Ali Ünal, genç bir film çevirmeni: Sinema eğitimini film çevirileriyle zenginleştirmiş. Birçok film yıllarca onun çevirisiyle seyredildi, fakat bu alandaki bütün çevirmenler gibi onun da adı filmlerde anılmadı. Geçtiğimiz günlerde, Ali Ünal'ın adı beklenmedik bir olayla duyuldu. Ünal, 15 Ağustos'ta yaptığı basın açıklamasında Digitürk adlı kanalın kendisine, bir filmin daha önceden yapılmış çevirisini vererek sanki ilk kez yapılıyormuş gibi üzerinde oynamasını istediğini anlattı. Bu isteği "intihal" diye adlandırarak reddeden çevirmen, süreç sonunda işten çıkarılmıştı. Ali Ünal'la genel olarak film çevirmenliği ve bu anlaşılması güç istek üzerine konuştuk.
Öncelikle sizin çevirmenlik deneyiminizden başlayalım; dil uzmanlığınız nereye dayanıyor, çevirmenliğe nasıl başladınız, neler yaptınız?
Ben ODTÜ Makina Mühendisliği mezunuyum. Çevirmenliğe, üniversitede okurken, kendime bir gelir kapısı açmak amacıyla başladım. Önceleri, gelecekteki mesleğimle ilgili olarak teknik çeviriler yapıyordum. Ancak daha sonra kapsam gittikçe genişlemeye başladı. Eğitimime bir yıl ara verip İstanbul'a geldim ve burada, hem çeviri bürolarında çalışmaya hem de sinema üzerine eğitim almaya başladım. Okula döndüğümde, çeviri ve sinema alanlarında edindiğim alaylı deneyimiyle kendimi bu alanda daha güçlü hissettim ve Ankara Film Festivali için film çevirisi yaptım. Daha sonra, Ankara Sinema Kültürü Derneği'nin düzenlediği Güz Film Şenliği'nde ve ardından Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde film çevirileri yaptım. Bu sırada da başka yerlere çeviriler yapmaya devam ettim. Okulum bittiğinde de, çeviride, mühendislikten çok daha fazla deneyimim olduğunu ve çeviriden, çok daha büyük keyif aldığımı anlayınca bu mesleğe devam ettim. İlk çeviri yaptığım zamandan bu yana 6 yıl geçti. Altyazı çevirilerinin yanı sıra, çeşitli yerelleştirme projelerinde de görev yaptım. Yayıma hazırlanmakta olan bir de kitap çevirdim.
Film çevirmenliğini Türkiye'deki ve yurtdışındaki uygulamalarıyla kendi deneyimlerinize dayanarak anlatabilir misiniz? Özellikle Türkiye'de alanda hangi şirketler var, ne tip işler yapılıyor, çalışma koşulları nelerdir? Film çevirmenleri arasında uzmanlaşma örnekleri, örneğin televizyon ve sinema çevirmenliği gibi ayrımlar var mı?
Film çevirisi başlı başına bir fikir ve sanat eseridir. Kendine özgü yazılı ve yazılı olmayan kuralları, yapısı ve geleneği olan bir yaratım sürecidir. Altyazı ve elbette dublaj, yalnızca filmin anlaşılması için gerekli teknik birer ayrıntı değildir. Donanım ve deneyim gerektiren oldukça yoğun bir zihin sürecinden geçen, duygu ve düşünceyle karılmış benzersiz bir üretim sürecidir, bir eserdir. Yurtdışında özellikle Fransa, bu konunun çerçevesini oldukça net bir şekilde belirlemiştir. Altyazı ve dublaj çevirmenleri, ATAA adındaki görsel-işitsel çeviri ve adaptasyon meslek birliği çatısı altında toplanmıştır ve çevirmenler "yazar" statüsünde algılanarak özlük ve maddi hakları koruma altına alınmıştır. Türkiye'de ise biz altyazı ve dublaj çevirmenlerinin, yüzüp yüzüp kuyruğuna getirdiğimiz bir meslek birliği kurma çalışmamız var. Çok yakın zamanda örgütlenip birlik çatısı altında mesleğin itibarını sağlamayı ve haklarımızı korumayı amaçlıyoruz.
Türkiye'de yayınlanacak yabancı bir filmin, mutlaka Türkçe altyazı veya dublajlı olarak yayınlanması gerekir. Bu, yasal bir zorunluluktur. Genelde dizi yayınlayan ana akım kanalların elbette böyle bir çevirmen kadrosu yok. Kanallar, dublaj ve altyazı alanında özelleşmiş bazı aracı şirketler aracılığıyla işlerini yaptırırlar.
Bunu biraz açabilir miyiz? Ana akım kanallar derken Kanal D, ATV vb. kanalları kastediyorsunuz sanırım? Peki aracı şirketler hangileri - yani birisi altyazı-dublaj çevirmenliği yapmak istese hangi şirketlere başvurması gerekiyor?
Evet, bu saydığınız kanalları kast ediyorum. İzleyici kitlesini de göz önünde tutan bu kanallar, filmleri altyazı ile vermezler, dublaj yaptırırlar. Bu konularda uzmanlaşmış Tiglon, Ares, Akla Kara, İmaj ve irili ufaklı birçok dublaj şirketi, bu kanalların taleplerini yerine getirirler. Bu aracı şirketlerin de kemik çevirmen kadroları vardır. Üniversite öğrencilerini saymazsak, piyasada altyazı ve dublaj çevirilerini hakkıyla yapan çevirmenler üç aşağı beş yukarı aynı kişilerdir. Buradan da, altyazı ve dublaj çevirisi işinin, deneyime ne kadar bağlı olduğunu ve şirketlerin, nitelikli iş konusundan ödün vermelerinin mümkün olmadığını çıkarabiliriz.
İzleyici profilinin daha "seçkin" olduğu NTV, CNNTürk, e2 ve CNBC-E gibi ulusal kanallarda ise, filmler, diziler ve belgeseller altyazılı olarak verilir. Bu şirketlerin ve dijital yayın yapan kanalların, film, belgesel ve dizi yükleri yoğun olduğu için, kadrolu olmayan ama kadrolu gibi çalıştıkları çevirmenleri vardır. Bu çevirmenler, sadece ya da büyük bir oranda o kanal için çalışırlar. Belgesel konusunda uzmanlaşmış ve yıllardır sadece belgesel çevirisi yapan çevirmenler olduğu gibi, her türlü çeviriyi yapan çevirmenler de vardır.
Festivallerde de durum farklı değildir. Yıl boyu televizyon kanallarına çeviri yapan çevirmenler, festival zamanlarında da festivallere çeviri yaparlar. Çevirmenler arasında dirsek teması olduğu için ve çevirmenler birbirlerini tanıdıkları için, festival kadroları da yine bu çevirmen arkadaşlardan oluşur. Yani aslında, "de facto" olarak örgütlenmiş bu topluluğun "de jure" bir seviyeye yükselmesi gerektiğiniz söyleyebiliriz.
Çalışma koşullarını da şöyle özetleyebilirim. Çevirmenler, ne yazık ki şirketlerin birer "elemanı" olarak görülüyorlar. Kanalların yaklaşımlarına göre bakarsak çevirmen, işverenin bir çalışanıdır. Onun verdiği "hizmeti" parasıyla satın alır ve dolayısıyla bu hizmetin ürünü de o işverene ait olur. Bu tip tüccar-eleman-müşteri ilişkisi, fikir ve sanat eserleri için geçerli değildir.
Bir roman yazarı, nasıl bir yayınevinin elemanı değilse, altyazı ve dublaj çevirmeni de, o kanalın ya da şirketin elemanı değildir, verdiği şey de "hizmet" değildir. Çevirmenin ürettiği ürün, maddi hak içerdiği için bir "meta" ancak benzersiz bir sürecin sonunda ortaya çıktığı için de bir "eser"dir. İşte kanallar, altyazı veya dublaj çevirilerinin, yalnızca alınır-satılır değeri olan birer meta olduklarına inandıklarından, çevirmenlere "eser sahibi" sıfatını uygun görmemekte ve çevirmenlerin bundan doğan haklarını gasp etmektedir.
Eser sahipliğinden bahsettiniz. Burada söz konusu olan nasıl bir eser sahipliği - yani çevirisi yapılan şey, filmin senaryosu değil sanırım, diyalogları değil mi? Bunun belli tipleri var mı?
Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile Meslek Birlikleri Tüzüğü'ndeki tanımıyla söylersek, bahsedilen eser sahipliği "işlenme" eser sahipliğidir. Yani, başka bir eserden istifade edilerek oluşturulan ve bu esere göre müstakil olmayan fikir ve sanat eseri anlamına gelir. Bu bağlamda çevirisi yapılan şey de film, dizi ve belgesellerin senaryoları değil, görsel ve işitsel materyalleridir.
Bir belgeselin anlatıcısının sözleri ya da sözsüz bir filmde anlatının dayandığı yazılı öğeler, bu bahsettiğim çeviri kapsamının içine girmekte ve meydana çıkan ürün de, bir hizmetten ziyade, başka bir eserin bağlantılı ürünü olmasından dolayı bir eser halini almaktadır. Türler, o eserin içinde farklılık gösterir onun dışında bir işlevselliği yoktur. Roman, öykü ve şiirin kapsayıcısı nasıl "edebi eser" kıstası ise, altyazı ve dublaj çevirmenliğinin dayandığı ve temellendiği kıstas da "işlenme eser" sahipliğidir. Dizi, belgesel ya da film çevirileri, birer sınıflandırmadan öte bir şey değildir.
Peki eser sahipliğinin bir belirtisi de, isim yazılması. Film çevirmenlerinin hangi medyada isimleri yer alıyor: film festivalindeki gösterimlerin dışında DVD, CD gibi ortamlarda çok sık karşılaşılmıyor sanırım film çevirmeni ismiyle?
Bence eser sahibinin isminin yazılması, en önemli belirtidir. Maddi haklar bile bundan sonra gelir çünkü ismin yazılmaması, eserin bir sahibinin olmaması hattâ son tahlilde bunun bir "eser" olmaması sonucunu doğurur. Ortaya çıkan bu anonimlik de, eserin alınıp satılması, dağıtılması ve paylaşılmasını meşru hâle getirir. Sonuçta ticari bir ürün olarak elden ele geçirilir ve ziyan edilir. Bir elmanın hiçbir zaman sahibi yoktur; aracıları ve tüketicileri vardır. Alıcı, elmayı satın aldığı anla daha sonra satacağı âna kadar onu elinde tutar. Başka birine sattığında da, artık onunla ilgili hiçbir hakkı yoktur.
İsimlerin yazılması demek, amiyane tabiriyle, çevirilerin elma statüsünden kurtulmasına olanak tanıyacaktır. Eser sahibinin bir kimliği olmazsa, o eser sahibi, o eser üzerindeki hakkını nasıl arayacak? Ondan habersiz "satılmasını" nasıl engelleyebilecek? Yalnızca eser sahibinin değil, kamunun da, eserin sahibinin kimin olduğunu bilmesi elzemdir. Böyle olmayınca, zaten tek başına çalıştıkları için diğer mesleklere oranla daha tecrit edilmiş yaşamları olan çevirmenler, insanlardan gittikçe kopmakta ve onlarla iletişimi körelmektedir. Aidiyet duygusu ve bunun belirtilmesi isteği, yalnızca bir hak değil aynı zamanda bir sorumluluktur. Kamuoyuyla karşılıklı kurulan bir ilişkidir. Eserimizin ulaştığı kişilere karşı bizim sorumluluğumuzu da gösterir. İzleyici, o çevirinin kime ait olduğunu bildiğinde, iletişim kurulacak bir organik bağ da bu sayede meydana gelmiş olacaktır.
Belki çeviriyi çok sevdiğini belirtip bize tebriklerini sunacak, belki hiç beğenmediğini söyleyip önerilerini anlatacak, belki de o kanala, hep o çevirmeni görmek istediğini söyleyecektir. Bu aynı zamanda, daha önce bahsettiğim gibi, altyazı ve dublaj çevirmenliği konusunda bir kamuoyu oluşmasında da çok etkili olacaktır. İstediği yazarı, istediği yönetmeni seçme hakkını elinde bulunduran kamuoyunun, istediği çevirmeni seçme hakkına da sahip olması gerekir. Çevirmenlerin haklarını en çok koruyanlar, belki bu sayede, izleyiciler olacaktır. Çevirmenin izleyiciyle iletişim kurma hakkı engellenmemelidir.
Festivaller ve TRT, bu anlattığım konuların tamamen dışında. Bu iki mecrada da, çevirmenlerin hakkı verilmektedir. Aynı hassasiyeti ve saygıyı, yazık ki diğer televizyon kanallarında göremiyoruz. Bırakın çevirmenin adını, filmin yazılarının akmasına bile izin vermeden hemen reklâama geçiyorlar.
Bu durumda telif sözleşmesinin koşulları nasıl oluyor? Örneğin kitap çevirmenliğinde, eser sahipliğinin ve gelirin belirleyicilerinden biri, kitabın üzerindeki çevirmen ismi; kitabın baskı adedine göre ücret alınıyor. Film çevirisinde nasıl bir süreç söz konusu? Bir eserin yaratıcısına aidiyeti nasıl tanımlanıyor?
Altyazı ve dublaj çevirmenleri, herhangi bir telif sözleşmesi imzalamıyorlar. Şöyle diyeyim, "yasal" geçerliliği olan bir sözleşme imzalamıyorlar. Bazı şirketler, çevirmenlerin yaptıkları metinlerin, tüm haklarıyla yayıncı kuruluşa devredildiğine dair sözleşmeleri baskı altında imzalatıyorlar ancak bu sözleşmelerin hiçbir şekilde geçerliliği olmuyor. Baskının nedeni, sözleşmenin imzalanmaması durumunda iş alamamanız gerçeği. Bir telif sözleşmesi olmadığı için de yaptığımız işler, biraz önce söylediğim gibi, herkesin ve aynı zamanda kimsenin işiymiş gibi algılanıyor.
Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt'ün başında "Bu kitap herkese ve hiç kimseye göredir" der. Burada da böyle. Herhangi bir aidiyet vurgusu yok. Herhangi bir telif sözü yok çünkü eser olduğu kabul edilmiyor. Bu çevirilere, bir defaya mahsus olmak üzere, hiçbir dayanağı olmadan belirlenmiş ücretler ödeniyor. Yeniden yayınlanma, devredilme veya dağıtılma durumlarında asla ve asla ek telif ödenmiyor. Telifi geçin, izin bile alınmıyor. Benim yaşadığım durum tam da bunun kanıtıdır çünkü şirketler, bu "eser"leri eser olarak değil, mal olarak görüyorlar ve "Bir kere para verdik artık bizimdir" mantığıyla yaklaşıyorlar. Oysa hem telif hem de ücretlendirmenin yapılması için belirli kıstaslar olmalıdır.
Eserlerimiz, bizden izinsiz olarak çoğaltılmamalı, dağıtılmamalıdır. Adımızın yazılmasının neden bu kadar önemli olduğunu işte bu sebeple anlayabilirsiniz. Ayrıca ücretlendirme konusu da mutlak suretle bilimsel bir temele oturtulmalıdır. Yalnızca film, dizi ve belgesel olarak ayırarak ücretlendirmeye gitmek yetmez; filmin süresi, ağırlığı ve konusu da ücretlendirmeye yansımalıdır. Bir çevirmen, bazen tek bir sözcük için, saatlerce uğraşmak, kaynak taramak ve hattâ günlerce araştırma yapmak durumunda kalabilir. Bunlar da ücretlendirmeye yansıtılmak durumundadır.
Öyleyse intihal sorunu kadar önemli bir sorun da emek sömürüsü olmalı. Bütün bunlar yapılan işi de etkiliyordur. Kitap çevirmenliğinin temel sorunlarından biri, ucuz emek ürünü olan, sözde-eser denebilecek, genelde "kötü çeviri" diye anılan çevirilerin yaygınlığı olarak kabul ediliyor - siz de alanınızı bu açıdan değerlendirebilir misiniz? Örneğin bir izleyici olarak, televizyonda gece yarısıyla sabah arasında yayınlanan birçok filmin çevirisi bana anlaşılmaz geliyor, sanki makine çevirisi gibi birebir çeviriler yaygın. Gösterim saati ve yeri gibi özelliklere bağlı olarak çeviri eserin niteliğinin emek ücretiyle birlikte değişmesi söz konusu mu?
Kesinlikle öyle. Emek sömürüsü, hem eserlerimizin bizden izinsiz olarak dağıtılması ve kullanılmasıyla hem de adaletsiz ücretlendirmeyle yaşanıyor. Yapılan işleri de etkiliyor elbette çünkü bir çevirmenin, geçinebilmek için aylık olarak belli bir yoğunlukta çeviri yapması gerekiyor. Film çevirmeni Aslı Takanay'ın Varlık'ta çıkan bir yazısında belirttiği gibi,(1) bir saatlik yayının gerektiği gibi çevrilmesi için 36 saate, yani yaklaşık 4,5 güne ihtiyaç var. Filmlerin ortalama 90 dakika olduğunu düşünürsek, kabaca bir hesapla, bir çevirmenin ayda hakkını vererek 4 film yapabileceği sonucuna varıyoruz.
Bir film için ödenen ücretin 270-300 lira arasında değiştiğini düşünürsek; sosyal güvencesi dahi olmayan çevirmenlerin bir ay boyunca ortalama 1.100 lira ile kira, gıda, sağlık ve giyim harcamalarını karşılaması mümkün mü? Ya bu çevirmen evliyse ve çocukları da varsa? Elbette mümkün değil. Peki ne oluyor? 36 saati biraz düşürmek durumunda kalıyor ve bir ay boyunca daha çok film çevirmen zorunda kalıyor. Bu da, çevirmen hiç istemese de işin niteliğine yansıyor. Her çeviri, çevirmenin çocuğu gibidir. Ne sakat olmasını ne de yetersiz gelişmesini ister. Mevcut koşullarla çalışamayan veya hayatını devam ettiremeyen veya bir şekilde kavga ederek, küserek mesleğini bırakan nitelikli ve deneyimli çevirmenlerin eksikliğinin hissedildiğini düşünüyorum.
Ancak şirketler, bu kayıpları birer kayıp olarak görmedikleri ve daha ucuza yaptırabilecekleri çevirmenleri denklemin içine soktukları için, kalitesiz ve özensiz çevirilerin önü arkası alınamıyor. Diğer yandan, gösterim saati ve yeri gibi özelliklerin, emeğin niteliğini ve ücretini etkilemesi mümkün değil. En azından çevirmen tarafından bu olanaksız zira böyle bir ayrım yapmaya hakkımız yoktur. Bir yönetmenin bir eserinin, saat 03.00'te yayınlanıyor olması emeğin niteliğini ya da ücretini neden etkilesin ki?
Film çevirisi sürecinin teknik aşamalarını anlatabilir misiniz? Size iş olarak gelen metin tiplerinin özel adları, sınıflandırmaları var mı, senaryodan altyazıya, dublaj ya da festivalde altyazı akıtmaya uzanan süreç nasıl gerçekleşiyor?
Yapılan çeviri işleri, biraz önce de belirttiğim gibi temelde altyazı ve dublaj çevirileri olarak ayrılır. Altyazı ve dublaj çevirileri, yabancı bir filmin, o dili bilmeyen izleyiciler tarafından anlaşılmasını sağlamak için yapılır. Her işin kendi dallarında farklı özellikleri olması gibi, altyazı ve dublaj çevirileri de, metin çevirilerinden çok farklı niteliklere sahiptir. Çevirinin esasının, yalnızca kaynak dili hedef dile, biçimsel olarak dönüştürmenin dışında bir kültür aktarımı olması, altyazı ve dublaj çevirilerinde çok daha belirleyici ve önemli olmaktadır. Bu yalnızca çeviri dünyası için söz konusu olan bir gerçek de değildir.
Metin diliyle konuşma dili arasındaki fark, tam da bu biçimsel ve kültürel dönüşüm nüvelerinin ifade ettiği farka işaret eder. Nasıl, kimse yazdığı gibi konuşmuyor ve konuştuğu gibi yazmıyorsa, çevirmen de, metin çevirisini "konuştururken" farklı bir biçim ve kültür, altyazısını "konuştururken" bambaşka ve dublaj metnini "konuştururken" de bambaşka bir biçim kullanır, kullanmak zorundadır. Altyazı ve dublaj çevirmenliğini, metin çevirmenliğinden ayırırken kullanacağımız en başat farklılık, dilin bu mecralarda uğradığı söz konusu eklemsel değişikliklerdir.
Çevirinin, düşünsel bir süreci olduğu kadar teknik bir süreci de vardır. Çevrilecek olan metin çevirmenlere senaryo ya da filmdeki konuşmaların deşifresi halinde gelir. Filmin bir kopyasını da izlemek durumunda olan çevirmen, metne ve görüntülere sadık kalarak çevirisini oluşturmaya başlar. Buraya kadar aynı yolda giden altyazı ve dublaj çevirmenleri, hem teknik hem de entelektüel süreçler bağlamında artık kendi yollarına ayrılırlar.
Altyazı çevirisi yaparken karşınızda iki satırlık aktarım sınırlaması varken dublaj çevirisinde bu kısıtlama, karakterin konuşması boyunca ağzının açık kalma süresine bağlıdır. Bu da, çevirirken kullanacağız sözcükleri ve oluşturacağınız cümleleri ister istemez değiştirir.
Altyazı çevirilerinde salt çeviri yapılırken dublaj çevirilerinde, dublajı yapan sanatçı için ayrıca bazı notlar da belirtilir. Karakterin sözünün filme yerleşeceği zaman kodu, karakterin nefes alıp verdiği, gülümsediği veya hangi ruh halinde nasıl konuştuğu da ayrıca yazılır. Bu tıpkı, filmin senaryosunu, Türkçe olarak yeniden yazma süreci gibidir ve oldukça zahmetlidir. Çevirmen, dublajın yapıldığı anda da hazır bulunur ve dublaj sanatçısıyla birlikte işin doğru ve hatasız olarak yapıldığından emin olur. Altyazı çevirmenlerindeki durum da şöyledir: Dublaj çevirmenliğinden farklı olarak altyazı çevirilerinde, "kuple" adını verdiğimiz iki satırlık çeviri birimleri vardır. Altyazı çevirisinin temeli bu kuplelerdir. Ortalama bir filmde yaklaşık 1000 tane bulunur.
Çevirmen, bu kupleleri, dublaj çevirmeninin yaptığının aksine, yalnızca alt alta yazmakla yetinir ama işi burada bitmez. Nasıl dublaj çevirmeni, dublaj sanatçısıyla birlikte çalışıp çevirisinin filme yerleştirilmesini takip ediyorsa, altyazı çevirmeni de, çevirdiği metnin, filmin içine işlenmesinden sorumludur. Bu işleme altyazı basma denir ve çok çeşitli ekipmanlar aracılığıyla farklı koşullarda yapılabilir.
Örneğin festivallerde, beyaz perdenin hemen yakınına kurulan masadaki bilgisayarın önünde oturan ve çoğumuzun dikkatini çeken kişi, o filmin çevirmenidir. Çevirdiği altyazı metni, bu iş için özelleştirilmiş bir yazılıma aktarılmıştır ve filmle eş zamanlı olarak bu kupleleri, beyaz perdeye aktarır. Bu oldukça stresli ve zahmetli bir iştir. Televizyonda ise bu altyazı basma işlemi, filmin yayınlanmasından önce, tıpkı festivallerdeki işleme benzer şekilde, özel bir yazılım aracılığıyla film birebir izlenerek teker teker filme yerleştirilir.
Şirketin size yönelttiği, doğru ve normal süreci bozan istek, bu teknik çerçeveyi hangi noktada kırıyor? Yani sizden istenen intihal çalışmasını bu çerçevede değerlendirerek yanlış yanlarını gösterebilir misiniz?
Benden talep edilen iş, U-571 adlı filmin, daha önceden yapılmış dublaj çevirisinin, altyazı çevirisine dönüştürülmesidir. Dublaj metnini hazırlayan çevirmen arkadaşım, biraz önce bahsettiğim düşünsel ve teknik süreçleri geçirerek bu metni oluşturmuş ve aracı şirketler aracılığıyla bu çevirisini, söz konusu kanala vermiştir. Aslında, bu çevirinin o kanala doğrudan gidip gitmediğini de bilemiyoruz çünkü filmlerin yayın haklarının alınması sırasında, çeviriler de, sanki filmin bir parçasıymış gibi verilebiliyor.
Çevirmen, söz konusu bu çevirinin maddi karşılığı olarak ücretini almıştır ancak sorun tam da burada baş gösteriyor. Kanal, parasını verdiği için bu çevirinin, kendisine ait olduğunu sanıyor. İletişim Yayınları'nın, Benim Adım Kırmızı için "Parasını verdik artık bizimdir," demesi gibi bir şey. Bu elbette mümkün değil. U-571 adlı filmin dublaj çevirisi, o çeviriyi yapan çevirmen arkadaşımın eseridir ve yaşadığı sürece ve ölümünden sonraki 70 yıl süreyle de ona aittir. Onun izni olmadan kullanılamaz, değiştirilemez veya yayınlanamaz. Benden talep edileni ise, U-571 filminin "redaksiyon" sürecini anlatarak özetleyeyim ki böylece biçimsel ve özsel dinamikleri çok daha rahat görebiliriz. U-571'in bana gönderilen dublaj metninden bir diyalog parçasını, altyazıda olması gereken haliyle birlikte örnek olarak vereyim:
DUBLAJ METNİ - Zaman kodları, karakter isimleri, nidalar dahil. Dikkat ederseniz, yabancı isimleri, Türkçe okunuşlarıyla yazılır.
0.23.50
EDDIE: İyi misiniz, Bay Taylır?
TYLER: Sayılır Edi, sayılır.
EDDIE: Hım. / Verdiğiniz izin için teşekkür ederim./ Kız arkadaşım da teşekkür ediyor./ Evet, siz iyi birisiniz Bay Taylır.
ALTYAZI METNİ - Yalnızca metin. Zaman kodları, nidalar ve karakter isimleri yoktur.
-İyi misiniz Bay Tyler?
-Fena değil Eddie.
-İzin verdiğiniz için teşekkür ederim.
-Kız arkadaşım da teşekkür ediyor.
-Siz gerçekten iyi birisiniz Bay Tyler.
Bu işlem, biçimsel olarak düzenleme gibi görünse de, özde durum farklıdır. Konuşma diliyle yazma dilinin farklılığını yansıtmak için çeviriyi değiştirmeniz gerekir ki bu, esere müdahale anlamına gelir. Aslına bakarsanız, işlenme eser sahibi olarak çevirmenlerin haklarının koruma altına alındığı 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'na ve Türkiye'nin imza atmış olduğu uluslararası sözleşmelere de (Bern Sözleşmesi) aykırıdır ancak çevirmenlerle, bir fikri mülkiyet sözleşmesi imzalanmadığı için, yasa önünde bunun yansıması nasıl olur, o konu tam bir muamma. Kendileriyle yaptığım e-posta yazışmalarında, bu konudan onlara bahsettiğimde, bana "Bu filmin elimizde çok eskiden kalma Türkçe metni var. ***** adlı şirkete ait bir metin. Biz metnin içeriğine baktık ve dublaj çevirisi olduğunu gördük. Dolayısıyla elimizde zaten Türkçesi olan bir metni tekrar çeviri yaptırmak istemiyoruz" dediler. Bu yanıttaki sorun, daha önce de belirttiğim gibi, şirketlerin, çeviri eserlere karşı olan tutumu. "***** adlı şirkete ait bir metin" sözü de işte bu yanlış sanıdan kaynaklanıyor.
Oysa o metin, adını henüz benim bile bilmediğim çevirmen arkadaşıma aittir. Yüz yüze yaptığımız toplantıda, bu çevirmenin kim olduğunu sorduğumda bana "Çok önceden bir şirkete yaptırmıştık, biz de bilmiyoruz," dediler. Altyazı ve dublaj çevirmenlerine, sanki birer hayaletmiş, sanki hiç olmamışlar gibi davranılıyor. İşte yanlışlık buradadır.
U-571, Jonathan Mostow'un yönetmenliğinde 2000 yılında çekilmiş, oldukça yakın tarihli bir film. Bu filmin daha önce Türkiye'ye kim tarafından getirildiğini, hangi kanallarda gösterildiğini, kimin tarafından çevrildiğini biliyor musunuz acaba? Sekiz yıl içinde ikinci (?) çevirinin gerekli olması ilginç, bu tür durumlar filmin ilgi görmesinden mi kaynaklanıyor, yoksa finansal nedenlerden mi (örneğin filmin gösterim hakkının düşük olmasından mı)?
Bu film, 2003 ve 2006 yıllarında TRT'de gösterilmiş bir filmdir. Dolayısıyla dublajının da o dönemde TRT tarafından yaptırılmış olması olasıdır. TV 8'de de yayınlanan filmin dublaj veya altyazı metninin hangi yollarla sağlandığını bilmek mümkün değil.
Aynı şekilde, söz konusu kanalın da kendisine ait olduğunu ve bir şirkete yaptırdıklarını iddia ettiği bu dublaj metninin, filmin yayın hakkının alınmasıyla birlikte el değiştirdiğini tahmin ediyorum. Çünkü kanallar ve dağıtımcılar, filmin yayınlanma hakkını satın almalarının, filmle ilgili her şeyi de satın aldıkları anlamına geldiğini düşünüyorlar. Sahip oldukları bu dublaj metin, TRT'de ve TV 8'de yayınlananla aynı mıdır, bilemiyorum. Kaldı ki, bu dublaj çevirisini yapan arkadaşı bulmak neredeyse imkansızdır. Esere atfedilen bir aidiyet olmadığı için, bu dublaj metni de, çok büyük bir ihtimalle, filmle birlikte filmin bir parçasıymış gibi taşındı ve verildi. Böyle olunca çevirinin takip edilmesi de güçleşiyor.
Filmlerin gösterim hakkını alırken, kanalların nasıl bir anlaşmaya imza attıklarını bilmiyorum. Her filme, yeniliği ve niteliği bakımından farklı bir yayın hakkı lisans sözleşmesi uygulandığını tahmin ediyorum. Örneğin, sinemalarda oynadıktan sonra TV'lerde gösterilen Türk filmlerinin çoğu, sonsuz gösterim hakkıyla satılır.
Hatta kanallar, daha film çekilmeden filmin gösterim hakkını yapımcılardan satın alırlar. Bu da, hem projeye başlamadan önce sıcak para elde eden yapımcının işine gelir hem de istediği kadar gösterebileceği bir reklam deposunu satın alan kanalın. Daha önce ulusal kanallarda yayınlanmış yabancı bir filmi tekrar yayınlamanın amacını kesin olarak bilmek mümkün değil. Belki filmin ilgi çeken bir film olmasıyla açıklanabilir. Kanalın nasıl bir politika izlediğini bilemiyorum. Ancak sizin de vurgulayarak sorduğunuz gibi, ikinci bir çevirinin gerekmesi, ulusal kanallarda altyazı kullanılmamasından kaynaklanmıştır.
U-571 filmini satın alan kanal, filmi satın aldığında, filmle birlikte yalnızca dublaj metnine sahip olmuştur. Altyazı metnine ihtiyaç duyduğu için de, bu ikinci çeviriyi, dublajın üzerinden yaptırarak, söz etmeye bile değmeyecek oranda tasarruf yapmayı hesap etmiştir. Altyazı metni de olsaydı, o altyazıyı da çevirmenini arayıp sormadan kullanacaklardı. Kullanıyorlar da.
Kitap çevirisinde intihal uygulamaları uzun zamandır biliniyor: Yayıncılar Birliği'nden Kitap Çevirmenleri Birliği'ne dek birçok kurum bu uygulamaları önlemeye yönelik çalışmalar yapıyor. Fakat birkaç noktada sorun düğümleniyor gibi: birincisi, intihalin kanıtlanması güç, değiştirilen metnin birçok kez hukuken yeni bir metin sayılması söz konusu olabiliyor. İkincisi, yayınevi-şirketlerin piyasa üzerindeki yaygınlığı, köklü bir mücadelenin önüne geçmeyi engelleyebiliyor. İntihal yaptığı kesin olan bir yayınevini piyasadan çıkarmak mümkün olmayabiliyor. Üçüncüsü, özellikle telifi olmayan klasik eserlerde, editör ya da çevirmenlerin kolay gelir elde etmek için bazen takma isimle, bazen kendi isimleriyle intihal yaptığı görülüyor, meslektaşları da buna sessiz kalabiliyor. Bu açıdan, film çevirisi alanında durum nedir? Örneğin siz U-571'in hazır çevirisi olarak önünüze gelen metni değiştirseydiniz, belki de ortaya çıkan metin biçimsel olarak hukuken suç teşkil etmeyecekti: sizi vicdanınız ve mesleki sorumluluğunuz engelledi. Peki bu açıdan film çevirmenliği ortamının durumu nedir: bu "metin üzerinde oynama" teklifi piyasa açısından bir ilk örnek mi, yoksa yaygın bir teklif mi? Şirketler bunu sıkça yapıyor mu? Ve geleceğe baktığınızda, birçok kanalda gösterilen güncel filmlerin çevirmeni belirtilmediğine göre, gelecekte bu filmlerin değişik kanallarda yeni çeviriler yerine intihal çevirilerle yeniden gösterilmeleri mümkün mü sizce?
Yayınevlerinin yaşadığı sorunları, farklı mecrada olsa da, altyazı dünyası da yaşamaktadır. İrili ufaklı birçok yayınevinden çıkan kitapları incelemek ve intihal araştırması yapmak ne kadar zor ise, çevirmenlerin kanallar, festivaller ve DVD'ler içinde yüzen çevirilerini takip etmeleri de o kadar zordur. Pratik olarak imkansızdır. Dediğiniz gibi, şirketleşen yayınevlerinin piyasa üzerindeki tahakkümü, oyun alanı olarak, eser sahiplerine pek manevra şansı vermiyor. Televizyon dünyası da, müşteri ya da reklam kaybetmemek için, bu tip durumlarda sessiz kalmayı tercih ediyor.
Belki de en kötü veya talihsiz durum, aynı mesleği yapan kişilerin bazen "sessiz kalarak" durumu kabullenmek zorunda kalmalarıdır. Böyle olduğu için de film çevirileri, alenen, hiçbir şekilde izin alınmadan, filmlerle birlikte verilir, dağıtılır, değiştirilir ve kullanılır. Öyle ki, bunun için takma ad kullanmaya ya da battaniyenin altından yastık yürütmeye gerek de duymazlar. Yaygınlık, onlar için meşruiyet sorunu doğurmaz. Oysa Kant'ın deyimiyle ifade edersek, yaygın olan evrensel olan değildir. U-571 filminin dublaj metninin "redaksiyonu" elbette başka bir çevirmen tarafından yapıldı ve kanal da bu çeviriyi kullandı.
Bu durum, sıklıkla tekrarlanan, bir rutin haline gelmiş ve kanalla olan yazışmalarımızda görülebileceği "yapmak istemezsen başka birine yaptırabiliriz" nihayetine eren bir vakıadır. Aynı kanalla çalışan Kaan Zanbakçı adlı çevirmen arkadaşım, House dizinin çevirilerinin, o kanal tarafından intihal edilmesine karşı çıktığı için işinden ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Dolayısıyla ne Kaan'ın ne de benim yaşamadığım şey ilk değildir, böyle giderse son da olmayacaktır. Çeviriler, elden ele dolaşır, dolaştırılır, değiştirilir ve işin ironik kısmı, bunun yasal olduğu iddia edilir.
Çevirmen tarafında ise durum biraz trajiktir. Çevirmen, bu yaptığının bir intihal olduğunu bile bilemeyebilir. Olmadı, işini kaybetmemek için yapabilir çünkü sırada bekleyen ve bu işi yapabilecek birçok işsiz çevirmen vardır. Bilgisayarları başında saatlerce oturan, boyun ve bel tutulmalarından fıtığa kadar gidebilen hastalıklarla cebelleşen çevirmenler, metin üreten torna tezgahları olarak görülmeye devam ettiği sürece; kimliksizleştirilip emeklerine yabancılaştırıldığı sürece; anonimleştirilip tektipleştirildiği sürece; gelecekte de bu uygulama devam edecektir.
İntihal yapmayı reddetmem üzerine kanalla yaptığımız toplantıda bana söylenen şu sözler, durumu gözler önüne açık bir şekilde serecektir: "Sizin yaptığınız çevirileri, dışarıya da verebilirim çünkü bunu artık almışım sizden. Ayrıca bir an gelir, kemer sıkma politikası nedeniyle, dublaj ve altyazı için ayrı ayrı çeviri yaptırılmaz da, dublaj metinlerini redakte edip altyazı haline getirmenizi isteyebiliriz, bu da olabilir."
Geçtiğimiz yılda film festivalinde Irak işgali konulu bir filmin sonuna eklenen bir mesaj yüzünden bir film çevirmeni işten çıkarılmış, bu konudaki haber basında yer almış, ama çevirmenin konuyla ilgili açıklaması yer bulmamıştı. Çalışma alanınızda çevirmenin mesleki sorumluluk ve özgürlük alanı nedir sizce? Çevirmenin ortaya koyduğu çeviriyi özgün metinden ayıran sınır, çevirmenin metne müdahale alanı nedir? Yani birebir çeviri, uyarlama, sansür gibi metin düzeyindeki uygulamaların arasında intihal hangi noktada duruyor sizce? Yine bu çerçevede, olağan süreçte, film çevirmenleri olarak, sizden çıkan çeviri metninin ekranda aynı şekilde yayınlanmasını, üzerinde izinsiz editöryel değişiklik yapılmamasını sağlayabiliyor musunuz?
Yalnızca işverenler değil aynı zamanda kamuoyunda da, altyazı ve dublaj çevirmenleri konusunda böyle bir bilinç ne yazık ki yok. Seyirciler 90 dakikalık bir filmin 90 dakikada çekilmediğini artık biliyor. Bir dakikalık bir sahnenin çekimlerinin aylarca sürebildiğini de biliyor. İşte yapılması gerekenlerin en başında gelen şey de, kamuoyunu, tıpkı film çekiminde bilgilendirilmiş olduğu gibi, çevirmenlik ve onların hakları konusunda da bilinçlendirmek.
Basının buradaki rolü elbette tartışılmaz ancak güdümlü ve yönelimli basının, bu konuya ilgisini çekmek gerçekten çok zor. Reklam marjı oldukça yüksek olan kanalları ya da sponsorları elbette karşılarına almak istemiyorlar. Çevirmen arkadaşımın açıklamasının basına yansımaması bir yana, söz konusu olay "Skandal" etiketiyle sunulmuştu. Aynı durum, bundan birkaç yıl önce, bu camiada sayısız çevirisi bulunan Ebru Kardeşler'in başına da geldi. Verdiği bir çeviri kararı, çeviri konusunda herhangi bir bilgisi ve bilinci olmayan kurumlar ve şirketler tarafından büyük bir baskı altına alındı ve sonunda işten çıkarıldı. Bu konu hakkında yaptığı açıklamalara nedense yer verilmemişti.
Özgünlük ve müdahale kavramlarını çevirmen açısından şu şekilde irdeleyebiliriz. Altyazıya özel bir durum olarak altyazının sahne üzerinde gerektiği kadar durması, zamanında ekrandan çekilmesi ve her iki çeviri için de metne (senaryoya) bağlı kalınması, sınırları çok hassas çizilmiş bir alanda çevirmene özel sorumluluklar yükler. Çünkü çevirmen, bir yerden sonra, karşısındaki izleyici için, filmin senaristi ve yönetmeninin kimliğini kullanmaya başlar. Filmin asıl sahibi olan yönetmenin, izleyiciye anlatmak istediklerine karşı herhangi bir ipotek koymamalıdır.
Sözgelimi altyazı basarken, iki karakterin karşılıklı kavga ettiği bir sahnede, tarafların birbirlerine sordukları soruların cevaplarını, karakterin yanıtlama hızından daha hızlı bir şekilde ekrana getirirse, o zaman çevirmen, yönetmenin vermeye çalıştığı dramatik etkiye bir balyoz indirmiş olacak ve başta kendine olmak üzere izleyicisine saygısızlık yapmış olacaktır. Bu aynı zamanda, yönetmene karşı da yapılmış bir saygısızlıktır. Altyazı çevirmeni, yönetmenin hedeflemediği hiçbir dramatik etkiyi, hiçbir koşul altında yapamaz. Buna hakkı olmadığı gibi, bu tavır, gereksiz bir "rol çalma" egoizmine de yol açacaktır. İzleyiciye, çevirmenin varlığını nahoş bir şekilde hatırlatacaktır.
"Traduttore, Traditore!" (Çevirmen haindir!) sözü İtalyanlar tarafından, çevirmenin nasıl bir biri olduğunu belirtmek için söylenmiştir. İçinde ironi barındıran bu söz, çevirmenin eserin aslına göstereceği yaklaşımının, hem aslına bağlı olmasında hem de çeviri kokmaması için mesafeli bir farklılığa erişmesinde yattığını özetler. Dolayısıyla metne (senaryoya veya filme) müdahale, ancak bu şekilde mümkün olabilir ki buna da müdahale denmez.
Ancak bir de, çevirmenden bağımsız olarak yapılan müdahaleler vardır. Buna da elbette sansür diyoruz. Festivalleri dışarıda tutarsam, televizyonda yayınlanacak olan dizi ve filmlerin çevirilerinde uyulması gereken ya da uyulmamız istenen bazı kurallar vardır. RTÜK'ün hassas ve dayatmacı anlayışından ileri gelen bu sansür, hem yönetmenin eserine hem de çevirmenin eserine ayrı ayrı müdahale anlamına gelir. Ahlakçılık düsturuyla davranan kural koyucuların sansürleri/yasakları ve artık kraldan çok kralcı haline gelmeye başlayan yöneticilerin de oto sansürleriyle kirlenen eser dünyası, "genel ahlâk" denen bir virüse kurban edilmektedir.
Çevirmenler, eserlerini filme yerleştirirken orada hazır bulundukları için, filmlerinin izinsiz olarak değiştirilmesine "o anda" izin vermeyebiliyorlar ve böyle bir müdahaleyi engelleyebiliyorlar ancak nasıl bir süreç olduğunu bilmediğimiz kontrol ve editöryel süreç içinde yapılan müdahaleleri takip etmemiz ne yazık ki mümkün değil. Temel mesele, çevirmenin, eser sahibi olarak kamuoyunda bir türlü yer edemeyen varlığı. Önce bunun aşılması gerekiyor.
Açıklamanızdan sonra olumlu ya da olumsuz yönde ne gibi gelişmeler oldu? Örneğin kitap çevirmenlerinden sonra şimdi film çevirmenlerinin de kendi özel örgütlerini kurma yolunda çalışmasına bu olayın bir etkisi oldu mu ya da olur mu? Meslektaşlarınızdan ve başka kişilerden destek bulabildiniz mi? Bir değerlendirme yaparsanız, geleceğe yönelik öneri ve beklentileriniz neler olabilir?
Kınama metnini ve olayın haberini, başından beri benden desteklerini esirgemeyen Sertaç Canbolat ve Aslı Takanay'ın da yardımlarıyla yazılı basına gönderdim. soL ve sendika.org, bu haberi internet sitelerinden okuyucularına duyurdular. Kitap Çevirmenleri Birliği ÇEV-BİR de, söz konusu intihal olayını, sitesinden yayınladığı bir yazıyla kınayarak benimle dayanışma halinde olduğunu belirtti. İlk kez soL'da yayınlanan haberi referans alan diğer siteler de okuyucularına bu haberi ilettiler.
Bazı forumlarda bu konunun konuşulduğunu görmek ve benim gıyabımda beni destekleyenleri, onurlu bir hareket yaptığımı söyleyenleri görmek beni memnun etti. Ayrıca Uykusuz dergisinde Fırat Budacı ve Milliyet'te Sina Koloğlu, köşelerinden bu durumu duyurdular. Böyle olunca en azından yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz ve davanızda ne kadar haklı olduğunuzu bir kez daha onaylıyorsunuz. Ekimde Antalya'da düzenlenecek olan Altın Portakal Film Festivali'nin Ana Sponsoru'nun da söz konusu şirket olması hasebiyle, festival yönetimine bir e-posta atarak durumu bildirdim ve proteste edilmesini talep ettim. Bunun bir sonuç doğuracağını sanmıyorum ancak en azından, bu girişimin değere dönüşen bir bilgi oluşturması için adım attım. Söylediğim gibi, meslek birliğimiz kuruldu kurulacak. Resmi bir düzlemde, çevirmen arkadaşlarımın da katkısıyla, inanıyorum ki çok daha büyük adımlar atabileceğiz.
Gelecek içinse, kişisel olarak hissettiğim kötümserliğimi, bu noktada terk etmek istiyorum. Adım atmadan yola çıkmak, yola çıkmadan da yolda yürümek mümkün değil. Bir aslan sürüsü, bir geyik sürüsüne yekten saldırmaz, saldıramaz. Önce üzerlerine yürür, korkutur, etrafa dağıtır ve ancak o zaman tek başına kalan geyiklerin peşine düşer. Bir olmalı, birlikte olmalıyız. Ben belki işimi kaybettim ama on kişi, yirmi kişi, yüz kişi olduğumuzda artık iş kaybetmeyiz. Böyle bir korkumuz da olmaz. Bunun anlaşılmasını ve aşılmasını isterim. Zincirlerimizden başka kaybedecek bir de işimiz varmış gibi davranmamak isterim. Naçizane önerim şudur: Bütün çevirmenler, birleşin! (SG/TK)
(1) "Altyazı ve dublaj çevirmenliği meslekleş(eme)me sorunu ve örgütlenme gereği üzerine". Varlık, Temmuz 2008, s 93-94. Çevbir: Gizli Özne bölümünde yer alan bu yazıda, örnek Luyken'in bir hesabına dayanılarak geliştiriliyor.