Türkiye'de konuşulan bütün diller adına çalışan sivil toplum örgütlenmeleri, kurumları ve yapıları tek bir ağ içinde toplayan Dil Hakları İzleme Belgeleme ve Raporlama Ağı (DHİBRA), anadili alanında hem kazanımları hem de ihlalleri bir arada toplayıp raporlamayı hedefliyor.
Ağın bileşenleri arasında Türkiye Kültürleri Araştırma Gruba ve Bianet'in yanı sıra; Aramyan Okulundan Yetişenler Derneği (Ermenice), Arap Alevi Gençlik Meclisleri (Arapça), Avesta Yayınevi (Kürtçe), Avlaremoz Platformu (Ladino), Gazete Sabro (Süryanice), Gor Hemşin Kültür Dil Tarih Dergisi (Hemşince), Gürcü Dil Merkezi (Gürcüce), İsmail Beşikci Vakfı (Kürtçe), İstanbul Kafkas Kültür Derneği (Çerkes dilleri), İstos Yayınevi (Rumca), Jıneps Gazetesi (Çerkes dilleri), Laz Kültür Derneği (Lazca), Süryani Dernekleri Federasyonu (Süryanice), Vejiyaişê Tiji (Zazaca), Heyamola Yayınevi (Romeyika) gibi aktörler de bulunuyor.
Dilsel çoğulluk hakkında çalışan ve farklı alanlarda faaliyet yürüten 40 kurum, imzaladıkları bildiriyle, yeni kazanımlar için herkesi mücadele etmeye çağırıyor. Bu anlamda önemli bir açığı da kapatmayı amaçlıyor.
DHİBRA, 40 bileşeni, 20 Şubat 2020'de İstanbul ODTÜ Mezunlar Derneği'nde bir basın toplantısı düzenledi.
DHİBRA'nın kuruluş ve çalışma alanlarını Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü'nden Prof. Bülent Bilmez anlattı.
Ağ, Türkiye'de farklı kültürel grupların bir arada yaşamasına rağmen bunlar hakkında yeterince çalışma yapılmamış olması, akademinin bu konulara uzak durması, akademi dışında çalışanların da her birinin kendi dünyasında çalışıyor olmasından hareketle kuruldu. "Bu bir gereklilikti" diye ekliyor Bilmez.
Türkiye gibi kültürel çeşitliliğin ve çoğulluğun yoğun olduğu bir ülkede bu konuda bilgi eksikliğinin çok fazla olduğu görüşünde Bülent Bilmez.
"İki eğitim projesi gerçekleştirdik. Bu eğitimler sırasında iki, üç şey özellikle öne çıktı. Biri kültürel çoğulluğun merkezinde dilin olduğuydu; diğeri de kurduğumuz ağın, DHİBRA'nın ne kadar elzem olduğu yönündeydi. Herkesin kendi dünyasında yaşadığı, neredeyse kimsenin birbirinden haberdar olmadığı gibi bir durum çıktı ortaya ve bunun aşılması için bu ağ hayati önem taşıyor."
"Kültürel çeşitlilik ya da kültürel çoğunluk dediğimiz şeyin aslında merkezinde gerçekten dil oturuyor" diyen Bülent Bilmez, var olan çeşitliliğin, çoğulluğun büyük bir kısmının dilsel farklılıklar, dilsel çeşitlilikler üzerine kurulu olduğunu aktarıyor.
"Sadece ihlallere değil, kazanımlara da odaklanacağız"
Eğitim projelerinin sonunda iki sergi ve dil hakları izleme çalıştayları yapılmış. Yıllarca kurulan ilişki ağlarından hareketle, kendi anadilleri için mücadele eden insanları davet ederek bitmiş bir proje veya metinle değil kafalarındaki sorularla ve açık önerilerle gitmişler. Çünkü katılımcı olması gerektiğine inandıkları bu yolda her şeyi beraber pişirmek niyetinde olduklarını söylüyor Bilmez.
"DHİBRA'nın çalışmaları çığır açıcı olabilir bence. Sadece şikayet üzerinden değil, kazanımlara sahip çıkılması noktasında da önemli olacak."
Bu bağlamda Türkiye'deki dil haklarıyla ilgili, hak ihlallerinin yanı sıra kazanımlarıyla ilgili pozitif gelişmeleri de izleyen, bilgileri toplayan, derleyen, belgeleyen ve dönem dönem raporlayan bir çalışma yapmaya karar veriyorlar.
"Bunun böyle bir ağ üzerinden gitmesi kapsamı genişletecektir. Çünkü tek bir oluşumun bütün dilleri takip etmesi çok zor olacaktı. Herhangi bir konuda hata yapmamak için bizzat o dilin çalışanıyla, uzmanıyla ve konuşanıyla birlikte yola çıkmak bizim için müthiş bir kazanım.
"Ağ olarak ana çalışma noktamız, anadiline saygı, anadilleriyle ilgili duyarlılığa çağrı. Ayrıca bunun bir zenginlik olduğunun kabulü ve aslında barış içerisinde bir arada yaşamanın garantisi olduğunun görünmesi. Bir de bütün olarak tabi ki hayatın her tarafındaki çoğulluğun kabulü ve çoğulculuğun savunulması..."
"Ve tabi tüm bu izleme, belgeleme ve raporlama çalışmalarının bir adım ötesinde hak savunuculuğu da var. Bir yasa önerisi sunmak ya da halihazırda olan bir yasa üzerinden gerekli müdahalede bulunabilmek de ileride çalışma alanları içinde olabilir DHİBRA'nın. Aynı şekilde mevcut yasalar ve mevzuata göre mevcut olan kazanılmış hakların savunulması ve en iyi şekilde hayata geçirilmesi de önemli." Şu an için önlerinde gelecek yıl için seçmeli anadili derslerinin daha yaygın bir şekilde seçilmesini ve daha iyi bir uygulama için olanakların artırılmasını amaçlayan ortak bir kampanya var.
"Anadili dersleri sahipsiz bırakılıyor"
Söz konusu seçmeli anadili dersleri yani "Yaşayan Diller ve Lehçeler" dersi ile ilgili olarak da insanların verilmiş bir olanağa yeteri kadar sahip çıkmamasının çok vahim olduğunu aktarıyor:
"Bu derslere giren öğretmenlerin de söylediği gibi gerçekten yeterince sahip çıkılmıyor. Türkiye'de hak mücadelesi maalesef çok fazla ihlaller, kayıplar hakkında şikâyet ve protestolar ile sınırlı oluyor. Yani ortada bir kazanım var, o kazanımın en iyi şekilde kullanılması için çaba harcamak yerine onun ne kadar eksik olduğu ne kadar sorunlu olduğu üzerinden tartışmalar ile yetiniliyor. Söz konusu hakkı zaten büyük gönülsüzlükle veren merciler de ilgi yetersizliğini gerçekçe olarak kullanarak 'gördünüz mü iddia edilen hakkın talebi, karşılığı yok' diyor. Birçok milliyetçi de 'ya abartıp duruyorsunuz aslında kimsenin öyle bir talebi yok' diyebiliyor. Bunun üzerine 'bu devletten başka ne beklenir ki' diyen muhalifler başta olmak üzere hak savunucuları da aslen kendisini haklı çıkarmaya çalışıyor. Sonuçta herkes haklı olmanın gururunu yaşıyor, ama olan anadillerine oluyor, asıl kaybeden dil oluyor!"
Dil hakkı mücadelesi verenlerin kendi kafalarında tanımladıkları bir anadiline sahip çıkarken yanı başında farklı anadilleri için mücadele verenlerle kurdukları bir tür siyasi, çıkarcı ilişki nedeniyle anadili hakkının ihlalcisi konumuna gelebildiği görüşünde Prof. Dr. Bülent Bilmez. Ama bunun çok daha derinlikli bir mesele olduğunun da altını çiziyor:
"Sadece Türkiye için değil genelde ulus devlet inşa süreçlerinde çok iyi manipüle edilen bir mesele bu. Herhangi biri bir dilin savunucusu olarak ortaya çıkıyor ve o dilin sınırlarını standardını kendisi belirliyor."
"Anadili bireysel bir konu"
"Anadili" kavramının önemi özellikle, 'dil hakkı' değil de 'anadili hakkı' dendiği zaman daha net ortaya çıkıyor. Buradan hareketle anadilinin bireysel bir konu olduğu görüşünde Prof. Bilmez.
"Anadilinin kişisel bir boyutu var. Direkt evin içinde başlayan bir konu. Ve birileri geliyor diyor ki 'annenizin dili için ders kitabı hazırladık, o öyle söylenmez böyle söylenir, o cümle öyle kurulmaz.'"
Günümüzde çokdilliliğin yaygınlığına ve önemine dikkat çeken ve kendi anadili Zazaca olan Bilmez, diğer bir anadilinin de Türkçe olduğunu söylüyor ve aslında Türkçe'nin de sahipsiz olduğunu düşünüyor. Sözünü ettiği sahipsizlik, genelde milliyetçiler tarafından gündeme getirilen İngilizce veya Arapçanın Türkçe üzerindeki etkisi veya benzeri öz-Türkçeci iddialarla ile ilgili değil.
"Dil hakları söz konusu olduğunda hakkı en az savunulan dillerden biri Türkçe oluyor. Çünkü aslında bizzat Türkçeyi korumak ve geliştirmek için kurulan resmi ve sivil kurumlar ile Türkçe yayın yapan ana akım medya başta olmak üzere, birçok milliyetçi kurum, kuruluş veya birey, insanların yüzyıllardır anadili olarak konuştuğu Türkçeyi yanlış ilan ederek unutturmaya çalışıyor, uydurma devlet Türkçesini insanlara dayatıyor.
"Türkçeyi de efendilerinden kurtarmak gerek"
"Türkçeyi de efendilerinden kurtarmak gerek. Farklı gramer ve sözcük kullanımlarının hızla itibarsızlaştırılarak unutturulması bir yana, Türkiye'de devletin dayattığı Türkçeden halkın yüzyıllardır kullandığı sesler bile atıldı! Anadolu'yu gezelim, herhangi bir Türkolog çok iyi bilir ki Türkçede yüzyıllardır var olan birçok ses halen devam etmektedir. Kürtçede üç harfin; w x q'nun yasaklanması üzerinden bir hak mücadelesi veriliyor, kampanyalar düzenlendi biliyorsunuz. Ancak Kürtçede o sesleri karşılayacak harf yasaklanıyor sonuçta. Türkçede ise bizzat sesler resmi, yazılı veya standart dilden atıldı. O sesleri kullanmak aşağılanma, hor görülme gerekçesi oldu.
"Anneleriyle devleti birbirine karıştıran insanlar var"
Yani dedenizin dilindeki gibi 'qalx' diyemiyorsunuz, "kalk" diyorsunuz. Yoksa ilkel, gayri-medeni veya aynı anlama gelmek üzere 'köylü' sayılıyorsunuz. Bunu aşmak için en azından kamusal alanda bu sesleri kullanmaya çalışıyorsunuz. Bir tür aşağılık kompleksine dayalı bir gönüllülükle bunun bugün kabul edilmiş olması bu gerçekliği değiştirmiyor. Bu aşağılık kompleksinin bu insanlara verilmesi kendi başına çok büyük bir sorun. Birilerinin devletin dilini kendi anadilleriymiş gibi savunmalarının abesliğini görmeleri gerekiyor. Çünkü o devlet dilidir anne dili değil. Anneleriyle devleti birbirine karıştıran insanlar var yani." (AÖ)
Röportaj deşifresi: Eslem Kınay