Bugünkü Türk egemen medyası, yaygın medya ya da benim apoletli medya dediğim medyanın dört temel özelliği var:
* Devletçi
* Milliyetçi
* Sermaye yanlısı
* Özel çıkar yanlısı
Bu dört nitelik egemen medyanın yayın politikasının esaslarını oluşturuyor. Teknik ve mesleki olarak baktığımızda egemen medyayı yine sürekli olarak kullandığı dört temel mekanizma, yöntemle tanımlamak mümkün:
* Dezenformasyon yani haber tahrifatı
* Mizenformasyon yani haber gizleme
* Çok çeşitli manipülasyonlar, yani haberi eğme, bükme, ters çevirme, eksik ya da fazla verme
* Propaganda yani doğru bilgi yerine yani haber yerine belirli bir güç odağına hizmet eden tek yanlı bilgi verme.
Aslında bu iki kez dörtlü sıfat listesinden sonra, geleceğin medyasını tanımlamak da nispeten kolay. Hayalimdeki, arzuladığım, yani gönlümde ve beynimdeki medyanın yayın politikasını dört temel ilke ile tanımlıyorum:
* Devletçi değil toplumcu, yani devletin değil toplumun bakışıyla toplumu yansıtacak
* Milliyetçi değil enternasyonalist, yani öyle Türkiye Türklerindir türünden ırkçı sloganlarla değil, ne bileyim mesela Bu gazete tüm yurttaşların gazetesidir şiarıyla çıkacak
* Sermaye yanlısı değil emek yanlısı, bu tercihim de salt ideolojik-siyasi değil, gazetenin kitlesel niteliği nedeniyle, çünkü sermaye azınlığı emek çoğunluğu temsil ediyor
* Özel çıkar değil, yani grup ya da holding çıkarlarını değil kamu çıkarını savunacak
Bu iki tanımdan sonra konuyu beş alt başlıkta işlemeye çalışacağım:
Gazete insan gibidir
Her sabah kapımızın altından evlerimize giren, ya da sabah okula, fabrikaya, daireye giderken bayiden aldığımız gazete aslında bir insan gibidir, insana benzer. Bakın gazetelere, kimi erkek kimi kadındır, Türkiyedekilerin çoğu esmer ve bıyıklıdır, kimi sakin kimi heyecanlıdır, ağırbaşlı olanı vardır geveze ve laubali olanına da rastlanır. Sizin değerlerinize göre güzel çirkin yaşlı ya da gençtir.Bir insanda bulunan niteliklerin büyük bir kısmı gazetelerde de vardır. Herkes zaten gazetesini seçerken kendine yakışanı, kendine benzeyeni, kendisine yakın duran gazeteyi seçer. Gazete aslında canlı bir varlıktır, varlık gibidir. Bakmayın bizdekilerin ölü seviciliğine, gazete bir kere sabah olgusudur, güneşin doğuşuyla birlikte geçer elimize, sabah çayının, simidin, kahvaltının yakın dostudur.
Her gazetenin bir sebeb-i hikmeti sebebi vardır
Gazete insan gibidir, dediysem, her insanın, her canlı varlığın bir anası babası olması gerek. Öyle gökten zembille düşmez insan. İnsan, ya da bebek, ya da çocuk için ana-baba ne ise, yani kendisini hayata getiren, doğuran, var eden, yaratan kim ise, gazetenin anası-babası, yaratanı da o gazetenin yayınlandığı ortamın sosyal, siyasal, ideolojik, kültürel, ekonomik koşullarıdır. Gazete öyle durup dururken, gırgır olsun torba dolsun diye çıkarılmaz. Her gazetenin bir hikmet-i sebebi vardır yani bir varlık nedeni vardır. Her gazete belirli tarihi ve coğrafi koşullarda, bilinen-saptanan siyasal-ekonomik-kültürel koşulların meyvesi olarak gözlerini açar. Her gazetenin, şöyle bir bakın göreceksiniz, mutlaka üzerinde durduğu, yeşerdiği siyasal-ekonomik-kültürel bir tabanı, bir yatağı vardır. Nehir yatağı gibi...Gazete işte o yatağın, kağıda basılmış halidir.
Bir kaç örnek vereyim hemen:
* Cumhuriyet gazetesi. Ermeni terzinin konağına el konulması, Yunus Nadinin gazetecilikten çok Edebi Şefin not tutucusu olması meselesi bir yana, bu gazete, yeni kurulan Cumhuriyet ideolojisini, fikrini, kültürünü yaygınlaştırma misyonuyla kurulmuştur, resmi emirle, ya da resmi yetkilinin isteğiyle kurulmuştur. Amaç, çöken İmparatorluğun külleri üzerine kurulan yeni, genç Cumhuriyeti popüler hale getirmek, halka sevdirmek, kabul ettirmek, meşrulaştırmaktır. Yönetici kadroyu da hem yetiştirmek hem de eğitmek misyonu vardır Cumhuriyetin.
* Hürriyet . Bu gazete 1946da, çok partili siyasal hayata geçişle, yani nispi demokrasinin filizlenmeye başlamasıyla, okur-yazar sayısının artmasının getirdiği bir talebe yanıt vermek amacıyla yola çıktı. Bilgiyi, daha da çok resimlerle yaygınlaştırmak, sadece elit yerine, halka da bazı bilgileri ulaştırmak amacıyla yayın hayatına atıldı.
* Özgür Gündem. 1992de Kürt meselesine ağırlık veren, Kürt ve Türk gazetecilerin yayınladığı ilk günlük gazete de, o dönem yükselen Kürt demokrasi hareketinin basındaki bir yansıması olarak hayata gözlerini açtı.
Yurtiçinden yurtdışından örnekleri çoğaltmak mümkün.
Medya sanıldığı kadar güçlü değildir
Egemen medyanın sahip ve yöneticilerine inanacak olursak, medya çok güçlüdür. Her istediğini yapabilir, hükümetleri kurar, hükümetleri yıkar, istediğini vezir, istediğini rezil eder. Toplum mühendisidir, gelişmeleri yönlendirir. Bu tez tamamen yanlıştır. Hayat bu tezin yanlış olduğunu Türk medyası sayesinde her gün gösteriyor. Hoş başta ABD olmak üzere başka medya örnekleri de bu tezin yanlışlığını kanıtlıyor.
Burada önemli bir ayırım yapmak gerek. Medyanın bizatihi kendisi güçlü değildir, ne siyasi-ideolojik olarak ne de mali-ekonomik olarak. Ama medya, güçlü iktidar odaklarının temsilciliğini, sözcülüğünü yaptığı için onların güç ve iktidar gölgesi altında kendini güçlü gösterebilmektedir. Medyanın bizatihi kendisi güçlü olmasa da, temsil ettiği güçler kuvvetlidir. Hani, Türk filmlerinde çiftliklerde yalaka kahyalar vardır, sefil, beş para etmez adamlardır, ama sırtını ağaya dayadığı için, onun adına konuşup, onun adına iş yaptığı için, kamçılı, acımasız ve çok serttir ya, işte Türk medyası da böyle bir işlev üstlenmiştir. Ben bu konuda iddialıyım. Bakın çekin Türk medyasının arkasından bir siyasi-ideolojik ve tabii ki silahlı güç olarak Türk ordusunu, bir de esas olarak reklam-sponsorluk aracılığıyla medyaya mali kaynak sağlayan Türk büyük burjuvazisini, bunlar iki yaprak gazete çıkaramaz, iki saatten fazla radyo ya da televizyon yayını yapamaz.
Ordu ve büyük burjuvazi Türk medyasının esas dayanaklarıdır. Yani Türk medyası hem yayın politikası hem de mali-ekonomik yapı olarak okura, topluma, kamuya değil iktidara, silahlı ve sivil iktidara dayanmaktadır. İşte bu nedenle de 65 milyonluk ülkede, milyarlık reklam, halkla ilişkiler, promosyon ve propaganda faaliyetine rağmen, Türk basını taş çatlasa 3.5/4 milyonluk günlük tirajlara ulaşıyor. Televizyonların inandırıcılığı, güvenirliği ortada, radyoculuk ne yazık ki pek gelişmedi. E yurttaş da enayi değil yani, kendisine doğru dürüst bilgi, görüş vermeyen bir medyaya da itibar etmiyor tabi.
Bir kaç örnek vereyim, yakın dönemden: Bu medya Cumhurbaşkanı Demirelin görev süresini uzatmak için çırpındı, olmadı. Bu medya üçlü koalisyonu savundu, olmadı. Bu medya Kemal Dervişi pazarladı, olmadı. Bu medya Iraka asker göndermek istedi, olmadı.
Aslında bu egemen medya, çoğu zaman, tersten okunacak bir medya haline geliyor. Eğer medya bir şeyi hararetle savunuyorsa, artık ona kuşkuyla bakıyoruz. Medya mülkiyeti nedeniyle bu kadar hararetle savunduğu bir şey varsa, medyanın, bilin ki bu şey kamu çıkarı değildir.
Yalnız itiraf edeyim Türk medyası bir konuda başarılı oldu: Bunlar yıllardır Fenerbahçeyi şampiyon yapmak için kiralık kalemler bile tuttular, nihayet geçen sene emellerine ulaştılar. Aslında bir Mafya Babasının da bir başka spor kulübünün menajerine gönderdiği mesajda Bak, sizin geçen yıl ki şampiyonluğunuzda bizim de payımızı unutmadınız herhalde demiş olması anlamlıdır. Eh, artık medya da Fenerbahçe için aynı cümleyi tekrarlayabilir...
Oysa, uzun vadede ve kalıcı olarak güçlü olan toplumdur, kamudur, yurttaştır. Aslında medya, topluma, kamuya, yurttaşa hizmet etse, bugünküne oranla hem güvenirlik-inanırlık açısından dolayısıyla prestij açısından hem de mali-ekonomik açıdan çok daha güçlü olabilirdi. Medyanın güçlü olmadığını kanıtlayan iki yabancı örneği de vereyim hemen: SSCB döneminde İzvestia ve Pravda ülkenin en güçlü iki medya organı idi, üstelik rakibi, muhalifi de yoktu. Rejimini çöküşünü engelleyemedi. Medya güçlü olsaydı, ABDnin Iraka yönelik saldırı ve işgali bugünkü haline gelmezdi. Irakta CNN de kaybetti, Irak resmi medyasının grotesk sembolü Enformasyon Bakanı Es-Sahaf da...
Eski değerlere geri dönelim
Bugün bir başka dünya ya da niteliklerini demin aktardığım türden bir medya isteyenler -biz, biz derken, bugünkü siyasal-ideolojik-ekonomik-kültürel düzenden gayri memnun olanları kastediyorum, geniş bir kitle yani, biz- eskiden yaptığımızı, geleneksel-klasik türden gazetecilik-habercilik yapabilsek medya çok daha iyi olacak. Okuyanlar bilir, salonda yaşı tutanlar da hatırlar, bundan 30-40 yıl öncesinin gazeteleri hem mesleki-teknik açıdan daha kaliteli idi hem de yayın politikası açısından kamu çıkarını daha çok savunurdu. Nostalji yapmak istemiyorum ama bugünkü kapitalist düzen, tekelleşme, hukuk devletinin güçsüzlüğü, yurttaş kimliğinin ve girişimciliğinin zaafı, mesleki yetkinlik eksikliği gibi çeşitli nedenlerle kamu çıkarı özel çıkar karşısında sürekli olarak yenilgiye uğruyor.
Gazetecilik-habercilik alanında, bu sağcılar, paracılar, liberaller ve neo-liberaller gazeteciliği, haberciliği korsan gibi gelip elimizden aldılar, çaldılar, gazetecilik mesleğini, halkın aracı olmaktan çıkarıp iktidarın hoparlörü haline getirdiler. Yolundan çıkarttılar. Tanımlarını erozyona uğrattılar, ilkelerini çiğnediler, ahlakını kirlettiler. Gazeteciliği-haberciliği kendi kar amaçlarına, ticari-mali çıkarlarına, iktidar heveslerine alet ettiler. İşte bu nedenle ABDde, ki vakti zamanında 100 binler satan işçi gazeteleri vardı, yaşı 60-65i geçmiş gazeteciler, bugün temel slogan olarak Back to the old values yani Eski değerlere geri dönelim diyorlar.
Mümkün değil zaten gereği de yok
Benim yanıtım açık: Doğan (Tılıç) da Rıdvan (Akar) da çok iyi anlattı. Bu medya ile ancak bugünkü statüko korunur. Bu medya ile başka bir dünya tabi ki mümkün değildir. Başka medya, başka bir dünyada mümkündür. Ama biz yine de başka bir dünyayı oturup bekleyeceğimize, bugünden, yarının başka medyasını adım adım oluşturmalıyız. Tuğla tuğla örmeliyiz. Chomskynin sözünü ettiği Bağımsız medya adacıklarını inşa etmeliyiz. Tüm bu çabalar da aslında başka bir dünyanın kurulması çalışmalarının medya alanındaki görev ve yansımalarıdır.
İki noktam kaldı, bitiriyorum:
Rıdvanın demin verdiği örnek çok önemli. Bir medya kuruluşu aynı zamanda bir akaryakıt şirketine sahip. Pardon yanlış söyledim, gazetenin benzincisi yok, benzincinin gazetesi var. Ya da gazetenin bankası yok, bankanın gazetesi var. Irak işgali öncesinde bu akaryakıt şirketi Türkiyede konuşlanması söz konusu olan bilmem kaç bin Amerikan askerinden oluşan birliklerin tüm akaryakıt ihtiyacını karşılamak üzere sözleşme imzalamış durumda. 1 Martta TBMM tezkereyi reddedip Amerikan ordusunun pılısını pırtısını toplayıp Türkiyeden çıkmasını emredince, bu benzinci-gazete ya da gazeteci-benzinci birinci sayfadan bir haberde Bye bye Mardin diye başlık attı.
What? Noluyoruz? Neden bu İngilizce başlık? Bakın Bye bye Mardin o zaman Mardin ve civarına yerleşmiş Amerikan keşif taburu askerlerinin hissiyatını ifade eder, yansıtır. Mardinlinin ya da işgale ya da savaşa karşı çıkan Türkiyenin değil. Aslında o başlığı atarken editörün halet-i ruhiyesini tahmin edebiliyorum: Ey Amerikalı nolur gitme diye yalvarıyor... Gitti milyon dolarlık akaryakıt sözleşmesi...
Yarının medyası, başka dünyanın medyası böyle bankacı, inşaatçı, devlet ya da özel ihaleci medya olmayacak. Olmaz. Ya sadece gazetecilik yapacaksınız, gerçeği arayıp bulmaya ve yazamaya çalışmaktan başka bir meşgaleniz olmayacak ya da iş adamı iseniz, benzin mi satarsınız, inşaat mı yaparsınız o sizin bileceğiniz iş, ama kendi iş çıkarlarınız için yüz binlerce okuru, televizyon izleyicisini aldatmaya hakkınız yok. Gerçi aldatsanız bile ancak bir süre için ve sadece bir kesim yurttaşı aldatabiliyorsunuz. Gerçek önünde sonunda kabak gibi ortaya çıkıyor. Mart 2003 öncesi ABDyi, savaşı ve işgali destekleyen Genel Yayın Yönetmenleri, köşe yazarları Iraktaki direniş güç kazandığından beri pek sessiz sedasızlar. Dut yemiş bülbül misali...
Dayanamayacağım sonuç cümlemi söyleyeyim: Başka bir Ertuğrul Özkök mümkün değildir. Zaten gerek de yoktur!(RD/EK)
_______________________________________________________
(Bu metin, 24 Ekim 2004 Pazar günü Tüyap Kitap Fuarında Birgün gazetesi tarafından düzenlenen, Yalçın Ergündoğanın moderatörlüğünde, Doğan Tılıç(ÇGD, Birgün), Rıdvan Akar (CNN-Türk) ve Ömer Özgünerin (medyatava.net) konuşmacı olarak katıldığı panelde yapılan konuşmanın genişletilmiş ve yazıya dökülmüş versiyonudur)