Gazeteci Doğan Özgüden, 1960'lı yılların büyük gazetelerinden Akşam'ı, emek ve demokrasi hareketinin yayın organına dönüştürmüş efsanevi genel yayın yönetmeni. Birçok ilk'i hayata geçirmiş Ant dergisinin ve Ant Yayınları'nın kurucusu... Kürt sorunundan Kemalizme, pek çok netameli konuda aydın tavrını (hem de 70'li yıllardan başlayarak) ödünsüzce sürdürmüş bir gazeteci... 60 yıllık gazetecilik ve mücadele serüveninde davaları, sürgünlüğü, tehditleri göğüslemiş; yok sayılmayı, suskuya terk edilmeyi, değerbilmezliği de yaşamış bir eylem adamı..
İşte bu hareketli yaşamı (dostlarının ve eşi İnci Hanım'ın ısrarı üzerine) kaleme almış Özgüden; çocukluğundan 1971 yılında başlayan sürgünlüğe kadar yaşadıklarını, 'Vatansız' Gazeteci* adıyla kitaplaştırmış.
Türkiye basın ve siyaset tarihinin önemli dönemeçlerinin tanıklığının da ortaya konduğu kitap, ne yazık ki henüz yeterince ilgi görmemiş. Kitap bize vesile olsun dedik, Özgüden'le bianet için konuştuk. Söyleşiye geçmeden önce biraz 'Özgüdenler tarihi': Doğan Özgüden, eşi İnci Özgüden Tuğsavul ile 1967'de haftalık sosyalist dergi Ant'ı ve Ant Yayınları'nı kurdu; dergi, 1971'de Sıkıyönetimce kapatıldı. Özgüdenler hakkında yazdıkları ve yayımladıkları yazılar nedeniyle 50'den fazla dava açıldı, 300 yılı aşkın hapis istemiyle yargılandılar. 1971 yılında, Türkiye'den ayrılmak zorunda kaldılar; artık mücadele yurtdışında sürecekti. Gerek 12 Mart, gerekse 12 Eylül cuntalarına karşı yurtdışında örgütledikleri kampanyalar, her iki dönemin cunta şeflerini ve Özal gibi 'darbe başbakanları'nı çok kızdırdı. 200'e yakın rejim karşıtıyla birlikte 1982 yılında Türk vatandaşlığından çıkartıldılar. Bu karar on yıl sonra iptal edildiyse de, Dışişleri Bakanlığı kendilerine, Türkiye'ye döndükleri takdirde tutuklanmayacakları ve yargılanmayacakları konusunda herhangi bir yazılı güvence vermeyi reddetti. Özgüdenlerin sürgünlüğü Belçika'da devam ediyor. Gazeteciliği de burada sürdürüyorlar. Özgüden çifti, 1974'den beri çeşitli dillerde yayın yapan Info-Turk Ajansı (http://www.info-turk.be) ile çokuluslu göçmen eğitim merkezi Güneş Atölyeleri 'nin(http://www.ateliersdusoleil.be) yöneticiliğini yapıyor.
Doğan Özgüden, 2008 yılında, aldığı tehditlerle de gündeme gelmişti. Bianet'in 12 Aralık 2008 tarihli haberinden özetlersek; "Özgüden, Brüksel'deki Türkiye Büyükelçiliği'ndeki bir tören sırasında Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün Rumların ve Ermenilerin Türkiye'den tehcir edilmesi politikasını övdüğünü İnfo-Türk'te duyurmuştu. Site, aynı törende Büyükelçi Fuat Tanlay'ın da, Türk bayrağını öven ve 'Sana benim gözümle bakmayanın mezarını kazacağım. Seni selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım' ifadesinin geçtiği bir şiir okuduğunu bildirmişti. Söz konusu kişilere yönelik eleştiriler üzerine Beltürk başta olmak üzere hükümet yanlısı birçok sitede, İnfo-Türk'e karşı, Doğan Özgüden'in linç edilmesini teşvike kadar varan bir kampanya" yürütülmüştü.
Doğan Özgüden Türkiye'de Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divani ve Basın İlan Kurumu yönetim kurullarında, Türkiye İsçi Partisi Merkez Komitesi'nde bulundu. Halen Belçika Gazeteciler Cemiyeti, Belçika İnsan Hakları Derneği, Brüksel Kültürlerarası Etkinlikler Merkezi (CBAI) ile Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Hareketi'nde (MRAX) çalışmalarını sürdürüyor.
Hakkınızda açılan 50'den fazla dava, 300 yıla yakın hapis istemi... Vatandaşlıktan çıkarılma... Ne yaptınız da devleti bu kadar kızdırdınız?
Demokrasiden ve insan haklarından asla nasibini alamamış bir devlete kızgın olan her kişinin yapması gerekeni yaptığım için...
Sürgünlük süreci nasıl başladı? Bu kararı vermek kolay olmasa gerek?
İnci'ye ve bana karşı açılan davaların ciddi boyutlara ulaşmasına rağmen, sarı basın kartlı gazeteciler olarak kolaylıkla pasaport alabileceğimiz halde, "Ne olur ne olmaz, bir gün lazım olabilir" diye düşünüp de zamanında pasaport dahi almamıştık. Bir yıl önce, 15-16 Haziran direnişinden sonra "Kapitalistleşen subaylar işçi sınıfını yargılayamaz" diye yazdığım için zaten askerlerin tehdidi altındaydım. Sıkıyönetimin Ant'ı kapatıp bildirilerle ve "insan avı" afişleriyle beni aramaya başlaması üzerine, yazı kurulundaki arkadaşlar, ne pahasına olursa olsun Türkiye'yi terk ederek Avrupa'da cunta yönetimine karşı mücadele yürütmemizde ısrar ettiler. Bunun üzerine bir yakınımızın aile pasaportunu tahrif ederek Türkiye'den çıktık.
71 darbesinden 30 yıl sonra da, cuntacı generalleri eleştiren bir yazınızdan dolayı hakkınızda bir dava açıldı; mahkeme, Türkiye'ye girer girmez tutuklanmanız için sınır kapılarına bildirimde bulundu. Bunu öğrenince neler hissettiniz?
Üzerimizdeki baskılar Avrupa'daki 40 yıllık sürgün yaşamında da hiçbir zaman kesilmedi. Bir an önce Türkiye'ye dönmeyi düşündüğümüz için iki yıl sahte pasaportla illegalde mücadele sürdürdük. Ne ki Demokratik Direniş adına yürüttüğümüz mücadele Cunta'yı rahatsız eder hale gelince, askerin mutemet adamı Turhan Feyzioğlu, Avrupa Konseyi'ne hakkımızda ihbarda bulundu. Bunun üzerine Hollanda'da legale çıkmak zorunda kaldık. Çalışmalarımızı Avrupa Birliği'nin başkenti Brüksel'de yürütmek istiyorduk. Ancak TC Büyükelçiliği, Birleşmiş Milletler himayesinde mülteci olduğumuz halde, Brüksel'e yerleşmemizi tam üç yıl engelledi. Genel aftan yararlanarak 70'li yılların sonunda Türkiye'ye kesin dönüş yapmaya karar vermiştik ki, bu kez de militarizm üzerine çevirdiğim bir kitabın Türkiye'de yayınlanması üzerine İstanbul Donanma Askeri Savcılığı hakkımda dava açtı, dönüşümüzü ileri bir tarihe erteledik. Ancak 12 Eylül Darbesi'nden sonra diğer rejim muhalifleri gibi vatandaşlıktan atılmamız dönüşü tamamen olanaksız kıldı. 71 Darbesi'nin otuzuncu yıldönümünde yazdığım yazıdan dolayı hakkımda dava açılması, Türkiye'ye dönersem sınır kapılarında tutuklanmama karar verilmesi hiç de şaşırtıcı olmadı. Dava, Türkiye'de düşüncelerini özgürce ifade etmeyi görev bilen herkesin başında Damokles'i kılıcı gibi sallanan 159. (şimdiki 301.) Madde'den açılmıştı. Yani orduya hakaret... 21. yüzyılda böyle bir maddenin yürürlükte olması Türkiye'yi yönetenler için tam bir yüzkarasıdır.
İki yıl önce de ciddi tehditler aldınız. Şu anki durum nedir? Yeni bir gelişme var mı?
Tehditler, hakaretler Belçika'da hiç eksik olmadı. Ama iki yıl önce tehditler o zamanki Büyükelçi Fuat Tanlay'ın Türk medyası aracılığıyla yaptığı kışkırtmalar sonucunda ciddi bir boyut almıştı. Bunun üzerine Belçika Hükümeti beni ve yönettiğim kurumları koruma altına almak zorunda kaldı. Büyük ölçüde bu tedbirlerin alınmasından, bir ölçüde de Tanlay'ın Başbakan Erdoğan'ın 'Dışilişkiler Başdanışmanlığı'na atanarak Brüksel'den uzaklaşmasından sonra saldırılar yoğunluğunu yitirdi. Ama hâlâ sürekli temkinli olmak zorundayım.
Sizin yönetiminizde Akşam, büyük bir sol gazeteye dönüşmüştü. Ardından yine kurucusu olduğunuz Ant dergisi, en başarılı sol dergilerden biri oldu. Derken Ant Yayınları ile yayıncılık serüveni... İlk Che kitapları, ilk Filistin, ilk Kürt tarihi kitapları, gerilla hareketlerinin deneyimlerine dair Türkçedeki ilk ürünler... Tüm bunlar yayıncılık ve gazetecilik alanında hâlâ anımsanan deneyimler. Motivasyon kaynağınız neydi?
Hani Babıâli'de çok tekrarlanan bir söz vardır. "Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur"... Galiba bundan ben de nasiplenmişim. Kitabımda ayrıntılı anlattığım hareketli çocukluk ve ilk gençlik yıllarım bende mücadeleci gazeteciliğin ön koşullarını yaratmış olmalı. Gazeteci olmak için değil sırf yükseköğrenimde aileme yük olmamak için çalışmaya başladığım basın dünyasında gerek yurt, gerekse dünya olaylarını sadece iş olsun diye değil, belli bir sorumluluk duygusu içinde değerlendirme kararlılığım, benim sadece medyada değil, aynı zamanda sendikacılık alanında ve siyasal mücadelede de çizgimi belirledi.
Ant dergisi, o yıllarda; Mahirlere, Denizlere, 1971 direniş çizgisine destek veren tek legal sol yayın organıydı sanırım. Bu süreçten kısaca söz eder misiniz? Bu süreçte ne tür baskılarla karşılaştınız?
Mahir'ler, Deniz'ler, Kaypakkaya'lar, Türkiye'de 60'lı yılların başında örgütlenmeye başlayan sosyalist hareketin en genç ve en sağlıklı filizleriydi. Benden sonraki kuşaktandılar. Benim gibi onlar da TİP deneyinden geçtiler ve orada büyük hayal kırıklıklarına uğradılar. Kitapta anlatıyorum. Daha onların adları birinci planda duyulmaya başlamadan önce, 1964'te yapılan 1. Büyük Kongre'de TİP, sol gençlikle bağlarını büyük ölçüde koparttı. Bu tavra muhalefetimden dolayı partiden ihraç edilinceye kadar TİP içinde, daha sonra yönettiğim Akşam'da ve Ant'ta devrimci gençliğe hep destek oldum. Pratikteki yanlışları ne olursa olsun, ki bunları da Ant'ta eleştiriyorduk, onlar gerçekten yaşamlarını, kişisel mutluluklarını sosyalizm için feda etmiş gözü pek, yürekli devrimcilerdi. 12 Mart'tan sonra sağıyla soluyla her yandan saldırıya uğrayan bu gençlere destek olmak, onları savunmak bir görevdi, biz bu görevi yerine getirdik.
1964-66 yılları arasında Akşam'ın, 1967-71 arasında da Ant dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptınız... Türkiye basın tarihinin özellikle 71'e kadarki sürecinin en yakın tanıklarından birisiniz. Bu bilgi ve deneyimle, bugünün yazılı medya ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir de gazetesi, dergisi, internet sayfalarıyla bir sol/muhalif medya damarı var. Türkiye'de bu alandaki çalışmaları, yayınları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz Türkiye'deyken büyük medya, büyük sermayenin, siyasal iktidarların kirli hesaplarına bu denli alet olmamıştı, bunlarla bu denli iç içe geçmemişti. Teknolojik gelişme, görsel medyadaki ve sanal iletişimdeki inanılmaz yenilikler dikkate alındığında benim dönemimle kıyaslama yapmak çok zor, çünkü veriler çok farklı. Benim için önemli olan sorunuzun ikinci bölümünde sözünü ettiğiniz sol/muhalif medya damarı... Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada geleceği belirleyici olan bu damar. Golyat'a kafa tutan Davut'lardır bunlar.
Gazetecilik çalışmalarınız sürgünde de devam etti. İnfo-Türk web sayfası, kitaplar, broşürler... Gazeteciliği sürgünde sürdürmenin zorlukları neler?
Sürgündeki gazetecilik çalışmamız aslında Ant'ın bir başka coğrafyada, farklı dillerde, farklı bir okur kitlesine seslenen yeni bir versiyonudur. Hep yukarıda sözünü ettiğimiz damardan beslendik, o damarı besledik. Özellikle Türkiye'de yayın yasaklarının sürdüğü dönemlerde Türkçe yayınlar da yaptık, Türkiye'ye soktuk, ama özellikle sanal ortama geçildiğinden beri daha çok dünya kamuoyuna seslenen çalışmalar yürütüyoruz. En büyük zorluk tabii ki dil sorunundan kaynaklanıyor. Ana dil dışındaki dillerde yayın hazırlamak çok dikkat ve özen gerektiriyor.
İnci Hanım'la birlikte, Avrupa'daki diğer muhalif sürgünlerle birlikte Demokratik Direniş Hareketi'ni kurarak cunta rejimine karşı kampanya yürüttünüz. 1980 darbesinden sonra da bu kez Evren cuntasına karşı Avrupa'da kurulan Demokrasi İçin Birlik (DİB) hareketinin örgütleyicilerinden oldunuz. Belleğinizde o mücadele yıllarından bugüne kalan en diri görüntüler, anılar neler?
Demokratik Direniş Hareketi... O yıllarda Avrupa özelinde İspanya, Portekiz ve Yunanistan da Türkiye gibi faşist diktatörlüklerin pençesindeydi. Vietnam Savaşı, Latin Amerika, Afrika ve Asya'da ulusal kurtuluş hareketleri... Tüm bu ülkelerin direnişçileriyle gerçek bir kardeşlik ve yoldaşlık yaşadık. Demokrasi İçin Birlik Hareketi'ni başlattığımızda Türkiye halklarının direnişçileri oldukça yalnızdı, direniş örgütlemek daha zordu. 12 Eylül Cuntası'na karşı AB'nin başkentinde düzenlediğimiz ilk büyük protesto gösterisini unutmam mümkün değil... Ancak bu direnişi örgütleyen bir avuç devrimcinin, daha sonra onların sağladığı olanaklarla Avrupa'ya intikal edip bir nevi hazıra konan "siyasal önderler" tarafından kendi siyasal pazarlıklarına engel görülerek tasfiye edilmesi acılı bir anıdır.
Şu anda mesleğe köşe yazarı olarak devam eden isimler de dahil, birçok ünlü isimle Akşam döneminde birlikteliğiniz, çalışma arkadaşlığınız oldu. Gazete ve dergi serüveni bittikten sonra, özellikle sürgünlük sürecinde de ilişkinizin sürdüğü isimler oldu mu? Şunu da soruya eklemek istiyorum: Eski dostlukları düşündüğünüzde uzun sürgünlük yıllarında neler yaşadınız?
Avrupa'ya yolları düştüğünde arayıp soranlar, arada bir telefon ya da e-mail'le haberleşenler olsa da, çok az... Devlet terörünün hakkımızdaki baskı ve soyutlama kampanyasından ötürü bu durumu, içim burkulsa da, anlıyorum. Gazetecilik hayatımda birlikte çalıştığım arkadaşları, zaman zaman aramızda çıkan görüş ayrılıklarına rağmen hep sevgiyle anıyorum. Çetin Altan ve Yaşar Kemal, o kuşaktan hayatta kalan ve hâlâ aynı üretkenlikle yazmaya, eser vermeye devam eden Türkiye'nin en güçlü kalemleri... Akşam'ı yönetmeye başladıktan sonra açtığım forum sayfasına, "Düşünceye Saygı" genel başlığını koymuştum. Bugün karşı görüşte de olsam kendilerinin düşüncelerine saygı duyuyorum, yeter ki onlar da benim düşüncelerime saygı duysunlar...
70'lerden beri Kürt sorununa önem veriyorsunuz. Bugün de Avrupa Barış Meclisi üyesi olduğunuzu biliyoruz. Kürt sorunu etrafında yapılan tartışmaları ve sorunun çözümü konusunda Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye sosyalist hareketinin çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tıpkı gençlik konusunda olduğu gibi, Kürt sorununda da Türkiye sosyalist hareketi üstüne düşen görevleri, en azından benim Türkiye'de bulunduğum yıllarda yeterince yerine getiremedi. Ama öncesi de var... Sol bu konuda cumhuriyetin ilk on yıllarında da Kemalizm'in dümen suyunda sürüklenmişti... Bugün Kürt ulusal hareketi sadece Türkiye değil, Ortadoğu siyasetinde, hatta Avrupa siyasetinde etkin ve belirleyici bir güçtür. Halkların ve azınlıkların özgürlükleri konusunda Türk Devleti'nin karşısında muhataptır. Türkiye sosyalist hareketi ona destek olmak zorundadır.
Son sorumuz: Türkiye'de en çok neyi özlediniz? Yarın çıkıp gelme olanağınız olsaydı, burada yapmak istediğiniz ilk ne olurdu?
Türkiye'ye dönüş birçok koşullara bağlı ve de zor... Google Map çıktı çıkalı en sevdiğim şeylerden biri, günlük çalışmadan yoruldukça; çocukluğumdan itibaren yaşadığım köyleri, büyük kentlerde yaşadığım, çalıştığım mahalleleri, sokakları arayıp bulmak, uydu fotoğraflarına bakmak. Ne yazık ki artık çoğunun yerinde yeller esiyor ya da beton yapılar yükseliyor. Olsun, yine de ilk fırsatta oralara gidip binbir acı ve sevinçle dolu geçmişimi bu dünyadan kopup gitmeden bir daha yaşamış olurum... (VA/EÖ)
* 'Vatansız' Gazeteci, Cilt 1-Sürgün Öncesi; Doğan Özgüden; Belge Yayınları, Aralık 2010