Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden emekli Prof. Dr. Büşra Ersanlı'nın Barış İçin Akademisyenler’in “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Istanbul C. Başsavcılığı’nın 2017/144025-28373-5011 sayılı ve 10.10.2017 günlü işlemi ile düzenlenen iddianameyi inceledim. İddianame ile şahsıma isnad edilen suçlamanın gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
2015 yaz aylarından itibaren bölgede vuku bulan çatışma ortamından olumsuz yönde etkilenmek için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, hatta sadece insan olmak yeterlidir. Olayları yazılı ve görsel medyadan, sosyal medyadan, bunların hepsine çeşitli biçimlerde yansıyan vatandaş izlenimlerinden, insan hakları dernek ve vakıflarından; ayrıca uluslararası antlaşmalar nezdinde bağlayıcı vasfı da bulunan İnsan hakları dernekleri ve Tabibler Birliği raporlarından, Diyarbakır Barosu Raporundan, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin raporundan da okuyarak düşünmek ve sorgulamak için akademik olmaya bile gerek yoktur. Örneğin Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’nin18.11.2015 tarihli raporunda Silvan ve Cizre söz konusu edilmekte ve sokağa çıkma yasaklarının 4 aya yakın bir sürede siviller açısından insan hakları ihlallerine, güvenlik güçleri konusunda da kronik cezasızlığa yol açtığına işaret edilmektedir. Bu raporda belirtilen bu iki husus bütün diğer raporlarda da mevcuttur.
Bir bilim insanı, özellikle de sosyal siyasal bilimle kırk yıla yakın ilgilenen bir insan olarak söz konusu imza metnine onay vermenin iki yanı olduğunu düşünüyorum:
Birinci yanı şahsi olan yanıdır. Resmi ve resmi olmayan kaynaklardan edinilen bilgileri, bölük pörçük ve parçalı da olsa vicdanen değerlendiren bir insan yaşanandan, görünenden rahatsızlık, öfke ve infial hislerine kapılabilir. Böyle bir metinle karşılaştığında“ben olsam farklı yazabilirdim” diye de aklından geçirebilir ki, ben bunu aklımdan geçirdim ama tek tek kelimeler üzerinde durmadım çünkü kızgındım. Bir insan hükümetine devletine kızabilir. İmza metni hükümet ve devlet açısından sert olsa da bu sert eleştiriyi uygun bulabilir ve bildiriye onay verebilir. Ben de böyle yaptım. Çünkü özü doğruydu ve barış talep ediyordu. Şahsen öncelikle sorgulamam gerekenin vatandaşı bulunduğum ülke yetkilileri olduğunu düşündüm.Bağlı bulunduğum devletinyetkili kurumlarının güvenlik ve istihbarat konusunda gücü vardır, sorgulamam gereken merci odur. Bağlı bulunmadığım, sempati duymadığım illegal silahlı bir örgüt bana hak hukuk getiremez. Dolayısıyla rahatsız olduğum konuda vatandaşı bulunduğum ülkenin yöneticilerini eleştirmek benim hakkımdır. İfade özgürlüğü hakkımı bu şekilde kullandım.
İşin bir de kollektif yani toplu/kamusal yanı vardır. Bunu da siyasal bilimci bir akademisyen olarak hükümeti yeniden barış alanına çağırmak istemi olarak tarif edebilirim. Devlet ve hükümetin temin ettiği bilgileri muhalif bilgilerle ve çok çeşitli kaynaklarla karşılaştırarak değerlendirme yöntemine sahip olan biz akademisyenler ülke sorunlarına çözüm bulmak için bilgi üretiriz, tepkilerimizi de böyle veririz. Bu birikimimizi çatışmalı/ölümlü olaylar karşısında hızlı ve sert olarak da belirtebiliriz. Okuduğumuz tüm raporları, resmi kaynakların verdiği bilgilerle karşılaştırmak bizim aslı vazifemiz ve yöntemimizdir. Böylesine üzücü bir süreçte, çok sevdiğim ve asla vazgeçemeyeceğim ülkemin önemli bir sorununa karşı toplu bir ifade tepkisinin de bir örgüt suçu olarak görülmesini ve iddianamede baştan sona bu şekilde ifade edilmesini son derece şaşırtıcı ve temelsiz buluyorum.
Her iki açıdan yani şahsi açıdan da kolektif açıdan da bu bildiri bir ifade özgürlüğü konusudur. Devlet kaynaklarının verdiği bilgileri yeterince tatminkâr bulmamak ve yaşananları sert bir şekilde eleştirmek de ifade özgürlüğüdür. Akademik sorumlulukla hükümeti yeniden barış alanına çağırmak için bir toplu nidadır.
Oysa, iddianame bize şöyle bir baskı uyguluyor: Sadece devlet ve hükümetin verdiği bilgiler doğrudur, baroların, derneklerin bilgileri yanlıştır. Devletin hükümetin verdiği bilgileri sorgulayan suçludur. Siz onları sorgulamakla silahlı illegal örgüte yakınlık gösteriyorsunuz.
Ben ise şöyle düşünüyorum. Tek doğruya inanmak bilime ve hayata aykırıdır. Üstelik çeşitli kaynaklardan inceleme ve karşılaştırma yapmadan tek bir doğruya saplanmak akademik hayatta yoktur, olmaması gereken olumsuz bir özelliktir. Tek bir doğruya zorlanmak ifade özürlüğünü tamamen ortadan kaldırır. Sansüre ve oto sansüre yol açar. Bir hukuk devleti ifadeyi bu yolla sorgulayamaz. Akademik sorgulama ve eleştiri de tek bir doğrunun tasdiki yolunda böyle yapılamaz.
Sabırlı ve bilinçli bir istihbarat, hayatım boyunca şiddet içeren ve yasa dışı olan ne varsa uzaktan yakından ilgili olmadığımı gayet açık gösterir. Hangi konularda çalıştığımı, hangi dergilerde yazdığımı merak edenler ekte sunduğum akademik özgeçmişime bakabilirler.
Hiçbir güç beni illegal silahlı bir örgütün üyesi, sempatizanı veya propaganda aracısıyapamaz ve yapamadı zaten. Bırakınız böyle bir örgütün liderlerinden veya otoritesinden talimat almak, şiddet içermeyen ve yasal olan ancak fikrime uymayan herhangi başka bir güçten de talimat almam, almadım. İddianamede ileri sürülen türdeki büyük savlar, mutlaka somut delillerle desteklenmelidir, talimat da, imza metni çağrısının ve dağıtımının illegal örgüt yoluyla örgütlenmesi de belgelenmelidir. Böyle bir şey yok.
Çoğu alanında kendini kanıtlamış binlerce öğrenci yetiştirmiş, uluslararası yayınları olan yüzlerce akademisyenin herhangi bir örgüt talimatıylabir bildiriye onay vermesi düşünülemez.
Barış talebi için ifade özgürlüğünün bir bildiri üzerinden kullanılmasından ibaret olan bu onayımın, herhangi bir suç vasfı bulunmamaktadır. Mahkemenizin, suç işlediğimi gösteren herhangi bir delil toplamaya gerek görmeden, suçluluğu ön kabul olarak ele alan bu iddianameyi yeniden değerlendireceğine ve suçsuzluğumu sabit bulacağına inanmak isterim.
Tüm bu nedenlerle, beraatime karar verilmesini diliyorum. (BE/BK)