Önce, bu büyümeye etki eden dinamiklere değinelim.
Tarımda yüzde 7.5 küçülme yaşanan ilk çeyrekte sanayinin, özellikle imalat sanayinin (bilhassa otomotivin) büyümenin lokomotifi olduğu anlaşılıyor. Uzun zamandır küçülme yaşanan inşaat ve finansta bile büyüme başlamış görünüyor. İnşaat yüzde 3, finans yüzde 1'e yakın büyümeye geçmiş. Sanayideki büyümeye paralel olarak ticaret sektörünün yüzde 16.3'lük büyüme ile ilk sırayı aldığını görüyoruz. Ama bu sektörde de turizmde yaşanan canlı dönemin payının büyük olduğu görülebiliyor.
İç talep dopingi
Düşük tutulan kurun etkisiyle, iç talebe yönelen bir konjonktür, 2003'ün son çeyreğinde gözlemlenmişti. Bu eğilimin yılın ilk çeyreğinde de sürdüğünü görüyoruz. Tüketici kredileri ve düşük kurun pompaladığı özel tüketim, Mayıs'taki kur düzelmesine rağmen hala canlı.
Nitekim harcamalar optiğinden baktığımızda, özel tüketim harcamalarında yüzde 10 büyüme yaşandığını, en çok da ertelenmiş otomotiv, beyaz eşya gibi ürünlere yapılan harcamaların bu büyümede etkili olduğunu görüyoruz.
Özel harcamalardaki artışa karşın devlet harcamalarının, geçen yılın ilk çeyreğine göre yüzde 2.4 olduğunu, devletteki "mali disiplin" nedeniyle, bu cephede artış temposunun genelin dörtte birinde kaldığına tanık oluyoruz.
Devletin, yatırımcı rolünden iyice uzaklaştığı, özel sektör yatırımlarının ise daha çok makina yatırımlarında yoğunlaştığı dikkati çekiyor.
İlk çeyrek büyüme performansı ile ilgili bir önemli nokta da artan ithalatın milli gelire etkisi. İthalat vergisinin yüzde 35'e yakın artış göstermesi, ilk çeyrek büyümesinde ithalat faktörünün etkisini yeterince anlatmaktadır.
Bu ilk çeyrek büyümesi, bir önemli noktaya daha işaret ediyor: Bu büyüme, ithalata dayanan, beraberinde cari açığı büyülten ve temkinli davranılmadığı taktirde, beraberinde cari açık krizi vaadeden bir büyüme..
Nicelikten niteliğe
İlk çeyrekte yaşanan yüzde 12.5 büyüme verisiyle, yüzde 5 olarak belirlenen yıllık büyüme hedefinin üstünde bir yıllık büyüme yaşanabilir. İkinci yarıda, cari dengede bir aksilik çıkmaz ve 2000'de yaşanana benzer şeyler yaşanmazsa, yüzde 6-7 dolayında bir büyüme bile yaşanabilir. Ancak, Türkiye artık büyümede "niceliği" değil, "niteliği" tartışmak durumundadır.
Ne menem bir büyümedir bu ? Her büyümeyi "kutsamak" doğru mu? Sadece büyüme rakamlarına kilitlenip, bu büyümenin niteliğini sorgulamamak büyük gaf olur.
Açık olan ve giderek kemikleşen bir eğilim var. Türkiye, özellikle ucuz işgücü ve doğal zenginliğini kullanarak sanayi ve turizmin başını çektiği bir büyümeye kilitlendi ve çoğu dış talebe dönük bir faaliyet ile çarklarını döndürüyor.
Ancak, bu yöneliş, bu büyüme , düşük kar marjları, düşük ücret ve maaş, düşük tarım geliri, düşük, kalitesiz kamu hizmetinde ifadesini bulan topyekun bir "yoksullaştırıcı büyüme"dir.
Milli gelir büyüyor ama bu büyümeye rağmen bölüşülen gelirde bir iyileşme görünmüyor, işsizlik oranları azalmıyor, devletin sosyal harcamalarında, kamu hizmetinde bir iyileşme yaşanmıyor. Türkiye'nin borç yükü azalmıyor, dış ekonomik ilişkilerde bağımlılığı azalmıyor. O zaman da büyüme kulağa hoş gelen bir "avaz" olmaktan öte bir anlam taşımıyor.
Bölüşüm, istihdam
Örnek verelim: Milli gelir rakamları ile açıklanan bir başka tablo, gelirin işgücü ve "işletme artığı" olarak paylaşımını açıklıyor.
2001'deki yüzde 9,5 küçülmeden sonra, 2002'de yüzde 8, 2003'te yüzde 7'ye yaklaşan büyümenin ardından işgücünün gelir pastasından aldığı payın azaldığını, hem de önemli ölçüde azaldığını görüyoruz. Maaş ve ücret gelirleri, 2000'de milli gelirden yüzde 29.2 pay alırken 2001'de önce yüzde 28'e, 2002'de yüzde 26.3'e, 2003'te ise yüzde 26.1'e gerilemiş bu pay.
Büyümeye rağmen istihdamın artmadığı, bir başka gerçek. Bunu TÜSİAD da geçenlerde dile getirdi. Ekonominin yüzde 8'e yakın büyüdüğü 2002'de istihdamın ancak yüzde 4.4 arttığını, yüzde 6'ya yakın büyüdüğü 2003'te ise istihdamın yüzde 2'ye yakın küçüldüğünü görüyoruz. Demek ki, her büyüme, mutlak istihdam, iş ve aş anlamına gelmiyor. Tıpkı bizde yaşanan büyüme sürecinin ortaya koyduğu gibi.
Yaşanan büyüme mevsimlerine karşın, Türkiye hala önemli bir borç yükü ile yaşıyor ve IMF ile sürdürülen katı bir programa rağmen borç yükünde iyileşme yaşanmıyor. O zaman da bu büyüme, Türkiye'yi borç kamburundan kurtarmaya yöneltmiyor. Yine bu büyümeye rağmen kamu maliyesinde gelir ve harcama kalemlerinde iyileşme yaşanmıyor, "mali disiplin" adı altında sürdürülen "mali sıkıyönetim" toplumu hem nicelik hem de kalite yönünden daraltılmış bir kamu hizmetine mahkum ediyor.
Özetle, büyüme rakamlarını, bölüşüm, istihdam, kamu hizmeti, dış ekonomik ilişkilerin getirdiği bağımlılığın sıkıntıları gibi parçalarla birlikte düşünmek ve toplumu bu sorunlardan kurtaracak bir büyüme patikasında olup olmadığımızı tekrar tekrar tartışmalıyız. (MS/YS)
Çeyrek yıllar itibariyle GSMH
(1987 Fiyatlarıyla, milyon TL)
2000Q1 23246.200
2000Q2 28170.200
2000Q3 38247.500
2000Q4 29480.600
2001Q1 22474.400
2001Q2 24710.500
2001Q3 34750.400
2001Q4 25847.800
2002Q1 22607.900
2002Q2 27290.000
2002Q3 37531.500
2002Q4 28908.200
2003Q1 24273.600
2003Q2 28282.900
2003Q3 39617.000
2003Q4 30991.600
2004Q1 27295.000