Ocak ayı içinde Margarita Papandreu, Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu Kadın Komitesi Başkanı Fotini Siyanu, Suriye-Arap Ligi Başkan Yardımcısı Omaima Rawasile ve Oxford Araştırma Grubu Başkanı Scilla Elsworthy ile birlikte Irak'a giden, orada Tarık Aziz, Naci Sabri, Petrol Bakanı ve bölge halkı ile görüşmeler yürüten gazeteci Zeynep Oral'ın Irak ile ilgili ilk izlenimleri böyle...
"İnsanlar bakışlarını size yönelttiğinde..."
Oral, Irak'ta tanık olduklarını anlatırken, bölgede Körfez Savaşı'ndan bu yana süren yoksulluğa, hastalıklara ve ölümlere dikkat çekiyor ama, onun vurgulamak istediği daha önemli birşey var: "Bölge halkının insanlık onuru çiğneniyor ve orada gözlerini yerden kaldırmadan konuşan insanlar bakışlarını size yönelttiklerinde siz başınızı eğmek zorunda kalıyorsunuz."
Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in öfkeli bakışları ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) karşıtı gösterilerde ellerinde tüfeklerle öfkeli sloganlar atan kadınlar Irak'la ilgili haber bültenlerinden zihnime kazınmış izlenimler.
Oysa ben Irak'ta yaşayan 26 milyon insanın varlığını biliyorum... Uluslararası insan hakları örgütlerinin raporları, Irak'ta ambargonun yol açtığı yoksulluk nedeniyle ölen yüzbinlerce çocuktan, giderek yoksullaşan bir halktan ve Amerika Birleşik Devletleri'nin savaş sırasında kullandığı silahların neden olduğu hastalıklardan bahsediyor.
"Savaşın iki tarafı olmalı"
Zeynep Oral da, işte bu insanları anlatıyor...İlk anlattıkları, sokaktaki insanın savaşa bakışıyla ilgili:
"Sokaktaki insanlar 'bu saldırı olmayacakmış gibi yaşamaya mecburuz' diyorlar ve 'savaş' sözünü ağzıma her alışımda hep bir ağızdan sözümü kesiyorlar: 'Savaşın iki tarafı olmalı. Oysa biz savaş istemiyoruz.'
Savaş ihtimalinden bahsettiğimde sözümü kesiyorlar ama, bir yandan da hazırlıklarını sürdürüyorlar: Savaşa dair tüm hazırlıkları, yiyecek depolamak. Sokaktaki Iraklıların tek çabası, beş aylık yiyeceklerini stoklayabilmek. Sohbetlerin başlıca konuları, "kaç aylık yiyecek stokladıkları" ve "içme sularını korumak için hangi yollara başvurdukları." İçme sularını temiz tutmak çok zor çünkü, ambargo nedeniyle gerekli maddeleri alamıyorlar."
"Daha fazla suç ortağı olmayacağım"
Ve sonra açlığa, Birleşmiş Milletler'in (BM) Irak'ta 12 yıldır uyguladığı ambargoya ve BM'de 30 yıl üst düzey görevlerde bulunduktan sonra "suç ortaklığına daha fazla dayanamayarak" istifa eden Denis Halliday'e geliyor sıra...
12 yıldır ambargo altında yaşayan Iraklılar yiyeceklerini "Yiyecek için Petrol" programı çerçevesinde, BM izniyle alabiliyor.
Halliday, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter Yardımcılığı görevini üstlenmiş, bu kurumda 30 yıl çalışmış, Irak'la kurum arasındaki ilişkileri sürdürmüş, "Gıda İçin Petrol" programının başında olup "suç ortaklığına daha fazla dayanamadığı için" tüm görevlerinden istifa etmişti.
Halliday'in sözleriyle, istifa gerekçesi şöyle:
"Körfez Savaşı'ndan sonra Irak açlığa mahkum edildi. Daha 1996'da Madeleine Albright, beş yüz bin çocuğun açlıktan öldüğünü söyledi ki, bu sayı gerçeklerin yanında düşük kalır. Irak'ta durum korkunçtu. 1996-1997'de Güvenlik Konseyi kararıyla 'Gıda İçin Petrol' programı kuruldu, başına ben geçtim. Ancak insan başına ayda 20 centlik bir hak tanıdılar. Irak'a geldim, durumu gördüm.
Bu program şöyle işliyordu:
Irak kendi petrolünü satıyor, alacağı para BM 661 sayılı komitenin New York hesabında yatıyor. Petrole karşılık ihtiyacı olan gıdayı alıyor ve halka dağıtıyor. Ama örneğin, Irak'a Fransa'dan yollanan iki gemi dolusu buğday kurtlu çıkmış, başka ülkelerden kullanılmayacak maddeler gelmiş, Irak'ın karşı çıkma, denetleme, geri çevirme olanağı yok.
Bu program çerçevesinde, yardım miktarını yükseltmek için çalıştım. Eski genel sekretere anlatamadım. Kofi Annan'a anlatamadım. Fransız, Rus, Çin Büyükelçilikleriyle görüştüm. Bağdat'ta hazırladığım raporları sundum. Onlar sorunu Güvenlik Konseyi'ne taşıdılar. Yıllık program parasını 4 milyar dolardan on milyar dolara çıkarttılar. Ancak yeterli değildi. Çünkü, Irak, petrol gelirinin ancak yüzde 53'ünü kullanabiliyor. Gerisini Kuveyt'e, İsrail'e savaş tazminatı olarak ödüyor ve, burada insanlar açlıktan ölüyor.
Sonunda, 1999'da BM'ye çıktım. BM ABD'den korkuyor dedim ve suç ortaklığına daha fazla dayanamadığım için istifa ettim."
Oral, Halliday'in yerine gelen Hans von Sponeck'in de 6 ay çalıştıktan sonra aynı gerekçeyle istifa ettiğini hatırlatıyor.
İnsanlık onuru çiğneniyor
Oral, Irak'taki yoksullaşmanın yanı sıra Iraklıların Körfez Savaşı'ndan sonra değişen yaşamlarını anlatabilmeyi istiyor en çok ve bunun için sayılara başvuruyor:
"Savaştan önce 32 Irak dinarı olan yüz dolar bugün 180 bin dinar oldu. Irak, BM raporlarına göre, 1990'da refah açısından dünyada 50. sıradaydı, 2000 yılında ise 126. sırada. 1990'dan önce gelişmiş bir sağlık sistemine sahipti. Bebek ve çocuk ölümleri dünya genelinin çok altındaydı. Bugün en yükseği."
"Silah denetçilerine teslim olduk"
Oral, "Irak'ta yetkili yetkisiz herkesin silah denetçilerine teslim olduğunu" belirtiyor önce ve Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz'in sözlerini aktarıyor:
"Biz diyaloğa her zaman hazırız. Bunu her zaman söyledik. Ben doksanlı yıllarda defalarca gittim ABD'ye, tek yetkiliyle, tek senatörle, eski dostlarım olanlarla bile görüşemedim. Biz diyaloğa hazırız ama, ABD ve İngiltere diyalogdan yana değil. Şimdi Irak, BM'nin 1441 sayılı kararı gereğince denetimcilerin her isteğine boyun eğiyor. Yaşamı kendimize kolaylaştırmak için, onlara da kolaylaştırıyoruz. Şimdilerde Irak'ta iki büro, iki merkez daha açmak istediler. Peki dedik. Musul ve Basra'da da açtılar. Her istediklerini yerine getiriyoruz."
"Fabrikanızı kendi ellerinizle yıktığınızda..."
Oral daha sonra, geçtiğimiz Kasım ayında İngiltere Başbakanı Blair'in Bush'a destek verdiği günlerden bir hatırlatma yapıyor:
"O dönemde Parlamento, Blair'in desteğinin gerekçelerini öğrenmek istedi. Blair de, Bağdat yakınındaki Darwa köyünde kitle imha silahlarının üretildiğini açıkladı. Darwa Köyü'nü görmek istediğimizde, rehberimiz orada şap hastalığına karşı aşı üretimi yapılan eski bir çiftlikten başka bir şey olmadığını söyledi. Israr ettik, gittik...
Tek katlı büyük bir bina. Binanın her yerine kameralar yerleştirilmiş. Borular büzüşmüş, her yer yıkık dökük. Binayı çevreleyen dört duvarın arası tam bir enkaz görünümünde. Biz orayı gezerken, uzun paltolu, beyaz saçlı, çok sakin, gözleri sürekli yerde konuşan yaşlı bir bey belirdi. Bize, öyküsünü anlattı;
'Şapa karşı üç çeşit ilaç üreten bir fabrikaydı burası. Ortadoğu'nun her yerine aşılarımızı ihraç ederdik. Bu fabrikayı 40 yıl önce kendi ellerimle kurdum, müdürlüğünü yürütüyordum. 100 kişi çalışıyordu burada. Ancak, 95 yılında yine kendi ellerimle yıktım. Şimdi buraya tavuk bağlasanız durmaz. Ve bu yıl yüzlerce hayvanımızı da şap hastalığı nedeniyle kendi ellerimizle öldürmek zorunda kaldık.Ancak, burada halen kimyasal silah ürettiğimiz iddia ediliyor. Ne diyeyim ki...'"
"Bırakın Irak yaşasın"
Zeynep Oral, Irak'ta 38 tane çok büyük sığınak olduğunu, ancak halkın sığınaklara gitmekten korktuğunu belirtiyor ve 1991 yılında Al Amirihe Sığınağı'nda yaşananları hatırlatıyor:
"91'de bir akıllı bomba Al Amirihe sığınağının havalandırma deliklerinden içeriye girdiğinde, içeride bulunan 408 kadın ve çocuk yaşamını yitirdi. Açıklama, 'yanlışlık yapıldığı' şeklinde. Amerikan askeri istihbaratı, sığınağı askeri üs sandığını açıkladı. Iraklı yetkililer bu sene, 'yanlışlık olmasın' diye tüm sığınakların yerlerini gösteren haritaları Amerikan istihbarat ve askeri birimlerine dağıtıyorlar. Al Amirihe Sığınağı'nı da barış müzesine dönüştürmeye hazırlanıyorlar. Sığınakta bir çocuğun el yazısıyla yazılmış "Bırakın Irak yaşasın" tabelası hala gözlerimin önünde."
Seyreltilmiş uranyum, çocukların kanı
Sığınaklar ve çocukları anlatırken sıra, Irak'taki hastanelerin çocuk hastalarına geliyor. Çünkü Irak'ta, ABD'nin silahlarında kullandığı seyreltilmiş uranyumdan etkilenmiş çok sayıda çocuk var. Ve güneydeki insanlarda kan kanseri çok yaygın.
Oral, BM ambargosu nedeniyle ilaç ve teçhizata ulaşamadıklarını, satın alınabilen ilaçların da ancak çocuklar için kullanıldığını yaşlıların tedavisinin ise "ertelendiğini" vurguluyor.
" ABD'nin silahlarından etkilenmiş çocuklar çocuğa benzemiyorlar. 3 yaşındaki Ömer'in yüzü ve bedeni tümörlerle doluydu. Başı bedeninden daha büyüktü. Görmeyen gözleri yüzünün dışındaydı. Aya, bir yaşında bile yoktu. Sanki iki başı vardı. Beyni, başının gerisindeki bir torbadaydı.
Güneydeki insanlarda kan kanseri de çok yaygın. Hastanede herkes ilaç bekliyor. Kemoterapi için gereken sekiz ilaçtan kimi zaman dördü, kimi zaman altısı bulunuyor.Ambargonun etkisi burada da hissediliyor. Öncelik çocuklara tanınıyor, yaşlılara ilaç ayrılamıyor."
Ve Oral, bu hastalıkların son bulmayacağını belirtiyor:
"Oysa füze başlıkları hala orada. Etkilenen çevrede suyu içmek, toprağa basmak, ağaçtaki meyveyi yemek, havayı solumak ölüm getiriyor. Füze başlıkları, uçuş yasağı nedeniyle temizlenemiyor."