Öztürk OM Yayınları'nca yayınlanan kitabında Feyturiye Esen, Birsen Kaya gibi pek bilinmeyen kadın yönetmenlerden Bilge Olgaç, Handan İpekçi, Tomris Giritlioğlu, Handan İpekçi, Işıl Özgentürk, Canan Gerede, Mahinur Ergun ve Yeşim Ustaoğlu gibi daha bilinen, tanıdık yönetmenlere Türk sinemasındaki yirmi üç kadın yönetmen, filmleriyle birlikte inceliyor.
Ortak özellikleri ve farklılıkları, algıları, anlayışları ve ürünleri ilk kez bütünlüklü bir biçimde bir kadın bakışıyla sorgulanıyor.
Kitaptan Sonku bölümünü aynen veriyoruz.
Cahide Sonku
Fimleri
(Yönetmen, senarist ve yapımcı olarak)
1949 Fedakâr Ana (Yön: Seyfi Havaeri) Ortak Yapımcı (Sırrı Talpar'la)
1950 Sonku Film Şirketi'ni kurdu.
1951 Güldağlı Cemile
Vatan ve Namık Kemal
1952 Günahım Ödeyen Mam Kahpenin Kıy
1953 Beklenen Şarkı
1954 Bozkırın Obası
1955 ilk ve Son
1956 Büyük Sır
Kara Çalı
(Yön: Mümtaz Ener) Yapımcı
Ortak Yönetmen (T. Artemel ve S. Ayanoğlu'yla), Ortak Senarist (T. Artemel ve M. Hayri Egeli'yle), Yapımcı (Yön: C. Y. Kastanof) Yapımcı (Yön: Kani Kıpçak) (Gösterim tarihi 1953) Yapımcı Ortak Yönetmen (O. M. Arı-burnu ve S. Ayanoğlu'yla), Yapımcı
(Yön: S. Ayanoğlu) Yapımcı (Yön: A. Yılmaz) Yapımcı Ortak Yönetmen ve Ortak Senarist (T. Artemel'le), Yapımcı (Yön: S. Ayanoğlu) Yapımcı
Cahide Sonku, Türk sinemasının ilk yıldız oyuncusu, aynı zamanda ilk kadın yönetmeni ve yapımcısı sıfatıyla tarihe geçmesine karşın, "Türk Sinema Tarihi" kitapları içinde gizlenen bir kadın tarihinin de ilk örneğidir.
Kaynaklar, onun 1916'da Yemen'de doğduğunu, 1950'de Sonku Film Şirketi'ni kurduğunu, 1951'de Türk sinemasının ilk kadın yönetmeni olarak kamera arkasına geçtiğini, 1956'ya kadar on filmin yapımcısı olduğunu ve 18 Mart 1981'de İstanbul'da öldüğünü yazmaktadır.
Burçak Evren'e ve Agâh Özgüç'e dayanarak yaşamı şöyle özetlenebilir: Gerçek adı Cahide Serap olan Cahide Sonku, Cumhuriyet Özel Okulu'ndan sonra İstanbul Belediyesi Konservatuarına devam eder.
1932'de Şehir Tiyatrolarında (Darülbedayi) oyuncu olur, 1933'te Muhsin Ertuğrul'un Söz Bir Allah Bir adlı filmiyle sinemaya başlar. 1948'de tiyatrodan ayrılır, 1963'te yine tiyatroya döner, 1970'e doğru tiyatroyu ve sinemayı bırakır.
1932'de girdiği Şehir Tiyatroları ile ilişkisi gelgitler içerir. 1963 tarihli Ses dergisinde "Sonku Şehir Tiyatrosu'na dönüyor" haberi yayınlanır. 1967 tarihli Ses'te ise "Cahide Sonku yine sahnede... Bu kaçıncı sahneye dönüş... Rejisörler (tiyatro) artık ona rol vermiyor. Şimdi Kani Kıpçak'ın Şatoda Kovalamaca oyununda oynuyor" ifadesi yer alır.
Fakat oyundaki rolü başkasına verilir. Erman Şener'in yazdığına göre 13 Mart 1972'de Şehir Tiyatroları'ndan atılmıştır. Bu haberlerden de anlaşıldığına göre, 1960'ların ikinci yarısında Sonku'nun yaşamında bir şeyler değişmiş, kariyerinin sonuna gelmiştir.
Sinemadaki oyunculuğu, yıldızlığın oluşumu açısından da önemlidir. Oyunculuğa başladığı dönem, çoğu sinema kitabında da yazdığı gibi Muhsin Ertuğrul'un "tek adam" olarak anıldığı dönemdir (Ertuğrul'un egemenliği 1920'lerden kırklara kadar uzanır).
1933'te Mümtaz Osman takma adıyla Nazım Hikmet'in yazıp Muhsin Ertuğrul'un yönettiği Söz Bir Allah Bir'in oyuncu kadrosunda (Hazım Körmükçü, Vasfi Rıza Zobu, Muammer Karaca, Semiha Berksoy, Necdet Mahfi Ayral) Cahide Sonku da yer alır; Giovanni Scognamillo'ya göre film bir hayli yabancı kalır, "Kadın düşkünü avukat Şaban, feminist kadın, garsoniyer baskınları, klasik karı-koca-aşık üçlüsü, Arnavut taklitleri vb. ile aşırı bir şekilde Batıya dönüktür."
Muhsin Ertuğrul, 1934-1935 yılları arasında Selma Lagerlöf'ün bir öyküsünden uyarlanan ve senaryosu Nazım Hikmet'e, konusu Hasan Cemil Çambeli'ne ait ilk köy filmi olarak Türk sinema tarihine geçen Bataklı Damın Kızı Aysel filmini yapar. Filmde Cahide Sonku'nun taktığı eşarp, 'Aysel' adıyla folklorik bir moda başlatır ve film, seyirci tarafından tutulur.
Bu filmde oyuncular arasında Talat Artemel, Feriha Tevfik, Hadi Hün, Sami Ayanoğlu, Hazım Körmükçü de yer alır. "Konu, en bilinen durumları kullanan, suçsuz delikanlı, iğfal edilmiş genç kız edebiyatını sürdüren, en ağdalı türden, gerçekle ilgisi olmayan bir melodramdır." Sonku, bu filmden sonra kendinden sonraki kuşağa yıldızlık yolunu açar; o, Türkiye'nin ilk kadın yıldızıdır.
Cahide Sonku, 1940'ta Şehvet Kurbanı'nda ve Akasya Palas'ta oynar; her iki filmin de yönetmeni yine Muhsin Ertuğru'dur. 1939'da çekimine başlanan ve 1942'de gösterilen Kıskanç, Nazım Hikmet'in senaryosundan çıkan yine tipik bir Ertuğrul melodramıdır.
Cahide Sonku, o dönemdeki çoğu filmin oyuncusudur. Yerli Film Yapanlar Cemiyeti 1948'de bir yerli film yarışması düzenler. Bu yarışmada en başarılı kadın / erkek oyuncu ödülünden ayrı olarak verilen en başarılı kadın / erkek "karakter" oyuncusu ödülünü Cahide Sonku ile Talat Artemel alır.
Çeşitli kaynaklarda 1950 ya da 1951'de Sonku'nun kendi yapım şirketini kurduğu yazmaktadır.63 Yapımcılığa 1951'de kendi filmiyle başlar. 1953 yılında Cahide Sonku, Kani Kıpçak'ın Suavi Tedü'nün bir senaryosundan çektiği Kahpenin Kızı, filminin yapımcısı olur.
Kadrosunu tiyatro oyuncularının oluşturduğu filmde köy, Scognamillo'ya göre, yine bir dekor olarak kullanılmış, film klişe karakterlerle donatılmıştır. "Köy gerçeği diye bir sorun yoktur, önemli olan köy evrenine uygun görülen şematik melodramdır."
Sonku, Ayşecik Sokak Kiğı'nda (1964, Erakalın) oynadıktan sonra Çalıkuşu'nda (1966) da rol alır. Osman Seden, bu filmi bir üstünyapım yaklaşımı ve o güne kadar bir araya getirilen en geniş oyuncu kadrosuyla (Türkan Şoray, Zeynep Değirmencioğlu, Kerim Avşar, Bedia Muvahhit...)
iki devre olarak beyazperdeye aktarmıştır.Cahide Sonku, uzun yıllar sonra, son kez 1977'de Yeşilçam Sokağı'nda (Ülkü Erakalın) perdede görünür. 1933'ten 1977 yılına kadar yirmi filmin oyuncusu olmuştur.
Masum genç kız, femme fatale, kendini kurban eden cesur kadın, hayırsever kadın rolleriyle Sonku, Türk Marlene Dietrich'i olur ve Cumhuriyet tarihinin ilk sinemasal ikonu haline gelir.
Yönetmenliğine geçmeden önce Cahide Sonku'nun genel algılanışıyla ilgili olarak bir metne gönderme yapalım. Aşağıdaki metin, Büyükdüvenci ve Öztürk tarafından yazılan yazıdan kısaltılarak alınmıştır:
Evet, Türk sinema tarihi henüz yazılmadı! En azından 20. ölüm yıldönümünde (18 Mart 1981) Cahide Sonku'nun sinema serüvenine dönüp baktığımızda, durumun aynen böyle olduğu görülüyor... Yönettiği üç film de kitaplara çelişkilerle geçti, yönetmenliğinin tartışmalı olduğu söylendi, hep efsane bir oyuncu olarak anıldı...
Onu hep eleştirdiler. Kendi kendisini nasıl yok ettiğini, şöhretini nasıl taşıyamadığını anlatarak. Bütün bu anlatılan anılar ve yazılanlar gerçekten doğru olabilir. Ama şu açık ki, bir erkeğin iktidarını kullanması göze batmazken, Cahide'nin ele geçirdiği bu iktidarı 'bir erkek gibi' kullanması göze battı.
Cahide, 'iktidarın' cinsiyetine bürünüverdi. Bir kadın olarak ayakta kalabilmek için yapacağı başka bir şey de yoktu belki. Cahide, Yeşilçam'a, yapımcılığın ve yönetmenliğin erkeğe özgü bir iş olmadığını gösterdi. Erkeklerin egemenliğinde olan Yeşilçam'ın Cahide gibi önce yıldız yaptığı, mitleştirdiği bir kadını daha sonra yutması zor olmadı.
Cahide, hırslarını ve tutkularını sinema üzerinden kullanırken sinema dışından alanlarla vurulmak istendi. Hep o güzel bedeni üzerinden yargılandı, değerlendirildi. Yaşadığı yılları ve ortamları göz önünde bulundurursak, evlenip boşanmış bir kadının, onun gibi güç sahibi de olursa nelere maruz kalacağını düşünmek hiç de zor olmayacaktır.
Yıllar sonra pek çok kişi tarafından dillendirilen "aslında benimle birlikte olmak istiyordu, ama ben istemedim" hikayeleri 'erkek' dilinin ve kültürünün eseriydi...
Ne yapsa hep 'tuhaf ve 'düzeysiz' kaldı. Belki de kişiliğinde var olması muhtemel sorunlar hep kadınlığıyla bitiştirildi. 'Özgür kadın' imgesinin taşıdığı bütün olumsuzlukları üzerinde taşıdı. Bu yüzden dudak bükülerek anlatıldı hep Taşıdığı imgeyi, döneminin erkekleri de, kadınları da kabullenemedi.
O kendisini koruyamadı belki. Ama döneminde onunla dayanışma içine giren ya da onu anlayan kimse de bulamadı. Hayatını kendi deyişiyle 'seçerek', yani bilerek ve isteyerek yaşadı. O kadar 'görünür' bir kadındı ki onu yok saymak olanaksızdı; ama aşağılamak ya da küçümsemek zor olmadı, yardım etmek yerine...
Bu en uzak, en güzel, en yıldız kadın bile yakınlaştıkça düşlerde kalmaya mahkum oldu. Cahide, sonunda uyanıp bir düş gördüğünü anladı. Yeşilçam'ın vefasızlığı karşısında kendini geri çekti; yazgısının peşinden sürüklenmek yerine o yazgının peşinden gitmeyi yeğledi. Seçtiği yaşamla Yeşilçam'ın yaldızlarını döktü.
Ötekinin Sesi belgeseli için araştırma yaparken slogan olarak yukarıdaki yazının da başlığı olan "Türk Sinema Tarihi Henüz Yazılmadı" sözü benimsenmişti. Çünkü hem Türk sinema tarihi içinde ilk kadın yönetmenlere hiç değer verilmediği ortadaydı, yönetmen olarak bile kabul edilmiyorlardı, hem de kısacık bir araştırma sonucunda bile, sinema tarihi kitaplarındaki birtakım yanlış bilgileri düzeltmek mümkün olmuştu. "Yanlış bir bilginin düzeltilmesi" hiç de sanıldığı kadar zor değildi aslında. Hâlâ yaşayan sanatçılarla konuşmak bu iş için yeterliydi.
Cahide Sonku'nun, büyük oranda göz ardı edilen yapımcılık ve yönetmenlik serüveni söyle gelişti: Muhsin Ertuğrul filmlerinde oyuncu olarak kariyerine başlayan Sonku'ya, belli ki, oynamak bir süre sonra yeterli gelmemiştir.
"Muhsin Ertuğrul ona başkalarının filmlerinde oynama izni vermeyince" o da Sırrı Talpar'la birlikte kurdukları Güneş Film yapımevi adına, 1949'da Seyfi Havaeri'ne Fedakâr Ana'yı yaptırıp bu filmde oynar.68 Ama bu önemli bilgi, sinema tarihi kitaplarında yer almaz.
Tek film yapan ya-pımevinin (Güneş Film) sahibi sadece Sırrı Talpar olarak gösterilir. Oysa Sonku'nun yapımcılığa olan niyeti öyle açıktır ki, o yıllarda Muhsin Ertuğru'la çalışmayı bırakır ve Güneş Film'den bir yıl sonra kendi yapım şirketini kurar.Cahide Sonku, ayrıca Özgüç'e, yönetmen hastalanıp sete gelmeyince kameranın arkasına ilk kez geçtiğini ve bu filmde asistanlık yaptığını da söylemiştir.
1949'da bir dergideki söyleşide "Film işleriyle meşgul oluyorum. Bir müddetten beri Muazzez Tahsin Berkant'm romanını filme çekmek için senaryosuyla meşgulüm. Filmin rejisörlüğünü de kendim yapmak istiyorum," der; ama bu filmi değil, iki yıl sonra Vatan ve Namık Kemal'i yönetecektir.
Cahide Sonku 1951, 1953 ve 1956 yıllarında erkek meslektaşlarıyla birlikte üç film yönetir, bu filmlerin ikisinin senaryosuna katılır, ayrıca filmlerinin yapımcısı olur. 1951'de Talat Artemel ve Sami Ayanoğlu ile birlikte yönettiği ve yapımcısı olduğu Vatan ve Namık Kemal, Yıldız dergisinin sıralamalarında en iyi film, Cahide Sonku ise en iyi kadın oyuncu seçilir.
Dorsay, Vatan ve Namık Kemal'in Duygu Sağıroğlu tarafından yeniden çevrilmesi üzerine yazdığı bir yazıda "Cahide Sonku-Sami Ayanoğlu-Talat Artemel üçlüsünün yönettiği ilk Vatan ve Namık Kemal filminin, sinema değeri nedir, bilmiyorum ama, o çocukluk yıllarımda büyük bir etkisi olmuştu üzerimde... Sanırım, o kuşak için, bu etki unutulamaz," der," Özgüç, Türk sinema tarihindeki ilk galanın bu film için yapıldığını anımsatır.
Cahide Sonku, ardından, Orhon Murat Arıburnu ve yine Sami Ayanoğlu ile birlikte "Zeki Müren'i takdim ettikleri" Beklenen Şarkı'yı (1953-1954) yapar. Filmin senaryosu Sadık Şendil'e aittir. 13 Haziran 1953 tarihli Yıl' diz dergisi Beklenen Şarkı'nın bitmek üzere olduğunu duyurur; l Ocak 1954 tarihli Yıldızlar Alemi ise "Beklenen Şarkı bu hafta oynamaya başladı," diye yazar.
Dolayısıyla biri çekim, biri de gösterim tarihi olduğu için, kitaplarda 1953 ya da 54 olarak farklı geçen iki tarih de doğrudur. Zeki Müren'li Beklenen Şarkı ile dönemin hasılat rekoru kırılır; Sonku Film, 1.5 milyon lira kâra geçer ama bir yangın, şirketin hemen hemen bütün negatiflerini ve pozitiflerin yarıdan fazlasını yakıp kül eder. Yeşilçam'da yangının çıkışıyla ilgili çeşitli söylentiler dolaşır. Bu filmin gösterimi sırasında sinema salonlarında kapıların kırıldığı da anlatılmaktadır.
Cahide Sonku, filmi aslında eşi ihsan Doruk'un isteği üzerine Zeki Müren'i öne çıkarmak için yaptığını söylemiştir. Film süresince ve daha sonra Sonku ile Müren arasında sorunlar yaşanır.
Beklenen Şarkı'da Cahide Sonku, kızıyla aynı kaderi paylaşan yardımsever Seniha rolündedir; ana-kızın sevdikleriyle evlenmeleri sınıfsal gerekçelerle engellenmiştir. Seniha, iyiliksever bir kadındır; sahip olduğu yarım bestenin de trajik bir hikâyesi vardır.
Erkek meslektaşlarıyla birlikte ortak yönetmenlik yaptığı ilk iki filmi sinema tarihi kitaplarına kaydedildiği halde, 1956'da yönettiği Büyük Sır kaynaklara geçmemiştir, ilhan Arakon, filmi Talat Artemel'le birlikte Cahide Sonku'nun yazdığını ve yönettiğini söylemektedir.
Arakon, birinci elden önemli bir tanıktır, çünkü bu filmin görüntü yönetmenidir. Sinema tarihi, Sonku'nun 1949'daki yapımcılığını atladığı gibi, yazıp yönettiği son filmini de kaydetmez. Bu filmin karşısına hep Talat Artemel'in adı düşülür.
Yaşamayan bir yönetmen üzerine daha derinlikli bir çalışma yapılması durumunda, ilhan Arakon örneğinde de görüldüğü gibi, filmin bütün çalışanlarıyla görüşme yapmanın ne denli önemli olduğu ortadadır.
Cahide Sonku, tarih kitaplarına yanlış bilgilerle şöyle geçmiştir: Nijat Ozon, Cahide Sonku'nun "bir melodram olan" Fedakâr Ana'yı da yönettiğini; Burçak Evren ise, üç film yönettiğini ve bunların Fedakâr Ana, Beklenen Şarkı ve ilk ve Son olduğunu kaydeder; dolayısıyla iki film fazladan yazarken iki filmini de göz ardı eder.
Agâh Özgüç, Fedakâr Ana konusunda daha ayrıntılı ve daha doğru bilgiler verir. Yaptığı görüşmelere dayanarak, Sonku'nun 1949'da Seyfi Havaeri'nin yönettiği Fedakâr Ana'' da asistanlık yaptığını ve filmin bazı sahnelerini de çektiğini yazar.
Buna karşın, Vatan ve Namık Kemal'den söz ederken yönetmenlerin isimlerini karıştırır; filmi, Orhon M. Arıburnu ve Sami Ayanoğlu ile birlikte yönettiğini kaydeder.
Üç yazar da (Ozon, Evren ve Özgüç) Büyük Str'dan söz etmez. Yazarlara, Fedakâr Ana (Seyfi Havaeri) ve ilk ve Son (Atıf Yılmaz) filmlerini "Cahide Sonku'nun yönettiği" bilgisi konusunda haksızlık yapılmaması gerekir.
Çünkü kaynakları, filmlerin afişlerindeki (ve belki de filmin tanıtım yazılarındaki) bilgilere dayanır. Oysa iki filmin de yönetmeni bunun doğru olmadığını, Sonku'nun kendisinin afişlerde yönetmen olarak yer almak istediğini çeşitli bağlamlarda (konuşma, kitap...) dile getirmiştir.
Çelişkili metinler Vatan ve Namık Kemal filmi için de geçerlidir. Giovanni Scognamillo'ya göre, bir tiyatrocu olan Münir Hayri Egeli (aslında öykünün sahibidir), Vatan ve Namık Kemal (1951) ile tarihsel filmler çekmeye başlar.81 Oysa aynı kitabın 140 ve 149. sayfalarında, aynı tarihte bu filmi, Talat Artemel ve Sami Ayanoğlu'nun yönettiği kaydedilir; Cahide Sonku'dan hiç söz edilmez.
Scognamillo kendi kitabında çelişkili bilgiler sunar, öyle ki bu ifadeden, 1951'de ismi aynı olan iki filmin farklı kişilerce yapılmış olduğu sonucu çıkarılabilir. A. Şerif Onaran'a göre, Vatan ve Namık Kemal'i Ayanoğlu, Sonku ve Artemel, Beklenen Şarkı'yı da Ayanoğlu, Sonku ve Arı-burnu yönetmiştir. Oysa . sayfada Onaran bu kez, Arıburnu'nun "1953-1954'te Cahide Sonku adına Sami Ayanoğlu ile ortaklaşa bir reji çalışmasıyla..." Beklenen Şarkı'yı çektiğini yazar; bu ifade, Sonku'yu burada filmin yalnızca yapımcısı olarak gösterir. Yukarıda örnekleri verilen çelişkili bilgiler, sinema tarihçilerinin ve yazarlarının karar veremedikleri konular arasındadır.
Şu ifadeden de açıkça görüleceği gibi Cahide Sonku, filmin kaçta kaçını yönettiğinin hesabını yapmaz, ortaklığı ve birlikteliği öne çıkarır: "Hiçbir zaman bu sahneleri ben, şu sahneleri diğer arkadaşım yaptı diyemem, hep birlikte ve bir masa başında çalıştık.
O gün kimin rolü ve işi azsa, o makinenin başına geçti."83 Ancak, Beklenen Şar-kı'nın diğer yönetmenlerinden Orhon M. Arıburnu, 1988'de yetmiş yaşındayken yaptığı bir görüşmede Agâh Özgüç'e şöyle der: "Sonku filmin sadece yapımcısı ve oyuncusudur.
Ben ise yönetmeniyim. Afişlere yönetmen olarak kendi istediği için ismi yazılmıştır." Arıburnu, bir çırpıda Sonku gibi birlikte çalıştığı Sami Ayanoğlu'nu da siler. Burada önemli olan, bu önemli bilgiyi neden yetmiş yaşına kadar sakladığıdır; ayrıca yönetmenin yaşarken hesaplaşmadığı bu sorunu (doğru ya da yanlış) muhatabının ölümünden sonra ortaya atmasının da mesleki etik açısından sorgulanması gerekir.
Cahide Sonku'dan (ya bizzat deneyimleme ya da aktarma yoluyla) Ülkü Erakalın'ın ve Atıf Yılmaz'ın anılarında yeri geldiğinde söz edilir. Agâh Özgüç ise Cahide Sonku'yla üç aya yakın bir süre meyhanelerde görüşmüş ve bunun sonucunda bir kitap yazmıştır.Özgüç, bu görüşmelerde genel olarak, Sonku'nun "anılarından kaçtığını" ve "rahatsız olduğunu" fark etmiştir.
Yönetmen Lale Oraloğlu'nun görüşmede anlattığı bir olayı, Ülkü Erakalın da seyircilerle yaptığı bir söyleşide aynen anlatır: Haldun Dormen'in tiyatrosunda çalışan Cahide Sonku, salon doluyken oyuna gelmez. Oyun sürerken rol arkadaşı Cahit Irgat'la birlikte turneye çıkarlar, gittikleri otelde de kavga ederler; Oraloğlu, bu olayı (Dormen Tiyatrosu'ndan uygunsuz bir şekilde ayrılmasını) Cahide'nin ilk düşüşü olarak yorumlar.
Oysa Erakalın'ın Dormen'den dinleyip "yazdığı" anılarında bir fark vardır. Haldun Dormen, kötü oynadığı ve her akşam içerek geldiği için Cahide Sonku'dan ve Cahit Irgat'tan zaten oyunu bırakmalarını istemiştir. "Oyunu bırakmaları için; özür dileyerek, nazik bir mektup gönderdim onlara... Bıraktılar oyunu," der. Yaptıkları davranışa mazeret olmasa da yazılı ifadeden, Sonku'nun ve Irgat'm söz konusu isteğe uydukları anlaşılmaktadır.
Erakalın'ın aktardığı bir başka anı da, verdiği ipuçları açısından ilginçtir, ismet Ay, bir tiyatro oyunundan sonra bir grup arkadaşla birlikte Cahide'nin evinde oturup yorgunluk atmak için içki içmektedir.
İçeriye birden İhsan Doruk'un devrin başbakanı Adnan Menderes'le birlikte geldiğini, bunun üzerine Sonku'nun "İhsan, ben işimden sonra evime gelip iki arkadaşımla iki kadeh rakı içemeyecek miyim," diyerek odayı terk ettiğini anlatır. İsmet Ay, Ülkü Erakalın'ın sorusu üzerine bunu "kapris" olarak değil, "başbakanı uygun bir giysiyle karşılayamamasının getirdiği heyecan" olarak yorumlar.89
Ülkü Erakalın, 1964'te Ayşecik Sokak Kızı'nı çekerlerken Cahide Sonku'nun alkole yeni başladığını söylemiştir.Ölmeden önce Sonku'nun belgeselini yapan Erakalın, Sonku'ya "düşüşünü kastederek 'Neden böyle oldu,'" diye sorduğunu, Sonku'nun da tepki göstererek, "Ne demek yani neden, nasıl yani neden," diye karşılık verdiğini ve "Düştüğümü söylüyorsun sen, ben düşmedim. Cahide düşmedi. Ben bu yolu seçtim," dediğini anlatır.
Özgüç, Sonku'nun cinselliğini hedef alan hızını alamamış eleştiriler konusunda Cahide'nin yanında yer alır ve söz konusu eleştirileri eleştirir. Vasfi Rıza Zobu'nun ilerleyen yaşlarında Cahide'nin yeteneksiz olduğuna dair ve cinselliğiyle ilgili ağır sözlerini aktaran Özgüç, bunun üzerine yönetmen/yıldızı koruma duygusuyla "Üstat, o işlek diliyle bütün bunları Sonku'nun en parlak dönemlerinde söylemiş olsaydı, 'cesaretine hayran kalır' ve de 'saygı' duyardık," diye yazmıştır. Aynı biçimde Özgüç, farklı eleştiri ve hakaretleri de 'saygısızlık' olarak yorumlamıştır.
Yeşilçam, kendi yarattığı Cahide mitini yine kendi yıkmıştır. Sonku, kitaplara, anılara ve sözlü aktarımlara yeteneksizliği (kötü tonlaması, kötü oyunculuğu), eğitimsizliği, "cinselliğini kullanışı", alkolik oluşuyla yansır. Buna "ruh hastası" gibi sıfatlar da eklenir zaman zaman.
Sorun kuşkusuz, olumsuz özelliklerinin onun kadınlığıyla bitiştirilmesi, kişisel alanına saldırılması, söz söyleyemeyecek durumda olan bir kadına simgesel olarak tecavüz edilmesidir. Söyleyeni erkek ya da kadın olsun eril söylemler, Cahide'nin tarihe önemsiz bir not olarak düşüşünün de nedenidir.
Ölmeden önce basında erkenden çıkan "öldü" haberleri de ayrı ve acı bir anlam taşır: "Cahide'yi ölmeden öldürüyorlardı, sanki ölümünü bekliyorlardı," diye yazar Özgüç.
Sinema çevreleri, çeşitli tarihlerde Sonku'yla barışma yollarını aramıştır. SÎYAD (Sinema Yazarları Demeği) 1979'da Sonku'ya özel ödül vermek ister. Ancak, törene Cahide Sonku gelmez ve bir meyhanede Atilla Dorsay'm elinden ödülünü alır. Dorsay, ödülü meyhanede alan ilk sanatçı olan Sonku'nun özenle hazırlanmış olduğunu ve duygulanarak ağladığını söyler.
SÎYAD'm verdiği ve Cahide'nin yıllar önce aldığı ilk ödül, 2003 yılındaki törende Burçak Evren'in elinde basının karşısına çıkar. Evren, plaketi bir paket sigara karşılığında bitpazarından aldığını belirtmiş ve olay gazetelerde yer almıştır. Aynı törende SİYAD Başkanı Atilla Dorsay, bundan böyle En iyi Kadın Oyuncu ödülünün "Cahide Sonku adına" verileceğini açıklamıştır.
Özgüç, Türk Sinemasında On Kadın adlı kitabında Cahide'yi "Doruktaki Kadının Bataktaki Ölümü" başlığıyla anlatır ve kısa yazısını "Bir özdeyişe göre 'gurur felaketin önünde gider, kibirli insan fena düşer'di. Sanki bu cümle Cahide için söylenmişti," diye bitirir. Peki Cahide'yi "gururu" neden "bitirmişti"?
Özgüç'ün Cahide kitabına dayanarak özel yaşamına, eldeki verilerle bakmalı: Cahide Sonku Talat Artemel'le evlenip ayrıldıktan sonra DP'nin kolladığı işadamlarından olan, önce tütün eksperliği, sonra tütün ticareti yapan ve "tütün kralı" olarak tanınan ihsan Doruk'la 1943'te evlenir.
1953'te kızı Ender Doruk doğar. Özgüç, alkolik oluşuyla anılan Cahide'nin kızma düşkünlüğünün ve özleminin (basında) hep geri planda kaldığını yazar. Bir ara Muhsin Ertuğrul (eşi Neyyire Neyir'i kaybedince), Doruk'tan boşanan Sonku ile evlenmek ister; ama Cahide bu teklifi reddeder.
Özgüç'le görüşmelerinde, yirmi iki yaşındayken kendisini içkiye kocası Talat Artemel'in alıştırdığını söylemiş, onun hakkında "insanlığımı da o istismar etti," demiştir, ihsan Doruk'a ilişkin şöyle der: "Beni kocam İhsan Doruk yıktı... Adnan Menderes'le aynı günde tevkif edilmişti. Onu ben tevkif ettirdim, biliyor musunuz? Bana neler yapmadı ki?... Kış kıyamet günü oturduğum evin kaloriferlerini mahsus yaktırmıyordu. Nasıl unuturum bunları?" Dorukla temel sorunu, kuşkusuz, evlilikleri sürerken İhsan Doruk'un ses sanatçısı Şükran Özer'le ilişkiye girmesinden kaynaklanır.
Boşandığı halde Sonku, bunu gururuna yedirememiştir (İhsan Doruk, sonra Özer'le evlenir). Aynı ifadeleri Özgüç gibi Oraloğlu da kullanır: "Gururuna yediremedi aldatılmayı." Ayrıca Özgüç'ün anılarını dinlediği sırada Cahide'nin konuşmaktan "kaçtığını", "rahatsız" olduğunu gözlemesi de bu bilgiyle birleşir.
Genellikle kadınlar için "aşk" ve "varoluş" birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Cahide Sonku'nun yaşadığı birliktelikleri ve aşkları, hayatındaki iniş çıkışları göstermesi açısından gerçek anlamda kitaplara yansımamış, yeterince doğru değerlendirilmemiş, buna karşılık sömürülmüştür.
Sonku, Mina Urgan'in eski eşi, sanatçı Cahit Irgat'la bir süre birlikte olur. Hayatı hakkındaki en önemli eleştiriler de bu dönemiyle ilgilidir; alkolik olarak anılmaktadır. Yoksul ve perişan bir haldedir. Örneğin, Atıf Yılmaz anılarında, bir barda, Cahide Sonku'yu (ve Cahit Irgat'ı) gördüğünü yazar; ikisinin de sarhoş ve parasız olduğunu, gidecek yerleri olmadığını fark etmiştir.
Özgüç'le görüşmelerinde Sonku, hayatında iki kez âşık olduğunu, "biri dinimiz dışında bir adam, biri de evli" diyerek açıklar. Evli dediği adamın o sıralarda büyük bir işadamı olduğunu söyler.
Vatan ve Namık Kemal'de, Zekiye'yi oynayan Sonku, sevgilisinin yanında olmak için kılık değiştirir; Adem adını alarak savaşa girer ve cesur işler yapar. Oysa Sonku, kaynaklardan ve anılardan anlaşıldığı kadarıyla dişil kimliğini hiç bırakmaz, eleştiriler de bu yöndedir, ama bir taraftan da iktidarını kullanan bir erkek gibi kılık değiştirmiştir.
Erakalm "sert, kararlı, hırçın", Dormen'se "emreden" Sonku'dan söz eder. ismet Ay, "Cahide kendisine güvenmenin, parayı hiçe saymanın ve de çevresiyle uyuşama-manın kurbanı olmuştur," der.98 Görünen o ki Sonku, hem dişilliğinden vazgeçmemiş, hem de yarı-erkek gibi davranarak kendisine güvendiği için tepki çekmiştir. Bunu, Ötekinin Sesi belgeselinde, en güzel ilhan Arakon ifade eder: "Cahide Hanım hakikaten çok zor bir insandır. Çünkü koyduğu mesafeler çok değiştiği için, insanlar şu anda hangi mesafede olduğunu bilmiyordu. Cahide Ha-nım'ın bu tarz mesafe koyusu herhalde onlarda bir antipati ve arkasından da bir dedikodu yaratmış olabilir."
Cahide Sonku, "Ama eski dostlar da bazen insanı unutuyor, vefasız oluyorlar,"100 gibi sözlerinin satır aralarında yalnızlığına ve kendisine dayanışma içinde sahip çıkılmadığına gönderme yapar.
Bataklı Damın Kızı Aysel filminde kendisine tecavüz eden adam Aysel'e "kahpe" deyince Aysel'in yanıtı çift anlamlıdır aslında. Hem komiktir, geri bir namus anlayışının göstergesidir, hem de bir yanıyla gerçektir ve sanki Yeşilçam'da Cahide Sonku'nun yaşayacaklarının bir özetidir: "Kahpeyim ama, sana gelmeden önce böyle değildim, senin yanında böyle oldum."
Bütün olumsuz özelliklerin aktarılmasına karşın, kimse dönüp de sistemi sorgulayan, farklı türden yorumlar yapmamıştır. Cahide Sonku üzerine görece çok sayıda belgesel, kitap ve yazı çıkmış olmasına karşın, bugün Sonku ile ilgili bir çalışma yapmak isteyenlerin mutlaka onun çevresinde yer alan çok sayıda kişiyle konuşmaları, ciddi bir kazı yapmaları, olayları çok yönlü dinlemeleri gerekmektedir.
Yönetmen Necef Uğurlu, "çok özel bir kadın" dediği Cahide Sonku hakkında çok çalışma yapıldığı halde bugüne dek tek doğru çözümleme bile yapılmadığını, yapılanları samimi bulmadığını, örneğin hiçbir çalışmada siyasi tarihe bakılmadığını belirtir. Ona göre "Sonuçta Cahide Hanım kazanmıştır, ama daha bunu algılayamamıştır onu anlatmak isteyenler."101
Araştırmacı Rıdvan Akar'ın, "Varlık Vergisi" borcu nedeniyle Erzurum ve Sivrihisar çalışma kamplarına gönderilen Parseh Gevrekyan'la yaptığı görüşmede, Gevrek-yan şu açıklamayı yapar: "Yani benim dostlarım olduğu kadar düşmanlarım da vardı. Örneğin, Cahide Sonku ile birlikte yaşardım. Ona hoca tuttum. Yazlık ve kışlık ev aldım. Araba aldım. Onunla ilişkimizi kıskananların Varlık Vergisi'ni fırsat bilip bana yüklendiklerini biliyorum. Ancak benim böyle gönül maceralarım çoktur.
Benli Belkıs ve kız kardeşi ile de birlikte olmuşumdur ama neden Cahide Sonku ile afişe olduğumu hâlâ anlayabilmiş değilim." Gevrekyan'ın Sonku'yla ilişkisinin yaşamını böylesine etkilemiş olmasının ardında nelerin yattığı ya da ilişkisi yüzünden kimlerin tepkisini çektiği kendisi için de bir sırdır. "Erzurum'a sevk edileceğimi anlayınca 'bizim sonumuz belirsiz' diyerek, Cahide'yi memleketin en büyük tütün tüccarlarından ihsan Doruk ile evlendirdim. Beni Erzurum'dayken hiç aramadı ama döndükten sonra ara sıra görüştük," der Gevrekyan.102
Cahide Sonku, sırlarıyla ve ilişkileriyle birlikte gitti. Geride onu tanıyan bir avuç insan bırakarak... (NM)