Böyle düşündüm, Tekirdağ-Barbaros Limanı'ndan kalkan ve Marmara Adası'na giden arabavapurunda çocuklarını hırpalayan annelere, babalara, teyzeler, dayılara, büyük amcalara bakarak.
Giderek bir "çocuk işkencehanesi"ne dönüşüyordu vapur. Küçük kız çocuğu düşüp başını çarptığı için tokat yiyor, tokadı yiyince ağladığı için bu kez bir kez daha vuruluyor.
Diğer bir çocuk ondan ilham alıp mızırdanmaya başlayınca o da alıyor payını. Öteki bebek neredeyse boynu kırılacak şiddetle sarsılarak susturulmaya çalışılıyor.
Karada, düğün arabasının önünü kesen küçük çocuklar arabadan hususi bu iş için çıkan damat tarafından öldüresiye dövülüyor, arabanın içinde bu adamdan çocuk yapacak bir gelin oturuyor övünçle ve bir millet böyle böyle büyütülüyordu... Ve muhakkak bu insanlar Lübnan'daki çocukları görünce ağlıyorlardı... Kendi çocuklarının Beyrut'una kör...
Genç Beyrut
Bu memleketteki çocukların bir Beyrut'u var. Sonra büyüdüklerinde gençlerin başka ve daha büyük bir Beyrut'u. Düşünmemesi, konuşmaması, daha çok "gençlere göre" cep telefonuyla konuşması ve daha çok "genç kredi" kartı kullanması gerekiyor Beyrut'undaki gençlerin.
İnsanı nefessiz bırakan bir taşra kasavetiyle ezilmeleri, babaları gibi oluncaya kadar ezilmeleri gerekiyor. Oysa, Radikal'in gençlik ekine bakıyorum. Onlarca genç, yeryüzüne, ülkesine ilişkin cümle kuruyor ve kurmak istiyor. Düşünmeyince, bilmeyince daha mutlu olacaklarına dair gürültülü bir propagandayla tepelerinde tepinen reklamlara, yaşam kültürüne inat, ellerine sağlık!- yazıyorlar.
Onlar büyüyecek ve onlarla birlikte büyüyecek bu toprağın Beyrut'u. Terörle Mücadele Yasası'nı tanıyacaklar. Özgür Gündem gazetesini kapattıran, Elif Şafak'ı, Perihan Mağden'i, cezaevlerinde tek kişilik hücrelerde eritilen başkalarını susturmaya çalışan, "herkes gibi konuşturmaya" çalışan yasaları tanıyacaklar.
Hukukçu Cumhurbaşkanı bile reddederken, kimse istemezken bir yasanın bir ülkeyi belinden biçebileceğini görecekler. Duman çıkmayan bir Beyrut bu, için için yanan. Denizine benzeyen Karadeniz insanlarının fındık için ve fındıkla yanması gibi, isyan ettikleri için çocuk gibi azarlanınca yandıkları gibi için için.
İsrail'imiz bizim
Bursasporlu esnafın linç etmeye çalıştığı "insansever" insanların yandığı gibi önceki gün... Bugün Avukat Behiç Aşçı'nın tek başına ölüm orucuna yatması gibi F tipi hücrelere karşı... Daha önceki günlerde işkence gören altı yaşındaki Diyarbakırlı çocuklar gibi...
Ne çok İsrail var bu ülkede, ne çok Beyrutlu çocuk... Ne fena bir Beyrut bu bizimkisi. Ateşkesi Lübnan'ınkinden daha imkansız. Ateşi İsrail'inkinden daha zalim. Ne çok İsrail'iz biz birbirimize... Bizim Beyrut'umuz, doğar doğmaz başlayan, bir türlü sonu gelmeyen bir ülke.
Ve hâlâ "Ülkeyi ve dünyayı bilmeyince daha mutlu olursunuz" diyor reklamlar.
Ah! Bizi yanıttılar. Bak. Bilmeyince de mutlu değiliz. Daha çok cep telefonuyla konuşuyoruz, daha büyük indirimlerle, ama artık hiçbir şey diyemiyoruz. Daha çok kredi kartı kullanıyoruz. Fakat bak, hiçbir şeye sahip olamıyoruz. Giderek daha çok işgal ediyor İsrail'imiz bizi. Biz giderek çok Beyrut'uz...
Mühim not: 12 Ağustos Cumartesi günü, saat 13.00, Taksim Tramvay Durağı'ndan Galatasaray Lisesi'ne kadar ellerde Gündem gazetesiyle yürüyüş yapılacak. Yürüyüş iyidir, nefes açar! (ET/TK)
* Ece Temelkuran'ın yazısı, 9 Ağustos'ta Milliyet gazetesinde yayınlandı.