HDP Ekoloji Komisyonu üyesi ve İstanbul eski milletvekili Prof. Dr. Beyza Üstün, bugün törenle temeli atılan Akkuyu Nükleer Santrali’yle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Santral projesinin enerji ihtiyacı ile ilgili olmadığını, farklı ülkelerden gelecek nükleer atıkların Türkiye coğrafyasına gömülmesi için hazırlık yapıldığını vurgulayan Üstün, bunu Danıştay’da açtıkları davalarda dile getirdiklerini belirtti.
Aralarında Ertuğrul Kürkçü, Sebahat Tuncel ve Melda Onur’un da olduğu milletvekilleri ve meslek odaları, barolar, Türk Tabipleri Birliği ve ekoloji örgütlerince açılan davalarda söylediklerine hakimlerce kulak asılmadığını ifade eden Üstün, atık transferi ve depolamasının santralin tamamlanmasından bağımsız olarak, gerekli izinler alınır alınmaz başlayabileceğini vurguladı.
Santral için çekilen kamu spotunu da değerlendiren Üstün, iki bilim insanının rol almasını “meşrulaştırmanın bir yolu” olarak yorumlarken, “Ama spotta çocukları kullanmak kadar, bu topraklarda yapılacak bir katliama çocukları karıştırmak kadar büyük suç olamaz” dedi.
“Nükleer atıkların, gömülme izni için hazırlanan bir süreç”
- Santralin “temiz ve bağımsız enerji” sloganıyla lanse edilmesi ne anlama geliyor?
Prof. Dr. Beyza Üstün: Hepsi yalan. Bu iş 2010’dan beri Rusya’yla yapılan anlaşmalar çerçevesinde Rus şirketleriyle birlikte yürütülüyor. Ne yapmaya çalıştıklarını sorarsanız, bunun enerjiyle ilgisi yok. Şu an Türkiye’nin harcadığı enerjiyi kurulu güce oranladığınızda, harcanan enerji yüzde 40’la yüzde 50 arasında değişiyor. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Akkuyu enerji karşılığı yapılan bir anlaşma değil. Bu, nükleer atıkların, radyoaktif atıkların bu coğrafyaya gömülme izni için hazırlanan bir süreç. Hem Avrupa’daki nükleer santrallerde, hem Rusya’daki santrallerde, her ne kadar çoğu kapatılsa da, hem atıkların, hem de sökülen santrallerin gömüleceği, yani bertaraf edileceği tesisler yok. Akkuyu’ya ya da başka bir yere bir şekilde bunu yapmayı sağlayabilirlerse, bu coğrafya, gölün içi, maden sahaları, yeraltı katmanları, ki bütün bunlarla ilgili yasal düzenlemeleri tamamladılar, artık gömü sahası olabilir. Gelelim Mersin’e. Mersin’deki saha için yaklaşık bir sene önce sınırlı inşaat izni verdiler. Şu anda atık sahasını inşa etmeye çalışıyorlar. Dinamitliyorlar, yapılandırmaya çalışıyorlar. Birkaç gün önce de TAEK [Türkiye Atom Enerjisi Kurumu] tarafından birinci etap inşaat lisansı verildi. Bu topraklarda bir nükleer santralin yapılandırmasını meşrulaştırmayı başarırlarsa arkasından diğerleri gelecek. Gelmese bile bu ülkenin bütün toprakları, artık her yerden nükleer atıkların transfer edilebileceği ve depolanabileceği bir yer haline gelecek. Bunu meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Enerjiyle hiç ilgisi yok. Temizlikle zaten hiç ilgisi yok. Bu santralin anahtarı çevrildiği andan itibaren, yarılanma ömürleri binlerce yılı bulan atıklar bu sahada gömülecek.
“Yaşamı yok etmek pahasına tıptan ve uzay teknolojisinden bahsedemeyiz”
- Santral için hazırlanan kamu spotunda “uzay çalışmaları” ve “tıp”la bağlantı kuruluyor ve spotta iki bilim insanı, Nobel ödüllü Prof. Dr. Aziz Sancar ve UNESCO ödüllü Prof. Dr. Bilge Demirköz var…
BÜ: Kapitalizmin bütün süreçlerine bakın; egemen ulusların zorla, halka rağmen yaptıklarına bakın, bütün bu süreçlerde bilim insanlarını görürsünüz. Meşrulaştırmanın bir başka yoludur bu. Bir taraftır onlar. Kendi varlıklarını da bunun üzerinden sürdürürler. Şüphesiz tıpta, uzay teknolojilerinde nükleerle ilgili ihtiyaçlar vardır, ama biizm ihtiyaçlarımız değildir bunlar. Bu coğrafyada, yaşam alanlarının kurulması gereken yerlerde, Akkuyu gibi, İğneada gibi, Sinop gibi yerlerde - bunları telaffuz etmeye bile insan korkuyor - yaşamı yok etmek pahasına tıptan bahsedemeyiz. Yaşamı yok ertmek pahasına uzay teknolojilerinden bahsedemeyiz. Çernobil’in etkisini bu coğrafyada yaşayanlar hala kanserle ödüyorlar. Bu görünen bir ilişkiydi. Atıkların ilişkisini ise görmek mümkün değil. Santral, işletmeye alındığı andan itibaren, içeride üretim yapan çubuklarının düzenli şekilde soğutulmaya, havuzlara konmaya başlandığı andan itibaren bu ölümü sürekli saçacak. Bunun ilişkisini kimse kuramayacak.
“O kamu spotunda daha da kötüsü, çocukları kullanmak”
- Nükleer atık transferi ve depolanması ile ilgili bir başlangıç tarihi öngörmek mümkün mü?
BÜ: Atıkların buraya dökülmesine başlanması için santralin çalışması gerekmiyor. İzin verildiği andan itibaren, ki bugün inşaat izni verildiği söyleniyor, artık orayı kontrol etme şansınız yoktur. Kim nereden atık getiriyor, ne zaman getiriyor, hangi atık gömülüyor, bunu izlemeniz mümkün değil. Gidin Akkuyu’ya, içeri giremezsiniz. Çünkü şirket etrafını çevirmiş durumda. Size sadece ufacık bir şey söyleyim… Biz yıllar önce o bölgede yapılan bir çöp sahasının Danıştay bilirkişisiyken bölge araştırması yapmıştık. Beyşehir Gölü’nün altındaki yeraltı suyu o bölgeden, Akkuyu’nun altından geçer ve deniz kadar ulaşır. Bu şu demek: O bölgenin yeraltına gömeceğiniz her şey, görebildiğimiz ve göremediğimiz, tüm canlılara radyoaktivite sunacaktır. Bütün o yeraltı hattı boyunca sunacaktır. Ve sınırlarını bilmeniz mümkün değil. Ne zaman geleceğini, nasıl depolandığını, hangi atığın geldiğini bilmeniz, çözmeniz mümkün değildir. Bu topraklarda bir sürü çimento fabrikasına tehlikeli atık yakma hakkı verildi. Kim izliyor? Sadece beyanlar üzerinden giden bir süreç var. Ayrıca bertaraf tesisine giren atığın karakteriyle, o atığın ulaştığı yerdeki, reaksiyona girmesi sonucu ortaya çıkan etkinin karakterini tahmin etmek mümkün değil. İstediğiniz kadar Nobel alın. Bu kadar sağlık ve yaşam tehlikesi olan bir projeyi ister tıp için başlatın, ister uzay teknolojisi için başlatın… Çok ironik… Yani ölüme mahkûm ediyorsunuz yaşamları, sonra da bir tane bilim insanı çıkıyor, bunun bir tıp teknolojisi için gerekliliği üzerinden reklam çekiyor. O kamu spotunda daha da kötüsü, o çocukları kullanmak… O iki insanı anlıyorum. Onlar taraftardır, sistemin tarafındadır. Gözü hiçbir şeyi görmez. Sadece denileni yapar, amadedir onlara. Ama o çocukları kullanmak kadar, bu topraklarda yapılacak bir katliama çocukları karıştırmak kadar büyük suç olamaz. Ne kadar ironik. Ama işleri çok zor. Bu coğrafyada yaşayan insanlar olarak biz bu işi kabul etmiyoruz. Suç işliyorlar. Mutlaka ve mutlaka bunun karşısında duracağız. (ŞA)