Alataş, "Genelkurmay Başkanı, insan hakları kavramını ve demokrasiyi kullanarak Türkiye'nin aleyhine, bölünmesine yol açacak faaliyetler yürütüldüğünü söylüyorsa, bu o faaliyetlerin içinde olanları hedef göstermektir" diyor.
Bilgen de, "İnsan hakları ve sivil çalışmaların adeta hedef gösterilecek biçimde bir tehdit kapsamına sokulması endişe verici. Bu hukuk devleti anlayışıyla bağdaştırılamaz" diye konuşuyor.
Alataş ve Bilgen, Büyükanıt'ın basın toplantısında hedef gösterdiği Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nın çağrıcılarından.
Konferansın bir başka çağrıcısı, Yrd. Doç Dr. Nazan Üstündağ, barışı konuşmayı engelleyen militarist duruşa dair şunları söylüyor: "Biz onları iyi bir dünyaya çağırdıkça, daha güçleniyorlar gibi. 'Devlet büyüklerinin', askerlerin barışı anlamalarını sağlamaktan çok, barışı gerçekten gerçekleştirmemiz gerekiyor."
Büyükanıt'ın sözleri
Büyükanıt, geçen hafta Washington Institute adlı kuruluşta basına kapalı olarak gerçekleştirilen toplantıda yaptığı konuşmanın ardından düzenlediği basın toplantısında, 13-14 Ocak'ta Ankara'da düzenlenen Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nı kast ederek şunları söyledi:
"Sonuç bildirilerine dikkatli olarak baktığınız zaman, perdeyi açacak aktörlerin kimler olduğunu da çok iyi anlarsınız. Oyun şudur. Birçok ülkenin terörist olarak kabul ettiği PKK'yı başka bir kimliğe dönüştürmek mümkün müdür? Soru budur. Bazı çevrelerin gördüğü 'evet mümkündür'. Hangi kimliğe dönüştürelim? İnsan hakları ve azınlıklara indirelim. Çok uluslu hale getirelim, siyasi platforma taşıyalım. Yalnız iç siyasetle alakası yok, uluslararası siyaset de var."
NTV'nin haberine göre, Büyükanıt, yapılmaya çalışılan şeyin, terörü, "insan hakları ve azınlıklar bazına getirip, mümkünse çok uluslu hale de sokarak Türkiye'nin önüne koymak" olduğunu söyledi.
Alataş: Varlık nedeni çatışma ortamına bağlı
Yusuf Alataş, şimdiye kadar sürekli insan hakları, demokrasi ve barış etkinliklerini hedef gösterdiğini söylediği Büyükanıt'ın sözlerinin "kamuoyu üzerinde, hele hele sıradan insanlar üzerinde öngörülenden de fazla etki yapabileceğini" gayet iyi bildiğini söylüyor.
Peki bunu biliyorsa, Büyükanıt ne yapmak istiyor?
Alataş bunu, askerin gücünü korumaya çalışması olarak açıklıyor: "Askerin varlık nedeni çatışma ortamına bağlıdır. Türkiye'nin tehdit altında olduğu varsayımına dayanır. 'İçeriden ve dışarıdan' ciddi tehdit altında değilse, çatışma söz konusu değilse, askerin yetkileri, yetki gücü son derece sınırlıdır."
"Eğer etki gücünü korumak istiyorsa, tehdit altında olduğunu ifade etmek zorunda. Barış çalışmalarının, insan hakları çalışmaklarının Türkiye için tehlike olduğunu söylüyor. 'Silahla yapılamayanı, siyaset yoluyla yapmaya çalışıyorlar, bölünme tehlikesi var' diyerek gerilim yaratma politikası yürütüyor."
"Barış hareketinin büyümesinden rahatsızlar"
Alataş, bunun Kürt sorununun barışçıl çözümün konuşulmasını engellemeye yönelik, idareye, paramiliter mekanizmalara bir işaret olduğunu düşünüyor.
"Barış hareketine farklı çevrelerden katılımın, hareketin büyümesinin önünü kesmek için. Çünkü barış ve demokrasi hareketi kitleselleştikçe, katılım arttıkça, çeşitliliği ve temsil gücü yükseldikçe, demokratik ve sivil siyaset yükselecek. Bu istenilmiyor."
"İnsan hakları militarizmi rahatsız eder"
"Aslında temel olarak demokrasi ve insan hakları kavramı yıpratılmak isteniyor" diyor Alataş. Bunu da şöyle açıklıyor:
"Çünkü bu kavramlarla yapılacak çalışmaların etkisini silahlı mücadeleyle engelleme şansları yok. Legal, hukuki, demokratik ilkelere uygun çalışmayı askeri yöntemlerle engelleyemezler. Bu nedenle daha baştan, sivil kesimde yer aldığı varsayılan mekanizmaların harekete geçmesi sağlanır. Lümpen milliyetçiliğin temelinde bu var. Bu baskı militarist, sivil gruplara yaptırılıyor, düşünce üzerinde terör estiriliyor."
Ancak "biz psikolojik savaş taktiklerinden anlamayız" diyen Alataş, "uluslararası insan hakları standartlarına dayanan mücadelemizi sürdüreceğiz, bundan başka da çare yok" diye konuşuyor:
"Genelkurmay Başkanı bir anlamda, insan hakları savunucularına 'susun, durun' diyor. Susmayacağız, durmayacağız."
Bilgen: Barışçıl çözümün önü tıkanmak isteniyor
Ayhan Bilgen'se, Büyükanıt'ın sözleriyle ilgili şunları söylüyor:
"ABD'nin İran'la ilgili kaygılarını anlamaya, hatta onaylamaya çalışan, Irak'ta askerlerin başına çuval geçiren komutanı anlamaya çağıran bir Genelkurmay Başkanı'nın Ankara'daki konferansı da anlamamak için direnç göstermesiyle karşı karşıyayız."
Bilgen'e göre, Kürt sorununun silahsız ve barışçı yöntemlerle çözümünün önünü tıkayan bir yaklaşım bu; ama "Irak'ta kiminle görüşülüp görüşülemeyeceği konusunda kamuoyu önünde görüş beyan etmek, Fenerbahçe'yle ilgili yorum yapmaya benzemez."
Büyükanıt'ın özellikle konferansı ve konferansa katılan, demokratik çözümden yana ortak tutum sergileyenleri töhmet altında bıraktığını söyleyen Bilgen, "Ama Büyükanıt'ın ısrarla savunduğu yaklaşım zaten 20 yıldır uygulanıyor ve gelinen nokta ortada. Bugüne kadar sergilenen güvenlik anlayışıyla yaşam hakkı başta olmak ürere, güvenlik haklarının korunamadığı açıkça görülüyor" diyor.
Sonra da bu hedef göstermenin olası sonucunu anımsatıyor:
"Daha önce İstanbul'da gerçekleştirilmek istenen Osmanlı Ermenileri Konferansı'yla ilgili bazı siyasetçi ve bürokratların sözlerinin ağır bedelini Hrant Dink saldırısıyla bütün Türkiye ödemek zorunda kaldı."
Konferans öncesinde Adalet Bakanı Cemil Çiçek, "arkamızdan hançerliyorlar" demişti.
"Siyasetçi meşrulaştıracağına, güvenlik bürokrasisini durması gereken yere çekmeli"
Büyükanıt'ın konuşmasının ardından Dışişleri Bakanı Abdullah Gül "Askerin konuşacağı konular vardır. Askerin konuşacağı yer vardır. Hiç kimse silahıyla konuşmak istemez. O noktaya gelmemek için siyasetçinin yapacağı işler vardır" demişti. Daha sonra da Başbakan Erdoğan'ın konuşmasını da kast ederek "Bunlar birbirlerini tamamlayan konuşmalardır. Bundan polemik çıkarmak yanlıştır" diye konuştu.
Ayhan Bilgen'se, "Hukuk devletinde olağan olan, siyasetçinin özveride bulunarak durumu meşrulaştırması değil, güvenlik bürokratının durması gereken yere çekilmesini sağlamaktır" diyor ve ekliyor:
"Aslında gerilim çıkartmamak adına sergilenegelen tutum Şemdinli iddianamesi sonrasında hangi sonucu doğurduysa, siyaset kurumu için de Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde benzer sonuçları doğurma riskini taşıyor."
Üstündağ: Militarist duruşla mücadele gerek
Nazan Üstündağ, Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nın önemini şöyle özetliyor:
"Çok farklı kesimleri bir araya getirdi. Kürt sorununa 'terör sorunudur' diyen farklı gruplar o söylem çerçevesinde bir araya gelebiliyor. Barış söylemi çerçevesinde de bir araya gelinmesi önemli. Bu hareket bir barış söylemi oluşturma potansiyeli taşıyor. Buna şans verilmesi gerek."
Ama bu söylemin sürekli olarak önü kesiliyor Üstündağ'ın saptamasına göre.
"Konferans varabileceği hiçbir yere varamadı. Dink suikasti araya girdi. Bir adım ileriye gidelim derken, bir günde on adım geriye gittik. Militarist duruş o kadar derin bir duruş ki, geriye çeviremiyoruz bir türlü.
"Bu konuda ayrımlar öyle derinleşti, öyle gündelikleşti ki, çok umutlu olduğumu söyleyemem. Son dönemde anlaşılan şu: Militarist duruşla uzlaşmadan çok mücadele gerekiyor."
"Ortak acıları anlatmak, farkları ikincilleştiriyor"
Peki bunun yolu ne? Üstündağ ortak acıların konuşulabilmesinin bir olanak olduğuna dikkat çekiyor:
"Bu barışsızlık durumunda herkes, ama herkes, son derece acı çekiyor. Bizi birbirimizden ayıran şeylerden çok, ortak acıların konuşulabildiği platformları yaratmak gerekiyor. İnsanlar bir araya gelip acılarından bahsettiğinde, aralarındaki farklar ikincilleşiyor. Son 30 yıldır ödediğimiz bedellerden ortak olarak bahsetmek gerektiğini düşünüyorum." (TK)
* Türkiye Barışını Arıyor Konferansı'nın sonuç metnini görüntülemek için tıklayın.