Türk egemen medyasının diplomasi haberciliği, diğer alanlarda olduğu gibi, siyasi-askeri-iktisadi ve diplomatik iktidar odağının sözcülüğünden ibaret. Ankara'da çeşitli medya organlarının Dışişleri Bakanlığı nezdinde akredite olan muhabirleri, aslında Dışişleri Bakanlığı'nın söz konusu medya organlarındaki temsilcileri gibi çalışır.
Çünkü, Türk idare ve medya sisteminde, dış politika, garip bir şekilde politika üstü bir alan olarak algılanır ve hariciyenin çizgisi tartışmadan, sorgulamadan "milli politika" ya da "Devlet politikası" olarak benimsenir. Hatta resmi bir devlet politikası olarak benimsenen bu diplomatik politikaya karşı çıkmak, neredeyse vatana ihanetle özdeşleştirilmiştir. Son olarak muhalefet partilerinden DYP'nin lideri Mehmet Ağar da "Habur'un ötesinde muhalefet etmeyiz" mealindeki açıklamasıyla bu tutumu sergiledi.
Çok başlı gibi ama aslında başsız
Bilgi ve fikir sahibi olmaya çalışan gazete okurlarını zorlayan önemli bir engel de, artık dış politika dahil, bir çok alanda, siyasi-askeri-iktisadi ve ideolojik iktidar odağının monoblok niteliğini yitirmesi. Türkiye'de mesela iki şahsiyete (Biri Prof. Ahmet Davutoğlu öteki Cüneyt Zapsu) "Gölge Dışişleri Bakanı" unvanı layık görüldü. Bir de hakikisini eklersek üç bakan, bir diplomatik faaliyet için enflasyon yaratıyor.
Ortadoğu krizi konusunda da Ankara'nın tutumu yine muğlak, karışık ve çelişkili. Çünkü AKP iktidarı, özellikle de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, belli ki dosyasına egemen değil, tatilde, ayaküstü, düşünmeden, aklıyla değil hissiyatıyla gelişigüzel demeçler veriyor. Pot kırıyor, sonra da bunları düzeltmek Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ya da hariciye teşkilatına kalıyor.
PKK'ye karşı Lübnan'da İstikrar Gücü?
Son örnek, sınır ötesi harekat ve Ortadoğu krizi. Erdoğan bir kere kendi muhataplarını her zaman doğru tayin edemiyor. Örneğin, bir Başbakan'ın ilke olarak bir medya kuruluşunu muhatap alıp onunla polemiğe girmemesi gerekirken, Erdoğan bu hatalı yaklaşımı geçmişte BBC ve Reuter's örneklerinde gerçekleştirmişti. Türkiye'de de zaman medya gruplarıyla polemiğe giriyor. Son olarak da Amerikan Büyükelçisiyle medya aracılığıyla diyaloga girişti.
Sadece 2 gün önce "ABD, Irak, Türkiye Kuzey Irak'da terorizme karşı birlikte hareket etmelidir. Bu olmazsa, Türkiye başının çaresine bakar" diyen Erdoğan, CCN International'de Larry King'in programında "başının çaresine bakmaktan" vazgeçmişe benziyor, çünkü bu ibare CNN röportajında geçmiyor.
Başbakan, ağırlığı olan, istikrarlı bir devletin en önemli temsilcisi olabilmeyi henüz ve hala başaramadığı için, dün de bu kez K.Irak için NATO formülünü önerdi. King söyleşisinde bu NATO önerisi de uçmuş gitmiş. Bu çelişkiler, uluslararası platformlarda yakından izleniyor ve haliyle yadırganıyor.
Erdoğan, pot üzerine pot kırarken, bu kez de Türkiye hariciyesi ve Gül henüz bu konuda temkinli bir siyaset izlerken, Türkiye'nin Lübnan'da kurulması tasarlanan uluslararası güce asker gönderebileceğini söyledi. Oysa ki, fiyaskoyla sonuçlanan Roma toplantısında, böyle bir gücün kurulup kurulmayacağı, kim tarafından komuta edileceği bile henüz belli olmadı.
Barış Gücü, İstikrar Gücü, Ateş-kes'i İzleme Gücü gibi çeşitli isimler dolaşıyor etrafta... Üstelik Roma toplantısına katılan Gül, Türkiye'nin Lübnan'a asker göndermesi konusunda herhangi bir taahhüde girmezken, Erdoğan, Ankara'nın asker gönderebileceğini Gül'ün Roma'da muhataplarına ilettiğini öne sürüyor.
Başbakan'ın bu zigzaglarını sadece kişisel yetersizlikleriyle açıklamak mümkün olmasa gerek. Çünkü Erdoğan, dogmatik bir şekilde, Ortadoğu dendiğinde sadece Kürtleri hatta sadece PKK'yi algılayabiliyor. Dolayısıyla bugün Yeni Şafak'ta Mustafa Karaalioğlu'nun da belirttiği üzere, K.Irak'ta PKK'ye karşı mücadele ile Lübnan'daki durum arasında neredeyse organik bir ilinti kuruyor. Erdoğan'a göre, Ankara, Lübnan'da ABD'nin safında yer alırsa, Washington, Türkiye'nin PKK'ye karşı mücadelesinde olumlu bir tutum takınacak. Büyük Ortadoğu Oyununda Küçük Türkiye!
İsrail lobisi atakta
Türk egemen medyası gerçekten garip: Mesela Akşam gazetesi bir tek Los Angeles Times ile İsrail Başbakanı'nın açıklamalarını bir araya getirip "Dünyanın Gözü Türkiye'de" başlığını kullanabiliyor. Zaman ve Yeni Şafak gibi gazeteler İslami duyarlıkları nedeniyle, İsrail ve hafif de olsa Amerikan karşıtı bir yayın çizgisi izlerken, yoğun bir şekilde destekledikleri AKP liderinin bazı açıklamalarını bu çerçeveye pek oturtamıyorlar.
Zaman, "Hizbullah'la çatışma olasılığı" nedeniyle, Ankara'nın Lübnan'a asker göndermemesini dolaylı olarak salık veriyor. Doğan grubu gazeteleri ve Sabah ise okumadan, incelemeden, soruşturmadan, geçmiş demeçleriyle kıyaslamadan Erdoğan'ın CNN söyleşisini büyüterek olduğu gibi veriyor.
1 Mart teskere nostaljiklerinin yeniden sahneye çıktığı bu günlerde, Ankara, sadece insani dramlara (Lübnan'dan tabutlar gelirse ne olacak?) yol açmakla yetinmeyip, Türkiye'nin İslam ve Arap dünyasındaki konumunu iyice zayıflatacak ve Ankara'yı Büyük Ortadoğu Tuzağına iyice çekecek bir askeri katılım, aslında AKP'nin de sonu da hızlandırabilecek bir politika.
Profesör ve iş adamı dışişleri bakanlarımız nerede? "Bekle dedim gölgeye!".
(RD/KÖ)