Diyarbakır'da doğmuş büyümüşseniz, yaşınız 40ın üzerindeyse ve ananız ölmüşse, doğup büyüdüğünüz mahalleniz de yıkılmışsa bu kitabı okumayın.
Daha girişteki ithafta gidenlere, "Annelere, babalara ve leyleklere" ibresini görünce başlıyor kalp sızısı.
Bulgur veya pirinç pilavının tarifini okuyacaksınız sanıyorsunuz, içindeki şehriyeden başlıyor ve sizi alıp 40 yıl öncesine götürüyor.
Bir zaman tüneline giriyorsunuz. Ananız, anneanneniz evin ortasınabeyaz bir örtü sermiş kadınlar şahre (şehriye) kesiyor. Kadının biri çepik (alkış) çalıyor diğeri ona bir parça hamur atıyor.
Kadın hamuru elinde sicim gibi yuvarlıyor, kadının avucundaki yuvarlak kına aklınıza flu bir anne fotoğrafı getiriyor, gözünüzün kenarından bir damla yaş kayıyor...
Bir erkek çocuğu olarak kadınlar hamamına götürülme gadrine uğramışsanız aklınıza hamam buharı gibi sisli bir hatıra geliyor; zulüm bitmiş deriniz soyulmuş üstünüz giydirilip kenara konulmuşsunuz, elinize bir mandalina verilmiş...
Ah o mandalina şimdi olsa...
Mandalina ekmek peynir...
Üzüm ekmek peynir...
Boğazınıza bir yumru oturuyor gözünüzden bir damla yaş akıyor.
Hamama dair eski bir sohbeti hatırlıyorsunuz annem natırın adını, gittikleri hamamı söylüyor...
Hamam kildanını, badiyesini, gümüş nalınlarını ve onları dar bir gamanda nasıl bir eskiciye üç beş kuruşa satıp o günü kotardığını, o günlerdenbir tek kalan peştamalını gösteriyor... Gözümden iki damla yaş süzülüyor...
Kitabın sayfalarından güvercinler havalanıyor. Boranhane lere gidiyorsunuz, artık şimdi esamisi bile olmayan güvercin barınaklarına. Gübresiyle kavunları karpuzları lezzetlendiren güvercinler kalbinize bir konup, bir kalkıyor.
Annemin hatıralarına dönüyorum yeniden kitapta anılan güvercin yuvaları ile daha çocukken Büyükkadı köyünden taşınması hikâyelerine. Boranhanelerin sahibi Türkmen Alevileri, Yolcu ve Kahraman amcaların misafirperverliklerine. Kızılbaşlarm ekmeği yenilmez denildiğinde o eski dostları hayırla hatırlayan annemin düşen yüzünü anımsayıp bir damla daha yaş kayıyor gözümden.
Çay kenarındaki bostan günlerini anlatan annemin sesi yankılanıyor kulaklarımda.
Dedemiz aziz misafirleri, Celal Bey'in hülledeki yanık sesi "Biner paytona gider seyrana oy canım" türküsünde yaşaran gözleri yanıyor hatıramda.
Bu kitapta annemin bostandaki kelle-paça hırsızlığı hikâyelerini hatırlıyorum, kibe-mumbar meşakkatini... Sonra sarımsaklı meftunenin mis gibi kokusu dolduruyor genzimi.
Şimdi o sokaklarda kaybolmuş bulgur çeken, çarkçı, kalaycı seslerini hatırlatıyor bu kitap. Bıçakbileyen çarkçının çarkından fırlayan kıvılcımları, ovuldukça parlayan bakır kabın parıltıları, bulgur çekenin ağzından dökülen taneler gibi azalan günlerimizi hatırlatıyor.
Avlunun ortasındaki kavurma leğenini, dama dizilmiş reçel ve salça tepsilerini, havalanan yünleri doldurulan küs yastıklarını, yorgan sıran ustan ellerin, başımızı okşayan güzel ellerin şimdi toprağın altında nasıl da eridiğini hatırlatıyor bu kitap.
Bir avluda beş ev olan yoksul ama mutlu günleri, dostluğu dayanışmayı, kirve hısımlığı, bayram sabahlarım, yeni ayakkabı sevincini, dedemizin yoksul ceketini anlatıyor bu kitap.
Hele bayram çöreğini okuyunca zembereğim boşalıyor. Annemin "çöreksiz bayram olmaz" dediği, evi duvaklı pilavın sadeyağ kokusu saran, şimdi artık hiç de bayram olmayan o günleri.
Damdaki tahta serilen yataklarda yıldızları sayarak deliksiz uyumayı, sabah serinliğini, gün doğumundan sonra güneş vurup kavurduğu yataktan aşağıya yalpalayarak kaçışımızı başucumuza konulan sabah tatlısını, murtoğalı sabah kahvaltısını, öğlen uykusunu, gevrek simidi, horoz- lu şekeri, karpuz kabuğu savaşını anlatıyor bu kitap...
Turşu kurduğunda başına bir felaket geleceğine inanan, tarhana yaptığında yerinden yurdundan sökülüp atılacağından korkan, bir avluya sığınmış kırlangıç kuşları gibi ürkekçe yaşayanların hikayesini anlatıyor bu kitap.
Her duygusu kabaranın gidip kapılarında coştuğu, korkunun kol gezdiği sokaklarda itilip kakılmaktan bıkıp dünyanın her yerine savrulan insanların göç hikayelerini anlatıyor bu kitap.
Gidenlerin evleriyle, küpleriyle, komşularıyla vedalaşırkenki hüznünü, damlarındaki leylekle bile ayrılırken nasıl dertleştiklerini anlatıyor bu kitap.
Her sayfasına bir gözyaşı düşürüyor, umut ediyor, özlüyor ve bir daha o günlerin ve gidenlerin asla gelmeyeceğini haykırıyor bu kitap...
Diyarbakır'da doğmuş büyümüşseniz, 40 yaşın üstündeyseniz ve ananız ölmüşse, doğup büyüdüğünüz mahalleniz de yıkılmışsa bu kitabı okumayın.
Size iki lokma enfes Diyarbekir yemeği tarif ediyor, gözünüzden bir damla yaş düşürüyor, yediğinizi yiyeceğinizi burnunuzdan getiriyor bu kitap. (PT)