Burjuvazi onun cehaletinden yararlanmak için uzmanlığını bahane eder. Uzmanın dar uzmanlık alanı dışında hiç birşeyden anlamaması tercih sebebidir. Oysa, toplumsal gerçeklik bir bütündür ve ancak farklı veçhelerden ve belirleyiciliklerin diyalektik bütünlüğü olarak anlaşılabilir.
Ormanı göremeyen "uzmanlar"
Son dönemde uzmanın uzmanlığının nasıl bir araç olarak kullanıldığına dair sayısız örnekler ortaya çıktı. Irak'a yönelik emperyalist saldırının tartışılması için çok sayıda uzman bir televizyon stüdyosunda toplanıyor ve her biri uzmanlığını konuşturuyor. Fakat bütün bu uzmaların ortak bir özelliği var: Ağacı görüyorlar da ormanı görmüyorlar. Zaten ormanı gören ne uzman sayılırdı ne de "sayın seyircilerin huzuruna çıkarılırdı.
Uzman işin esasından haberdar olmayacak ki, saatlerce sayın seyircilere maval okusun... Uzman olarak ya da danışman olarak görüşüne başvurulanlar esas itibariyle ideolojik bulanıklık yaratma işlevine koşulanlardır. Yalanı sıradan birine söyletseniz pek ilgi görmez de konunun uzmanına söylettiğinizde insanları ikna etmek kolaylaşır.
Fakat uzmanların yegane zaafı sadece sosyal realitenin dar bir alanı hakkında bilgi sahibi olmaları bu yüzden de dünyadan haberdar olmamaları değildir. Bir de beyinleri Avrupa merkezli ideoloji tarafından dağlanmış durumdadır.
Taşıdıkları bilinç sömürge bilincidir... Emperyalist güç odaklarının buradaki taşeronudurlar... Gerçek durum böyledir ama o uzmanlar burunlarından kıl aldırmazlar... Dünya'ya ve kendi gerçekliklerine sömürgeci-emperyalistlerin gözüyle bakarlar.
Birilerini başkalarını aldatmak için kullanabilmeniz için önce aldatanın bizzat kendisinin aldanmış olması gerekir. Adamın kafası bulanık olacak ki, başkalarının kafasını bulandırabilsin. Bu yüzden egemenler için uzmanın önemi büyüktür.
Sisteme uygun kafalar nasıl yetiştirilir?
Kolaylıkla uzmanlık payesi dağıtırlar, bir adamın isminin önüne ne kadar çok unvan gelirse o kadar tercih sebebidir. Üniversite diploması bir başlangıçtır. Onu doktora izler, sonra doçentlik gelir, onu profesörlük ve gerektiğinde ordinaryüs profesörlük izler.
Bütün bunlar yetmiyorsa Nobel ödülü imdada yetişir. Rütbe ne kadar yüksekse yalanın inandırıcılığı ve kafa bulandırma gücü de o oranda yüksek demektir.
Uzmanlara dikkat ederseniz içlerinde kapitalizm, emperyalizm, hegemonya, vb. hakkında hiçbir fikre sahip değillerdir. Zaten uzman konuşmaya başladığında kendini ele veriyor. Emperyalist bir saldırı karşısında tarafsız uzman ve gözlemci rolü üstlendiğinde işi bitiyor. Velhasıl etik sınavında çakıyor. Uzman dünyaya saldırganın gözüyle bakmasaydı, güç ve iktidar sahiplerinin borusunu öttürmeseydi, ne uzman sayılır ne de sayısız ünvanlarla donatılırdı ne uzmanlar sürüsüne dahil edilirdi ve fikri sorulurdu...
Önce kendini o konuda kanıtlaması gerekir ki, "değerli bilgisine" başvurulabilsin. Bu uzaman danışman, kapitalizm hakkında ve kapitalizmin neden ve nasıl emperyalizmi yaratmak zorunda olduğunu, emperyalizmin savaşsız, hegemonyanın da düşmansız yapamayacağını, bunların sistemin özünde içerilmiş eğilimler ve kötülükler olduğunu söyleseydi de hâlâ görüşüne başvurulur muydu? Elbette at sahibine göre kişneyecektir.
İnsani yardım demagojisi
Adam malını iyi bilir ve öyle işe siyaset, ideoloji, vb. karıştıracak olanın görüşüne asla başvurulmaz. Sadece görüşüne başvurulmamakla kalmaz, işe ideoloji ve politika karıştırdığı "tarafsız bilimden saptığı" ileri sürülerek bir de suçlanır. Bu durum kuş beyinli uzmana neden diplomalar, sayısız unvanlar verildiğini de açıklar. Uzman, sömürü ve yağma düzeninin meşrulaştırılmasında rol alır ve sunduğu bu değerli hizmet karşılığında da ödüllendirilir... Egemenlerin egemenliği kafaların bulandırılabildiği durumda mümkündür ve kalıcı olabilir. Bu yüzden "konunun uzmanı" önemlidir...
Burjuva uygarlığının ikiyüzlülüğünü gösteren şeylerden biri de "insânî yardım" retoriğinde görülüyor. Bunun en çarpıcı örneğini şimdilerde Irak'a yönelik emperyalist saldırıda görmek mümkündür. Söz konusu olan haksız, mantıksız bir saldırı, tam bir vahşettir.
Saldırganların bir de saldırılarına ad koyma alışkanlıkları var: "Şok ve dehşet" gibi... Aslında burjuva uygarlığı tam bir vahşet uygarlığıdır. Hiçbir etik, insânî kaygının söz konusu olmadığı bir sistemdir bu. Kapitalizmin kendinden önceki uygarlıklardan ayrıldığı önemli yanlardan biri, onun bir etiğinin olmayışıdır.
Yegane amacın sömürü, yağma ve talan olduğu, geçerli en temel ilkenin de "iş bitirmek" olduğu bir uygarlığın neden bir etikinin olmadığı, olmaması gerektiğini burada tartışacak değilim. Burada sadece bir ikiyüzlülüğe dikkat çekmek istiyorum.
Her şey apaçık ortada. ABD, vasalı İngiltere'yi de yedeğine alarak Irak halkına yönelik bir vahşet operasyonu, bir katliam hareketi başlatıyor.
İnsanları öldürüyor, evlerini yıkıyor, su şebekelerini bombalayıp suyunu zehirliyor, onları susuz bırakıyor, yiyecek stoklarını bombalayıp aç bırakıyor, insanları korkuya ve dehşete boğuyor, esir ediyor, aşağılıyor, savunmasız insanları hunharca öldürüyor, yaralıların tedavisi için gerekli ilaç ve aracı yok ediyor, toprağını, suyunu, havasını kirletiyor, tarihi dokuyu küstahça tahrip ediyor, koskoca bir toplumun geleceğini karartıyor, velhasıl insan vicdanını yaralayıp paramparça eden bir vahşet tablosu ortaya çıkarıyor...
Bütün bunların arkasından da "insânî yardım" söylemi devreye sokuluyor... Emperyalizmin ve onun uzantısı komprador rejimin hizmetindeki büyük medya durmadan hangi saldırganın ne kadar insânî yardım yapacağının dökümünü vermekle meşgul... ABD şu kadar milyon dolar, İspanya şu kadar milyon euro, İngiltere şu kadar milyon sterlin, vb...
Vahşetin failleri insani yardım yapacak
Bunca vahşetin, böylesi bir barbarlığın failleri neden bir de şu "insânî yardım" söylemini dillerine doluyorlar? Yapılanlar baştan sona insanlığın inkârı iken neden insânî yardım"?
Gazete ve televizyonlarda uzun uzun insânî yardım taşıyan gemilerin yaklaşmakta olduğu haberini veriliyor... Aslında söz konusu olan bir tuzaktır ve amaç vahşetin üstünü örtmektir. Böylece yapılanın ve yapılmak istenenin üstü örtülmek, ideolojik bulanıklık ve mistifikasyon yaratılmak isteniyor. Sorunun neden ve nasılının tartışılmasının önü kesilmek isteniyor.
Aslında iyilikçililik" söylemi kötülüklerinin kaynağına inilmesinin önünü kesmek için kurulmuş bir tuzaktır ve tam da burjuva uygarlığının nesebine uygundur. "İyilikçilik" söylemi vahşeti meşrulaştırıyor ama ideolojik kölelik de insanların zokayı yutmasını kolaylaştırıyor.
George Bush'un ve onların ABD'sinin gerçekten insânî kaygılar taşıdığını, bu amaçla hareket ettiğini düşünmek ne demektir? Herhalde bir şeyi olmadığı yerde aramak demektir... Oysa şu insânî yardım dedikleri lânet olası tam da vahşetin bir parçasıdır. Vahşeti tamamlayan şeye insânî yardım diyorlar ve insanlar da buna inanıyor. Sorun eninde sonunda hep aynı şeye varıyor: İdeolojik kölelik... İdeolojik kölelikten kurtulmanın önkoşullarından biri de uzman sultasından kurtulmaya bağlı ama hepsini önceleyen bir şey var: Soru sormayı öğrenmek....(NK/BB)
* ozguruniversite.org sitesinden alınan yazıdaki ara başlık ve vurgular Bianet'e aittir.