Savaş karşıtlığı bir pozisyon almaktır
"Sonuç"ların "neden" varsayıldığı tüm tespitler, yüzeysellik ve sığlıktan kurtulamaz ve olan biteni anlamayı zorlaştırmaktan başka bir işlevleri de olmaz. Bu bağlamda insanlığın karşı karşıya kaldığı tüm savaşları anlayabilmek ve değerlendirebilmek için görünürde olanın arkasına bakmak, önümüze sürüldüğü biçimiyle değil, tarihsel bütünlüğü içinde asli nedenlerini bulup oradan hareket etmek isabetli sonuçlara varılmasını mümkün kılacaktır.
"Savaş karşıtlığı" bir pozisyon almaktır. Savaş karşıtlığı pozisyonunu neden-sonuç ilişkisi içinde ele almak, aynı zamanda başka nelere karşı olunması gerektiğini de ortaya çıkaracaktır. 11 Eylülde ikiz kulelere saldırıyla başlayan ve hiçbir şeyin artık eskisi gibi olamayacağı yeni bir döneme girildiği iddiası, tarihsel bir perspektiften bakıldığında ne ifade etmektedir? Elbette daha önceki dönem ve savaş deneyimlerine göre çok önemli farklılıklar vardır. Ancak bütün savaşları arkasında yatan esasa dair dinamiklerin sürekliliği bugün yaşananlarla bir kez daha izlenebilir bir hal almıştır.
İnsanlığın tarihiyle eş bir tarihe sahip olan kapitalizmin tarihi-toplumsal bir sistem olarak ortaya çıktığı ve coğrafi olarak yayıldığı tüm süreçlerde karşı karşıya kalınan lokal yada büyük çaplı savaşlar, artık bu sistemin dinamikleriyle tanımlanacak, neden-sonuç ilişkileri bu çerçevede anlam kazanacaklardır. Kapitalist sermaye birikiminin gereksindiği tek bir egemenlik altında denetlenen, sınırları tanımlanmış bir coğrafyanın yaratılması Kıta Avrupa'sında, farklı biçimlerde olmakla beraber, savaş yada iç savaşlarla kurulan ulus devletleri ortaya çıkarmıştır.
Bütün uluslaşma süreçleri bazı unsurları dışlama bazı unsurları içerme pratiğiyle şiddeti ve savaşları içinde barındırmaktadır. Gücün bu şekilde tanımlanmış alanlarda merkezileşmesiyle ortaya çıkan ulus devletler, kuruluş mantığının bir sonucu olarak potansiyel savaşların muhtemel tarafları olacaktır.
Sahip oldukları ve denetledikleri birikim olanaklarıyla tanımlanan "gelişmiş" kapitalist ulus devletlerin aralarında bir güç dengesinin kurulması ve/veya bozulması doğrudan yada dolaylı olarak taraf oldukları savaşlar aracılığıyla mümkün olmuştur.
Kapitalist sermaye birikim süreçlerinin dayandığı temel motif olan mümkün en yüksek "kar"ı gerçekleştirme anlayışı kapitalizmin mekansal yayılmasını da beraberinde getirir. Marx' ın "Burjuvazi kendi suretinde bir dünya yaratıyor" vurgusu bir yanıyla bu eğilimde somutlaşır. Yaratılmak istenen suretin görünen aktörleri ise ulus devletler olacaktır.
Farklı mekanların olası tüm olanaklarının birikim sürecine içerilmesi ve bu nedenle denetlenmesinin gerekliliği, başlangıçta lokal sömürge savaşlarında ifadesini bulurken, süreç içinde bu coğrafyaların merkez kapitalist ülkeler arasında yeniden paylaşımına dönük gerilimler ve merkez kapitalist ülkeler arasındaki denetime dönük "rekabet" dünya savaşlarını beraberinde getirmiştir.
Güç ve savaş
Kapitalist işbölümüne dayalı bir uluslararası sistemde güç dengelerinin kurulması yada bozulması yaşanan savaşların arkasında yatan asli nedendir. Bu çerçevede bakıldığında 1600' lü yıllarda Birleşik Prensliklerin (Hollanda), Uluslararası sistem üzerindeki denetimi Napolyon Savaşlarıyla çözüme ulaşmış ve bu süreçten Britanya İmparatorluğu bir güç merkezi olarak çıkmıştır.
Britanya'nın bu konumunu göreli olarak kaybetmeye başladığı süreç, Almanya, Japonya ve Amerika'nın güç kazandıkları bir dönem olmuştur ve bozulan dengenin yeniden oluşturulabilmesi insanlığın önüne I. Dünya Savaşı'nı çıkartmıştır. Bilindiği gibi bu savaş tanımlanan çerçevedeki amaçlarına hizmet etmeyen, mevcut sorunları çözüme ulaştıramadan II. Dünya Savaşına erteleyen bir savaştır.
II. Dünya Savaşı ertelenen sistem içi güç sorununu çözüme kavuşturmuş, Almanya ve Japonya bertaraf edilerek ABD bu süreçten yeni güç merkezi olarak çıkmıştır. ABD'nin önderliğinde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı "yeni" bir sürecin başladığı ilan edilmiştir. Başlayan yeniden yapılanma dönemini tanımlayan kritik özelliklerden birisi daha önce yaşanan ve savaşlara neden olan sistem içi sorunların çıkmasını önleyebilecek bir kurumsallaşmaya gidilmesidir.
Öngörülen kurumsallaşma ve yeniden yapılanmayla sistemin güçlendirilmesi kritik bir sorun olarak tanımlanmaktadır. Bu kaygıyı besleyen en önemli unsur Sovyetler Birliği'nin başını çektiği Sosyalist Bloğun oluşmasıyla ortaya çıkan, ideolojilerin karşı karşıya kaldığı soğuk savaş ortamıdır. Bu konjonktürde iki rakip sistem arasındaki soğuk savaşın 'sıcak temaslara' dönüştüğü lokal savaşlar dönemi başlamıştır.
Sistem içi gerilimler ikinci plana düşmüş ancak ortadan kalkmamıştır. Bu gerilimlerin ifade bulduğu ilk oluşum uzun dönemde bir güç ve çekim merkezi olabilmek ve buna bağlı olarak kendi içindeki savaşları önleyebilmek için Avrupa'da önce demir-çelik sektörleri arasında işbirliğini öngören, süreç içinde Ortak Pazar ve bugün Avrupa Birliği'ne dönüşen projedir. 1970'li yılarda ABD'nin mutlak hakimiyetinin sarsıldığı, kapitalizmin genel bir krize girdiği yeni bir dönem başlamıştır.
Krizin tanımladığı sistem içi, sermayeler arası yeni gerilimler ve sermayenin uluslararası düzeyde yeniden yapılanması gerekliliği, yaşanan süreci yönlendiren temel dinamik olmuştur. Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ise artık rakipsiz kalan kapitalist sistemin mevcut gerilimlerini açık hale getiren yeni bir döneme işaret etmektedir. Bu gerilimde kritik unsur, Sovyetler Birliği'nin çözülmesi ile açığa çıkan yeni coğrafyanın sisteme içerilmesinde kimin, hangi pozisyonda, nasıl bir rol alacağına ilişkindir.
Kapitalizmin son rötuşları
Çin'de yaşanan dönüşümlerde göz önüne alındığında kapitalizmin coğrafi olarak yeniden ama son yayılma pratiğini yaşadığı söylenebilir. Bu yayılma doğal olarak sınırların yeniden tanımlanması, dolayısıyla yeni savaşlar anlamına gelecektir. Diğer bir deyişle "burjuvazinin kendi suretinde yarattığı" dünyanın son rötuşları yapılmaya başlanmıştır.
Söz konusu yayılmanın esas aktörleri ise netleşmiş bulunmaktadır. Rusya-Çin aksında oluşturulmaya çalışılan Şangay Beşlisi, AB ve ABD'nin temsil ettiği bölgesel güçlerdir.
Gelinen noktada medeniyetler arası çatışma, uluslararası terörizm ve bunun gibi argümanlarla savaşa meşruiyet sağlama çabaları kapitalizmin ilk yayılma dönemindeki "ilkel" olanı "uygarlaştırma" misyonunun tekrarı anlamına gelmektedir. Sonuç olarak şu söylenebilir; savaşlar kapitalist sermaye birikiminin uluslar arası yeniden kurgulanma sürecinde her türlü maliyeti/külfeti toplumsallaştıran, halklara yükleyen, sürecin nimetlerini özelleştiren bir araç olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Bu anlamda "Batı Cephesinde" değişen bir şey yoktur. Savaşa gerçekten karşı olmak ancak kapitalizme karşı olmakla mümkün ve anlamlıdır. (NK/BB)
* Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.