Tartışma önemli. Bu nedenle kullandığımız her sözcüğün anlamı da önemli.
Özkök'ün bugün Türkiye'de kendi imzasını taşıyan gazetecilik anlayışını övmesi normal. Ama bunu yaparken de kaçınılmaz olarak, daha inandırıcı olabilmek amacıyla, geçmişteki gazetecilik anlayışını eleştirmesi hatta karalaması gerekiyor. Her halükarda bir kıyaslama yapıp, bugün savunduğu ve uyguladığı gazetecilik anlayışını olumlu göstermek durumunda. Bugünün olumlu olarak algılanabilmesi için, geçmişin olumsuzlanması gerekiyor.
Öncelikle, genellemelerden uzak durmak için, her dönem iyi ve kötü gazetecilik örneklerinin bulunduğunu saptayalım. Geçmişte iyi gazetecilik yapılıyordu bazı mekanlarda ve zamanlarda, bugün de bazı zemin ve zamanlarda iyi ya da kötü gazetecilik örneklerine rastlıyoruz.
Ama esas gerçek, gazeteciliğin 1980'lerden sonra önemli bir değişim sürecine girdiği.
Neye göre iyi, neye göre kötü?
İlk başta, iyi gazetecilik-kötü gazetecilik tanımlarının ölçütlerini belirlemek gerek. Özkök'ün iyi dediği gazetecilik nedir? Neresi, nasıl, neden iyidir? Bunları açıklaması gerekirdi.
Kuşku yok ki, bugünkü gazetecilik, Özkök açısından iyi bir gazeteciliktir. Çünkü kendisi çok büyük maaşlar karşılığında, çok satan bir gazetenin başındadır; işverenine karşı sorumlu olduğu için de, işvereninin çıkarlarını ve kendi liberal fikirlerini özgürce savunabiliyor. Değişen iktidarların propagandasını yapıyor. Bu yetmiyormuş gibi, eskiden yazılması-çizilmesi hem ayıp hem de haklı olarak fuzuli sayılan özel hayatını, lüks merakını da pervasızca "Pazar Yazısı" olarak yazıyor. Bugünkü özel çıkar gazeteciliğinin tipik bir temsilcisi olarak, Özkök'ün, gazeteciliğin özünde, teorisinde, doğasında, işlevinde ve muhtemelen 1970'lere kadar pratiğinde var olan kamu çıkarı gazeteciliğine saldırması da son derece doğal.
Gazetecilik ilk başta ve uzun süre, sessizlerin sesi olabilmek amacıyla yapıldı. "Gazetecilik iktidar ve mülk sahiplerini rahatsız etmeli, yoksullara da bilgi ve umut vermeli" derdi Harvard Üniversitesindeki Nieman gazetecilik okulunun eski müdürü Bill Kovach. (Elements of Journalism, başlıklı kitabının Türkçe çevirisi, ODTÜ yayınlarında yeni çıktı).
Gazetecilik 19. yüzyıl liberal teorisyenlerine göre, dördüncü kuvvet olarak, yasama-yürütme-yargı üçlüsüne karşı, kamunun gözleme-izleme-eleştirme-düzeltme mekanizması olarak yaşadı. Gazetecilik o zaman bir "karşı-iktidar" olarak gelişebiliyordu. Bugünkü egemen/yaygın gazetecilik ise mevcut siyasi-askeri-ideolojik-ekonomik ve mali iktidarın sözcüsü haline geldi. 80'lerden itibaren bütün dünyada medya mülkiyetinde meydana gelen değişikliklerle, büyük sanayi ya da ticaret holdingleri medya organlarının sahipleri oldu. Neo-liberalizmin iki sac ayağından biri borsa ise diğeri de medya oldu. Ben Bagdikian'ın 'Media Monopoly' başlıklı kitabı, bu süreci en iyi şekilde açıklayan ve tahlil eden çalışmadır.
Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) yaşı bugün 65'in üzerinde olan gazetecilerin sloganı "Back to the old values"dür, yani 'Eski değerlere geri dönelim'dir (*). Eski değerler, gazeteciliği bir iktidar aracı olarak değil, bir kamu hizmeti olarak değerlendirir. Eskiden hizmet edilmesi gereken esas kesim, holdingler ya da işverenler ya da müesses düzen değildi; okurdu, kamuydu özellikle de habere, bilgiye, fikre ihtiyacı olan yurttaşlardı.
Birkaç kıyaslama: Eski-yeni
Yurttaşların gazete ile gazeteleri ile ilişkilerine baktığımızda, zaman içinde önemli bir değişime tanık oluyoruz. 1960-70 öncesi, Türkçe'de, insanlar herhangi bir bilginin doğru olduğunu kanıtlamak ya da vurgulamak için "A öyle deme gazete yazmış!" derlerdi ve sadece bu önerme bile bir çok insanı kolaylıkla ikna edebilirdi. Bugün bu cümleyi kullandığınızda, gazetenin her yazdığının doğru olmadığını herkes bildiği için, size en fazla acı bir gülümseme ile karşılık verirler.
Gazetecilerin, gazete işverenlerinin toplum içindeki yeri ve itibarı konusunda yapılacak bir kıyaslama da önemli. Abdi İpekçi mi daha çok saygı uyandırırdı okurun gözünde, yoksa Ertuğrul Özkök mü? İpekçi, herhangi bir bakandan karton fabrikası için kredi istemiş miydi?
Ahmet Emin Yalman mı yoksa Aydın Doğan mı daha itibarlı ve güvenilir-inanılır bir şahsiyettir mesela? Yalman, POAŞ'daki vergi borcunu ödemişti değil mi ?
Tirajlara bakalım: Türkiye nüfusu itibarıyla, ayrıca da okur-yazar sayısının artışı da hesaba katıldığında, gazetelerin 60 öncesinde çok daha geniş bir okur kitlesine ulaştığını görüyoruz.
Hangi alanda ya da konuda kıyaslama yaparsak yapalım, gazeteciliğin medya öncesi konumunda -yani matbuat ve basın dönemlerinde- ve özel çıkar savunuculuğu yapmadığı geçmiş dönemlerin, her açıdan daha iyi olduğunu görebiliriz. Daha iyi idi, çünkü daha az iktidar yanlısı idi. Daha iyi idi, çünkü daha çok kamu yanlısı idi. Daha iyi idi, çünkü daha az özel çıkar savunucusu idi.
Davulcuyla zurnacı
Medyaya ilişkin tahlilleri, bu konuda herhangi bir uzmanlığı ve yetkinliği olmayan Llosa ya da Ekşi'nin yazdıklarıyla temellendirebilirsiniz. Ama bugün dünyada Columbia Journalism Review, American Journalism Review ya da Les Cahiers du Journalisme gibi, kendini kanıtlamış, referans kabul edilen akademik ve mesleki yayın organları, Llosa ve Ekşi'nin kahve sohbetlerini tekzip ediyor. Mesela Cahiers'nin 2006 Sonbahar tarihli 16. sayısının dosya konusu, "Médias Généralistes et idéal journalistique: la fin d'une époque" (Genelci Medya ve Gazetecilik İdeali: Bir dönemin sonu).
Genç Amerikalı patronlar gibi ayaklarını masanın üzerine uzatıp tele-konferansta Llosa'yı dinlerken fındık-fıstık atıştırmak kolaydır da, bir konuyla ilgili yazı yazmadan önce biraz literatür karıştırmak kimilerinin zoruna gidiyor anlaşılan. "Back to the scholar days!" Şimdiki gazetecilik nasıl olsa eskisinden daha iyi ya...
Özkök, yazısında birkaç kez nostalji sözcüğünü kullanıyor.(Hayret, bu kez doğru kullanmış bu yabancı sözcüğü! Zaten geçen gün de "osmose" sözcüğünü kullanıp, yanına parantez içinde Türkçesini ekledi. Oluyor oluyor...Eğitim şart!).
Ne var ki, ne 65 yaşın üzerindeki Amerikalı gazeteciler ne de ben, bu olumlu geçmişe özlem duyuyoruz. Ayrıca bugün ve gelecekte, bu olumlu geçmişin aynen, olduğu gibi gerçekleşmeyeceğini de biliyoruz. Kapıdan çıkanın topuğuna bakılmaz!
Mesleğe sahip çıkanlar, kamu çıkarını savunanlar, piyasa mekanizmalarına direnen akademisyenler, gazeteciler hatta okurlar, bugünkü olumsuz medya manzarasına karşı, bugünün ve yarının araçları, fikirleri, bilgi ve perspektifiyle mücadele ediyor.
Sadece alternatif medyadan, küreselleşme karşıtı medyadan söz etmiyorum. Mesela Yurttaş Gazeteciliğinden söz ediyorum. Özkök, bu tür konuları pek bilmez. Belki de anlaması için İngilizcesini yazmak gerek: Civic Journalism!
Hata mı yapıyorum acaba? Bir keresinde Özkök benzeri bir iş insanına rastlamıştım: "Ben hakiki bir sosyal-demokratım" demişti.
- Nasıl yani?
- E, ben demokrasiye çok önem veririm, sosyal hayatım da zengindir, her akşam bir resepsiyon, kokteyl, yemek filan, onun için hakiki sosyal-demokratım!
Şimdi Civic Journalism dedim diye sakın 'Şehir Haberciliği' ya da 'Medeni Gazetecilik' anlamasın?!
- E, biz Hürriyet'te her gün City News sayfası yapıyoruz...
- Hürriyet ve Doğan Yayın Grubu olarak biz çok medeniyiz. Medeni Kanuna da tamamen uyarız, sürekli olarak da serj pantolon ve Tweed ceketle dolaşırız yani...(RD/EÜ)