Fotoğraf: Anadolu Ajansı
*ABD çok açık bir şekilde Erdoğan özelinde Türkiye’yi ortak çıkarların bulunduğu bir partner olarak görmüyor.
*İsveç de Finlandiya gibi bu memorandum ile ilgili herhangi bir yükümlülüğün altına girmedi.
Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasındaki Madrid Memorandumu ne anlama geliyor. İvme Hareketi'nden Siyaset Bilimci Burak Yıldırım, bianet'in sorularını yanıtladı.
Madrid Zirvesi, aslında Avrupa’nın AB özelinde NATO ve ABD’den bağımsız bir savunma planının tamamen ortadan kalktığının tescili olan bir zirveydi.
Avrupa bir süredir ‘’rotasından’’ çıkıp ABD’den ayrı bir güvenlik stratejisi oluşturmayı konuşuyordu.
Hatta Brexit’ten sonra AB’nin tek nükleer gücü olarak kalan Fransa'nın önderliğinde müşterek bir Avrupa ordusu ile ilgili belli
Ne olmuştu?İspanya'nın başkenti Madrid'de AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, İsveç Başbakanı Magdalena Andersson ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'le gerçekleştirilen dörtlü görüşmenin ardından Ortak Bildiri imzalandı. Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, NATO Liderler Zirvesi'nin ilk gününün ardından (29 Haziran) gazetecilerin sorularını yanıtladı ve imzalanan bildiride "aslında hiçbir şeyin değişmediği"ni vurguladı. |
girişimlerde de bulunuldu.
Bunun en somut örneği Fransa-Yunanistan arasında doğrudan Türkiye'yi hedef alan bir karşılıklı güvenlik anlaşmasının geçen sene imzalanmasaydı.
En nihayetinde dünyanın içinde bulunduğu gerçeklik bu girişimi boşa çıkarsa da teknik açıdan da mümkün olmayan bir projeydi bu. Avrupa Merkez Bankası bileşenlerinin böyle bir orduyu finance etme konusunda mutabık kalması imkansız. Fransa da tüm üye ülkelerin silahlanmasını ve korunmasını sağlayacak kapasiteye sahip değil.
Dahası hiçbir Romen veya Hırvat’ın ordularını Fransa’nın kontrolüne vermeleri için geçerli bir motivasyon kaynakları da yok. Özetle Avrupa’nın rotasına geri döndüğü ve asıl genişlemesini gerçekleştirdiği bir zirve olarak yorumlanmalı Madrid zirvesi.
"Bağlayıcılığı yok"
İsveç, Finlandiya ve Türkiye arasındaki yeni protokol ne anlama geliyor?
Protokolün hem Türkçe hem de İngilizce versiyonlarını incelediğimizde ilk karşımıza çıkan şey bir denetleme-uygulama mekanizmasının olmaması; temenni niteliğindeki ifadeler ve bunların muğlaklığı bir kenara, Türk delegasyonunun hazırlayacağı bir memorandum bile aynı metodolojiyle imzalanmış olsaydı hiçbir yaptırım mekanizmasının olmaması o metni de ‘’karşılıksız’’ olarak tanımlardı..
Protokol bağlayıcılığı olmayan ve tüm tarafların iç kamuoyuna pazarlayabileceği şekilde özellikle tasarlanmış. Haliyle Türkiye’nin en somut talepleriyle ilgili olarak herhangi bir karşılık bulunmuyor. Diğer yandan İsveç ve Finlandiya’nın yasama sistemleri de Türkiye ile imzalanan bir memoranduma bağlı olarak kökten bir dönüşüm gerçekleştiremez.
Bu konuda memorandumda da Avrupa İade Sözleşmesi’ne doğrudan atıf var. Gerek Fin gerek İsveçli diplomatlar ve hükümet üyeleri de mevcut hukuki prosedürün değişmeyeceğini iç kamuoyuna açıkladılar.
Bununla birlikte İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği için hala TBMM onayına ihtiyaç var ve bir erken seçim ve bugünkünden farklı bir meclis aritmetiği farklı senaryoları mümkün kılabilir. AKP-MHP ittifakının muhalefette kalmaları halinde mecliste bu üyeliklerle ilgili karşıt oy kullanması mümkün. Buna benzer senaryolar çoğaltılabilir.
"Uzun vadede Türkiye lehine değil"
Bu uzlaşı, "terörle mücadele" konusunda Türkiye'nin beklentilerine yanıt veren iki İskandinav ülkesine NATO üyeliğinin yolunu açtı ve Madrid Zirvesi açısından önemli bir başarı olarak değerlendirildi. Sizce bu Türkiye açısından gerçek bir başarı mı? Yoksa Türkiye zirveden eli boş mu döndü aslında?
İsveç ve Finlandiya PKK’yı zaten terör örgütü olarak tanımlıyordu, hatta İsveç Palme suikastı ile ilgili olarak bunu ilk tanıyan ülkelerden biri. Bu konuda hukuki prosedürlerde bir değişiklik olmayacak.
Bununla birlikte PYD-YPG ve FETÖ farklı maddelerde atıf almış, PKK ile aynı maddede tanımlanmamış olmaları bu örgütlerin İsveç ve Finlandiya için hala terör örgütü olarak tanımlanmadığı anlamına geliyor.
Hatta metinde ‘’Türkiye’nin FETÖ olarak tanımladığı’’ minvalinde ayrı bir ifade kullanılmış. Yani metin üzerinden konuşacak olursak bir kazanımdan bahsetmek mümkün değil ki Türkiye AKP iktidarında 6. Kez veto gücüyle ilgili kazanım elde edemedi. 4 önemli genişleme ve Fransa’nın askeri kanada dönüşü esnasında da Türkiye karşısına çıkan fırsatları hiçbir şekilde değerlendirememişti. Ab üyeliği, Kıbrıs meselesi, PKK, Gümrük Birliği revizyonu ve vize serbestisi gibi başlıklarda daha önce de bu tür memorandumlar imzalanmıştı ancak Türkiye lehine lanse edilen hiçbir madde uygulamaya konulmadı.
Son olarak Madrid zirvesine Kıbrıs’ı temsilen Rum tarafı çağrılmış ve resmi olmayan yemekte ilgili temsilci de bulunmuştur. Bu zamana kadar Türkiye’nin tutumu bu tür girişimleri hep engellemek yönündeydi ancak Madrid zirvesiyle ilgili bu konuda net bir başarısızlık da söz konusu. Dahası Rum temsilcisinin Erdoğan ile yan yana pozları da özenle servis edildi. Bu tür girişimlerin maksadı ve orta vadedeki sonuçları kesinlikle Türkiye lehine değildir.
"Finlandiya için bir anlamı yok"
Bu protokol Finlandiya açısından ne anlama geliyor?
Bu protokolün Finlandiya ile ilgili hiçbir anlamı yok ancak Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen Finlandiya’nın bu tutumunu değiştireceğini düşünebiliriz.
Yine İsveç açısından ne anlama geliyor?
İsveç de Finlandiya gibi bu memorandum ile ilgili herhangi bir yükümlülüğün altına girmedi. Silah ihracatı ve alt system ambargolarının kalkmış olması ise orta vadede Türkiye adına bazı projeleri daha mümkün hale getirebilir. Ambargo olmasa da İsveç ihracat yapmak istemezse çeşitli yöntemlerle bu tür satışları yine engeller.
İki ülke neden şimdi NATO’nun üyesi olmak istedi?
Ukrayna’nın işgal girişimi askeri açıdan Çeçenistan Savaşı kadar önemli bir yerde. Her ne kadar Rus ordusunun taktik açıdan yüzlerce zaafiyetinin olduğu ortaya çıkmış olsa da Avrupa’nın güvenlik mimarisinin bir karşılığının olmadığı da Fransa ve Almanya’nın Rusya ile ayrı yürüttüğü müzakerelerle ortaya çıktı.
İsveç ve Finlandiya siyaseten dahil oldukları kutba askeri olarak da dahil olmak zorunda hissettiler. En nihayetinde Kuzey Kutbu ile ilgili yakın gelecekte hem ticaret yolları hem de doğal kaynaklar başlıklarında Rusya ve İsveç-Finlandiya arasında önemli sorunlar meydana gelecek. Kanada bu potansiyel tehditle ilgili donanmasını büyütürken Rusya da nükleer gemiler inşa ediyor. Diğer tüm bölgesel sorunlar çözülse bile Kuzey Kutbu meselesi aşılması güç zorluklar barındırıyor ki bu bölgeye Çin de Rusya üzerinden müdahil.
Asıl merak edilen İsveç, Türkiye’ye “örgüt üeyelerini” iade eder mi? Ederse bu ne anlama gelir?
Bu soruyu uzun uzun da açıklamak mümkün ancak başka bir soruyla karşılık verelim; İsveç terör örgütü üyelerini Türkiye’ye iade etmezse ne olur? Türkiye buna karşılık nasıl bir adım atabilir?
Memorandum imzalamanın ötesinden atabileceği adım var mı? Sorunun temelinde Türkiye’de terörün ve terör örgütü üyeliğinin oldukça geniş ve muğlak bir tanımının olması yatıyor.
Hukuki süreçlerin kontrolünün iktidar erkinde olması da başka bir sorun. Sadece bu iki temel gerçeklik üzerinden tüm iade talepleri reddedilebiliniyor.
Ortada çok taraflı bir suç var ancak yargılama kısmı o kadar kötü yapılıyor ki iade talepleriyle birlikte gönderilen dosyalar ne İsveç’te ne Finlandiya’da ne de başka bir ülkede uygun bulunmuyor.
Türkiye’nin kamu diplomasisi alanında da hiçbir olumlu karşılığının bulunmaması Türkiye’yi haklı olduğunda bile yalnızlığa itiyor.
Türkiye gücünü test etti ve uluslararası diplomasi de halen daha etkili bir aktör diyebilir miyiz?
Etkili aktör tanımını karşılayan verilere sahip değil Türkiye. Bu ekonomik kırılganlık ve siyasi yalnızlıkla sesi çok çıkan ama kimsenin dönüp ilgilenmediği ve rahatsız edici bulduğu bir çocuktan farkı yok.
Türkiye açısından sizce başarılı bir diplomasi mi yürütüldü?
Türkiye bu süreçte somut bir kazanım elde etseydi başarılı bir diplomasi yürütüldüğünden bahsedebilirdik. Türkiye bu müzakere sürecinde Batı ile ilgili tüm sorunlarını çözemezdi elbette ancak belli kazanımlar da mümkündü.
Mesela Türkiye’nin onayı PESCO üyeliği şartına bağlı olabilirdi, yakın gelecekte Yunanistan ve Rum temsilcileri Türkiye’yi bu noktada tamamen engelleyecekler. Açıklanan maddelerle ilgili bir yaptırım mekanizması ve takvim ilan edilebilirdi. İade başvuru dosyalarının referans numaraları eklenebilirdi.
İsveç Türkiye’yi Tempest projesine davet edebilirdi. İsveç ve Finlandiya Türkiye’den vize başvurularında kolaylık sağlayacak bir prosedür ilan edebilirdi. Bunlar gibi kazanımlar mümkündü ancak ortadaki tabloda en azından ben hiçbir şey göremiyorum.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?
Bu süreçle ilgili olarak Erdoğan’ın Biden ile görüşme talebi ve F-16 meselesi de konuşuldu. Ancak Biden ve ABD yönetimi müzakere sürecinde oldukça net bir tavır ortaya koydular.
Biden ekibi ‘’eğer Türkiye İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine onay vereceğini taahhüt ederse bir görüşmeden bahsedilebilir’’ şeklinde kasıtlı bilgi sızdırdılar ve görüşme de bu şartın yerine getirilmesiyle mümkün oldu. ABD çok açık bir şekilde Erdoğan özelinde Türkiye’yi ortak çıkarların bulunduğu bir partner olarak görmüyor.
Miçotakis gibi son derece başarısız bir liderin senatoda ayakta alkışlanan bir konuşma yaptığı dönemde Erdoğan’ın taviz vermeden Biden ile görüşememesi Türkiye adına oturup üzerinde düşünülmesi gereken sorun miktarıyla ilgili de fikir veriyor.
TIKLAYIN - Erdoğan'ın koşullarıyla NATO'ya katılmak İsveçli sosyal demokratları böldü
(EMK)