyor ve egemenliğini koruyor. Fakat bir alt akıntı olarak İslami bir anlatı ortaya çıkmaya başlıyor. İslami anlatının en önemli metni Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale savaşı üzerine yazdığı ‘Çanakkale Şehitlerine’ eseridir. Şimdi bu metin önce bir saldırı altında direnen insanları anlatıyor. Ondan sonra giderek şehitlik mertebesini yükselten göklere çıkartan bir temaya gelmeye başlıyor. Bir şiir bir anlatıyı nasıl belirler? Tuhaf gelebilir ama belirler.”
Çanakkale nasıl bu kadar ziyaret edilen bir bölge haline geldi?
1955’te iki düzine insanın ziyaret ettiği bölgelerin 2015’te iki milyondan fazla insanın gittiği bir yarımadaya dönüştüğünü söyleyen Aktar, 1990’larda Özal döneminde açılımların başladığını ve Anzak Günleri’nin yapılmaya başladığını anlatıyor.
Çanakkale’nin bu kadar ziyaret edilmesinin nedenlerini anlatan Aktar şöyle devam ediyor:
“Milliyetçilik teorisinde önemli bir şey vardır. Milliyetçiler birbirinden çok kopya çekerler. Olaylardan bir tanesi: Zeytinburnu Belediye Başkanı Murat Aydın’ın, 2000 senesinde Kanberra’ya gidişi. Kanberra önemli bir yerdir. Orada bulunan müzede bir Çanakkale bölümü vardır. Avustralya tarihi için önemlidir. Ama sadece Çanakkale değil, her savaşın bölümleri vardır ama o ‘War Memorial’ dediğimiz müzenin esas gövde taşını Çanakkale oluşturur. Sergiledikleri malzeme hakikaten birinci sınıftır.
“Murat Aydın ziyaretten sonra Çanakkale’ye otobüs turları düzenliyor. 2015 senesinde yaklaşık 200 bin insan Çanakkale’ye gitmiş. Gidenler yarım hac diye nitelendiriyorlar. ‘Mekke’ye gidemiyorum ama Allah Çanakkale’ye gitmeyi nasip etti’ şeklinde anlatıyorlar. Bu turların duygusal yanları yüksek oluyor, ağlayanlar oluyor. Murat Aydın’ın başlattığı Zeytinburnu turları, diğer AKP’li belediyeler tarafından kopya çekilerek yapılıyor.”
“Alan Kılavuzluğu ile milliyetçi anlatı sunulmaya çalışıldı”
2006’da Resmi Gazete’de Alan Kılavuzluğu ile ilgili yönetmeliğin yayınlandığını aktaran Aktar, Orman Bakanlığı’nın yönetimindeki Çanakkale savaş alanlarını ve milli park niteliğindeki yerleri gösterecek kişilerin bilgi sahibi olması gerektiği belirtilerek rehberlere farklı bir statü verildiğini söylüyor.
Alan Kılavuzluğu için yayınlanan yönetmeliği Aktar şöyle anlatıyor:
“Alan kılavuzluğu kursuna katılmak için ‘korunan sınırlar çevresinde en az 1 yıl ikamet ediyor olmak’ gerekiyor. Kritik bir madde. Alan kılavuzluğu eğitim çalışmalarında uygulamalarla ilgili olarak Genelkurmay Başkanı ile koordinasyon sağlanıyor. Bunun anlamı şu: seküler/milliyetçi anlatı, alan kılavuzluğu şeklinde gelenlere sunulacak. Buradan 600 civarında insan diploma alıyor. Bu alınan diplomaların ne anlamı var? Bildiğim kadarıyla 12 kişilik bir grup tarihi yarımadanın içerisinden girdiği zaman jandarma durduruyor ve ‘sizin rehberiniz var mı?’ diyor. Yok derlerse onlara bir tane alan kılavuzu veriliyor. Tabii ki merkezi otorite tarafından anlatıyı belirlemek, savaş anlatısını belli bir standarda oturtmak için yapılan bu müdahale Zeytinburnu Belediyesi gibi çalışan belediyelerin asabını bozuyor. İnsanları doldurduğunuz otobüslere, getirdiniz Çanakkale’ye. Bir tane kılavuz verdiler. O kılavuz da size sizin duymak istemediğiniz bir anlatıyı veriyor. O anlatının İslami hassasiyetleri yüksek değil.”
“Türk milliyetçisi kendini sürekli mağdur gösterir”
Bu yönetmeliğin ardından Turist Rehberleri Odası yönetiminin Bölge İdare Mahkemesi’ne kılavuzlara verilen kokartların iptali ve alan kılavuzluğu ile ilgili yönetmeliğin yok sayılması konusunda dava açtığını söyleyen Aktar, Oda Başkanı Adem Biçer’in bu esnada yaptığı açıklamasını dile getiriyor:
"Edindiğimiz bilgilere göre 695 alan kılavuzunun yüzde 5’i köylerden gelip geçim kaynağı olarak bu işi yapmaktadır. Diğer yüzde 35’i 657 sayılı kanuna tabii memur ve yüzde 60’ı ise Türk Silahlı Kuvvetler, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan emekli. Bunların yüzde95’i söz konusu alan dışında ikamet eden bu işi ek gelir sağlamak için yapan vatandaşlardır"
Aktar, bu açıklamanın ardından yönetmeliğin iptal edildiğini belirtiyor.
Çanakkale Savaşı’nın aktarımı sırasında milliyetçi anlatıdaki hataları aktaran Aktar şöyle örnekliyor:
“2012’de AKP İstanbul İl Başkanlığı Çanakkale Şehitleri Abidesi Töreni’nde ilk iftarı düzenliyor. İsmi ‘Şehitlerimizin Menüsü ile İftar: Kırık Buğday Çorbası, Arpa Ekmeği ve Su’. Ama Cemil Conk’un anlattığı menü başka. Burada Türk milliyetçiliğinin önemli bir boyutu var. Türk milliyetçisi sürekli olarak kendisini mağdur ve ezik gösterir. Bu, ezikliği vurgulayan bir operasyon. Çanakkale Cephesi’nde böyle bir menü yok. Çünkü Çanakkale’nin tarımsal hinterlandı Türkiye’nin en mümbit(verimli) yerlerinden. Düşünebiliyor musunuz savaş içinde Almanların anılarına bakıyoruz. Çanakkale çarşısında çikolata bulunuyor dükkânlarda. Geçenlerde Falih Rıfkı Atay’ı okuyordum. Mustafa Kemal’i ziyaret etmek istiyor 19. Tümen Karargâhında. ‘Nevaleyi düzdüm, kafayı çekecektik’ diyor. Sayıyor tek tek, gayet iyi bir meze çeşitliliği var. Böyle bir yerden bahsediyoruz” (EA/HA)