*Fotoğraflar: Sebahat Tuncel, fotoğraflarını avukatları aracılığıyla gönderdi.
Tutuklu siyasetçilerin sesi, kamuoyunda gittikçe daha az duyuluyor, hele söz konusu olan siyasetçi kadınlarsa… Bianet Atölye’nin 8 Mart vesilesiyle söyleşi yapma teklifi gelince, açılan davaların dışında, DBP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel’e bulundukları koşullar ve kadın mücadelesiyle ilgili sorular sordum. Ayrıca yakın döneminde koğuş arkadaşlarıyla çekilmiş bir fotoğrafı göndermesini rica ettim.
BİANET'TEN SÖYLEŞİ DİZİSİ- Dışarıdaki kadınlar sordu, içerideki kadınlar cevapladı
Kürt siyasi hareketinden gelen pek çok önemli isim gibi 2016’dan beri cezaevinde tutulan Tuncel, HDP’nin kapatılması davasında, hakkında siyaset yapma yasağı talep edilen 451 isimden biri. Sincan Cezaevi’nde tutulan Tuncel’e avukatları aracılığıyla 8 Şubat’ta ilettiğim sorulara bianet için verdiği cevapları ayın 25’inde elime ulaştı. Tüm kadınların mücadelesine selam gönderen Tuncel, kişisel notunda “Bu mücadele ve direnişin sonucunda özgür günleri inşa edeceğimize, birlikte özgürlük şarkıları söyleyip halay çekeceğimize inanıyorum” diyor.
Nasılsınız?
Bu soruya nasıl cevap versem diye düşündüm. Kestirmeden “iyiyim teşekkürler, umarım siz de iyisiniz” de diyebilirim. Ya da Türkiye’de yaşanan siyasal ekonomik, toplumsal sorunların açığa çıkardığı sosyolojik psikolojik atmosferde “ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim/iyiyiz” diyebilirim. İnsan toplumsal bir varlık olarak yaşadığından toplumsal gerçeklikten de etkileniyor doğal olarak.
"Cezaevleri keyfiyetin uygulandığı yerler"
Cezaevinde kadınların neler yaşadığını, ne şekilde baskı gördüğü ve nasıl dayanıştığını “dışarıdakiler” pek bilmiyor. Kendi deneyimlerinizi bize anlatır mısınız?
Cezaevleri gerçeğinin dışarıdakiler tarafından tam anlamıyla bilinmediği bir gerçek. Dikkat ederseniz cezaevleri kırsal alanlara, şehirlerin en ücra köşelerine inşa ediliyor. Kampüs cezaevleri sistemi ile kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre ucuz işgücü olarak değerlendirilen mekanlarda dönüştürülen bu alanlarda, her türlü kuralsızlık, hukuksuzluk “normal” görülüyor. Siyasi tutsaklar yaşadıkları sorunları kısmen kamuoyuna duyurma şansına sahip. Adli tutuklu ve hükümlülerin bu olanağı da çok fazla yok. İktidarın, idarenin insafına kalmış bir durum yaşanıyor.
Cezaevleri sadece mahkemelerin verdiği cezaların infaz edildiği alanlar değil, yeni cezalandırmaların, yeni hak ihlallerinin, keyfiyetin uygulandığı mekanlar. Mesela cezasını tamamlamış birçok kadın disiplin cezaları nedeniyle haksız bir şekilde “iyi halli olmadığı” gerekçesiyle cezaevinde tutuluyor. Cezaevleri aynı zamanda kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre dizayn edildiği için, kadınlar bir yandan cezaevi bünyesinde açılan atölyelerde veya cezaevi içindeki hizmetlerde ucuz işgücü olarak, sömürü çarkının bir parçası haline getiriliyor. Diğer yandan ekonomik durumu olmayan, hesabında para olmayanların temel ihtiyaçları dahi karşılanmıyor. Paran yoksa su alamazsın, ped alamazsın, yeterince beslenemezsin… Kurumun verdiği iaşe ancak karnını doyurur ki bazen buna da yetmez.
"Geçerli kural: Devlet her zaman haklıdır"
Cezaevlerinde hak arama mücadelesi de o kadar kolay değil. Hak aramak disiplin cezalarını, infaz yakmaları, hücreye konmayı göze almak demek.
Buralarda geçerli olan iki kural var: 1- Devlet her zaman haklıdır. 2-Tutsakların haklı olduğu durumlarda birinci kural geçerlidir… Cezaevinde görevlilerden bazıları giydikleri üniformanın arkasına gizlenip devlet gücünün arkasında olduğuna güvenerek birçok hak ihlaline, usulsüzlüğe, şiddet uygulamalarına yol açıyor. Bizler bu uygulamalara karşı çıktığımız için de yeni soruşturmalarla karşılaşıyoruz.
"Amaçları, teslim almak"
Örneğin en son Ankara 2. Ağır Ceza mahkemesi duruşmaları için getirildiğimiz 3 No’lu L Tipi cezaevinde Sibel Akdeniz arkadaşla birlikte kaldığımız süreçte (şu an sayımız 5 oldu) infaz koruma memurlarının şiddetine maruz kaldık. Buna itiraz ettiğimiz için ben 1 ay ziyaretçi yasağı, Sibel de 1 ay iletişim cezası aldı. Yetmedi, hakkımızda yeni bir iddianame hazırlandı. Gardiyanların yalan beyanına dayalı tutanağı, gerçeğin yerine ikame edildi. Oysa şiddete maruz kalan biziz, haksızlığa uğrayan da. Ama bunun karşısında cezalandırılan yine biz oluyoruz. Biliyorsunuz totaliter rejimler yalanı bir “yaşam tarzı” haline getirir. Bu devletin tüm kurumlarında işleyen bir kural. O nedenle siyasi iktidarın Kürt siyasi hareketine, Kürt kadınlarına yaklaşımı, cezaevindeki uygulamalarla devam ediyor. Esas amaç irade kırmak, önemsizleştirmek, teslim almak. Bunun içinde her türlü baskı yöntemini, devlet şiddetini uyguluyor işte Garibe Gezer’in ölümüne neden olan bu politikalardır.
"Tam ve eksiksiz özgürlük istiyoruz"
8 Mart için mesajınız ne?
Kadınların bu yıl çok daha güçlü bir çıkış yapacağını düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi, nafaka tartışmaları, kadınların siyasal-ekonomik yaşama katılması önündeki engellerin kaldırılması, kadın katliamları, kadına yönelik her türlü şiddete, tacize, tecavüze, ayrımcılığa karşı sokakta olan kadınlara cezaevlerinde bulunan kız kardeşleri olarak selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. "Bu düzen böyle gitmez" diyor ve kadınların birlikte, dayanışma ile daha güçlü olduğunu biliyoruz.
1917'nin Şubat ayında hak mücadelesi veren kadınların kaleme aldığı şu şiir, günümüzü de anlatıyor:
"Kız kardeşler elimden bir şey gelmez demeyin
Güvensizlik yok artık
Duraksama yok,
Kendimize açıkça soralım
Ne istiyoruz?
Tam ve eksiksiz özgürlük istiyoruz"
Kadınlar, "Ne istiyorsunuz? Ne yapmaya çalışıyorsunuz?" diye soran erkekleri de şöyle yanıtlar:
"Sizlerle birlikte barışın ve hakikatin hüküm sürdüğü, yeni bir dünya kurmak istiyoruz. Her ruha adalet, her yüreğe sevgi istiyoruz"
8 Mart Kadınlar Günümüz kutlu olsun!
Jin Jiyan Azadi
Bıji yekitiye jinan
Genelde Kürt kadınlar, özelde Aysel Tuğluk
Aysel Tuğluk’un derhal tahliye edilmesi için kadınlar bir kampanya düzenledi. Tuğluk’la son görüştüğünüz zaman hissettiklerinizi, onun yaşadıklarının hayata ve kadın dayanışmasına dair görüşlerinizi nasıl etkilediğini anlatır mısınız?
Aysel Tuğluk arkadaşımız hem kadın hareketi, hem Kürt siyasi hareketi açısından önemli bir figür. Bir hukukçu olarak yıllarca insan hakları mücadelesi yürütmüş, Kürt halkının dil, kimlik, kültür mücadelesine büyük katkıları olmuş bir arkadaşımız. Kadın hareketi açısından önemli bir kazanım olan eşbaşkanlık sistemi uygulandığında ilk eş genel başkanımız oldu. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda emeği çok olan arkadaşlarımızdan biridir. Bu nedenle devlet genelde Kürt kadınlarını, özelde Aysel arkadaşımızı hedef aldı. Gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra hızlandırılmış bir şekilde yargılandı ve kısa sürede 20 yıl ceza verildi.
Türkiye’nin başkentinde Aysel'in annesi Hatun Anne’nin cenazesine yapılanlar, sadece Aysel arkadaşımız açısından değil, Kürt halkının, kadınların hafızasından silinmeyecektir. Yerüstünde bize yaşam alanı bırakmayanlar, yeraltında yetecek yer bırakmak istemiyorlar. Bu Kürt düşmanı bir politikanın, ırkçılığın bir sonucudur. Bu süreç doğal olarak Aysel arkadaşımızı derinden etkiledi. Bizleri yeniden düşünmeye sevk etti. Bugün yaşadığı sağlık sorunu devlet politikalarının bir yansımasıdır.
Kadınların arkadaşımızın tahliyesi için yürüttüğü kampanya elbette ki çok anlamlı ve önemli. Ancak kadın hareketinin resmin bütününe bakıp Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü, barış politikalarının gündem olması, kadın barış hareketinin örgütlenmesi konusunda daha aktif bir mücadeleye ve Kürt kadınlarıyla dayanışmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu aynı zamanda Aysel arkadaşımızın yıllardır verdiği emeğin, mücadelenin unutulmaması açısından önemli.
Aysel Tuğluk'un sağlık durumu
Aysel Tuğluk’la yıllarca birlikte çalışma yürüttük. En zor süreçlerde sorumluluk üstlenmekten, risk almaktan çekinmeyen bir siyasetçidir. En son cezaevinde de 2 yılı aşkın bir süre birlikte kaldık. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmalara birlikte katılmak için planlama yapıyorduk. O süreçte yaşadığı kimi zorlanmaların nedenini araştırmak için birlikte hastaneye gittik. Yaşadığı unutkanlık, odaklanamama, içe kapanmanın nedeninin nörolojik bir sorundan kaynaklanıp kaynaklanmadığını tespit etmek için MR çekildi ve bazı testler yapıldı. Bu teşhisler sonunda hastalığına tanı konuldu. Durumun ciddiyeti doktor raporları ile de belirlenince ben Ankara’ya yalnız geldim. Uzun süre birlikte kalınca yoldaşlığın ötesinde dostluk bağı da güçleniyor. Bu süreçte en çok hissettiğim duygu belki de öfkedir.
Yukarıda belirttiğim gibi, arkadaşımızın yaşadığı soruna zemin oluşturan devlet politikaları, Kürt siyasetçileri “rehin alma” politikasıdır. Aysel hevalin annesiyle kurduğu çok özel bir bağ vardı. Devlet o bağı öyle bir kopardı ki bu arkadaşımız açısından yıkıcı bir durumun açığa çıkmasına neden oldu. Umarım kadın dayanışması, kadınların mücadelesi arkadaşımızın tahliyesini sağlar ve tedavisini sağlıklı ve uygun koşullarda yapma olanağı olur. Tabii açığa çıkan kadın örgütlülüğünün, dayanışmasının cezaevindeki diğer hasta tutsaklar için de sürdürülmesi iyi olur diye düşünüyorum.
Erkeklik krizi
Tutukluluğunuz boyunca kadın hareketi açısından yaşanan en önemli, umut veren gelişmeler sizin için neydi? Kadınlar üzerinde genel anlamda artan baskılar ve şiddet, bir “erkeklik krizi”ne mi işaret ediyor sizce?
Evet 5.5 yıldır tüm gelişmeleri izlemeye çalışıyoruz. Cezaevlerinde muhalif basına ulaşmak kolay değil. Bir yargı paketiyle süreli ve süresiz yayınların cezaevine alımı yasaklandı, ancak belli gazeteleri okuyabiliyoruz. Bu süreçte kadın hareketi, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın gündemleşmesi konusunda güçlü çalışmalar yürüttü. Artık feminist gece yürüyüşleri daha kalabalık 8 Martlarda. 25 Kasımlarda kadınlar daha çok meydanlarda… Kadının görünürlüğü eskiye göre arttı. Ancak erkek egemen kapitalist sistem varlığını sürdürüyor. Bu sistemin krize girdiği, toplumsal sorunlara çözüm getirmek şöyle dursun, yeni krizlere yol açtığı da bir gerçek. Bu sistem değişmeden kadınlar açısından gerçek anlamda bir kurtuluş, özgürlük mümkün olmayacaktır.
Toplumda şiddetin bu kadar yaygınlaşması, kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz, çocuklara yönelik istismarın artması, yoksulluk, işsizlik, göç, mülteci sorunları, ekolojik yıkım, tüm bunları elbette “erkeklik krizi” olarak ele alabiliriz.
Türkiye’de son yıllarda yürütülen “yerli ve milli” siyaset, kendini milliyetçi, cinsiyetçi, dinci esaslar üzerinden yürütüyor. Bu politika, kendinden olmayanı dışlama, imha etme, onlar üzerinde çıplak zor, şiddet araçlarını; başta kadınlar olmak üzere tüm ötekilere, kendi dışındakilere uygulamaya yol açıyor. Sokak ortasında hiç tanımadığı bir kadını Samuray kılıcıyla öldürmesi, Suriyeli işçilerin yakılarak katledilmesi, İzmir’de Deniz Poyraz’ın, Konya’daki Kürt ailenin katledilmesi, iktidar politikalarının bir sonucudur. Bu kadar çok kadının şiddete uğraması ve sokak ortasında katledilmesinin, tekil, bireysel, anlık öfke ile açığa çıkan olaylar olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu erkek egemenliği sisteminin ortaya çıkardığı korkunç tabloyu değiştirmek için, öncelikle bu sistemin ideolojik zemininin, düşünce ve zihniyet kalıplarının değiştirilmesi gerekir.
"Umutvar ve dirençliyiz"
“Erkeklik krizi”ni tetikleyen, mevcut durumun sürdürülemezliği, yerinin ne alacağının bilinmezliğidir. Erkekliğin bir sapma olduğu tespitini yapıyoruz, bu sapma hali krizin nedenidir de.
Yaşanan bu kriz, kadınlar için yeni olanakları da açığa çıkarıyor. Yeter ki biz örgütlü kadın gücünü geliştirelim ve kazanımlarımızı korumak ve yeni kazanımları elde etmek için ısrarımızı sürdürelim. Türkiye’nin tekçi otoriter başkanlık rejimine karşı kadınların sokakta olması, direnmesi, dünya kadınlarının yaşadığı sorunlar karşısında birbiriyle hızla dayanışmaya geçmesi, İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesine karşı kadınların itirazlarının güçlü yansıması kadınlara dayatılan köleliği, sömürüyü, eşitsizliği kabul etmemeleri bizi umutvar kılmakla kalmıyor, hareketin bir parçası olarak dirençli de kılıyor.
"AKP kazanımlara saldırıyor"
İktidar ve ortağının İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması şaşırtıcı mıydı, siz bu adımı nasıl yorumluyorsunuz?
Sadece İstanbul Sözleşmesi değil, AKP kadınların binbir emekle elde ettiği tüm kazanımlara saldırıyor. Belediyelerimize kayyım atamanın gerekçesi “eşbaşkanlık” sistemimiz, kayyımların ilk hedefi kadın kurumları oldu. Belediye bünyesinde 43 kadın kurumu kapatıldı. Yine KHK’larla birçok kadın örgütü kapatıldı. Kürt kadın siyasetçiler rehin alındı. Kısacası erkek egemen kapitalist sistemin temsilcisi AKP ve ortaklarının, kadınları hedef alması şaşırtıcı değil, ancak kabul edilebilir de değil.
Faşist blokun toplumsal yaşamı ne hale getirdiğini sizler, dışarıda daha iyi görüyorsunuz. Toplumda, kadınlarda, gençlerde, bu sisteme karşı bir memnuniyetsizlik, öfke olduğu da gözlemleniyor. O nedenle ben Türkiye’nin içine sürüklendiği bu karanlıktan çıkışın çok da uzakta olmadığını düşünüyorum. Ancak bu kendiliğinden de olmaz. Alternatif sosyal hareketlerin, HDP’nin, kadınların, ekoloji mücadelesi yürütenlerin bu gerçeği görüp güçlü bir dayanışma ve ittifak kurmaları gerekir. Türkiye halklarının iki bloka (Cumhur-Millet) mahkum olmadığını, asıl demokratik, özgürlükçü, barışçıl, ekolojik bir alternatifin de bulunduğunu topluma göstermenin zamanı. Kadınlar bu sürece öncülük edebilir ve 8 Mart bunun için güçlü bir başlangıç olabilir.
"Muhalefetin topluma güven vermesi gerek"
Kadınların siyasette, medyada, karar verici konumlardaki varlığı azaldı. İktidarın eğitimden istihdama, kadına yönelik politikalarına karşılık muhalefetin etkili bir politikası var mı? Mücadeleyi büyütmek için ne yapmalı?
Türkiye’deki rejim krizine iktidarın verdiği cevap tekçi, otoriter, cinsiyetçi, milliyetçi bir yönelim oldu. 2. Cumhuriyeti de bu zemin üzerine kurmak istiyorlar. Kürt düşmanı, kadın düşmanı, doğa düşmanı politikaların kadınların siyasette, medyada karar ve uygulama mekanizmalarında yer alma durumunu da etkiliyor doğal olarak. Muhalefetin bu konuda çok güçlü politikalar geliştirebildiğini ne yazık ki düşünmüyorum. Tabii ki muhalif partilerdeki kadınların emeği, çabası var, bunu inkar etmiyorum. Ancak bu, kadın kazanımlarını korumaya yetmiyor. Muhalefetin topluma güven vermesi gerekir. CHP’nin öncülük ettiği ve en son altı partinin oluşturduğu ittifakın, iktidar değişimi ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem” -ki bu sistemin kadınların, toplumun yaşamında nasıl bir değişikliğe yol açacağı, toplumsal, ekonomik sorunları nasıl çözeceği de net değil- dışında vaat ettiği bir şey yok. Türkiye’nin temel meselelerinde iktidarla aynı safta yer almakta sorun görmüyorlar. Kürt meselesi bunların başında geliyor.
Demokratik muhalefetin öncülüğünü yürüten HDP, demokrasi ve özgürlük sorunlarının çözümünde daha gerçekçi, çözüm odaklı projeler sunuyor. Ancak bu alana yönelik yoğun bir devlet baskısı, şiddeti var.
Sonuç itibariyle kadın özgürlük sorununun gündemleştirilmesi ve çözümünde kadınların, kadın örgütlerinin, siyasi partilerde ve kurumlarda yer alan kadınların daha aktif mücadele etmesi, çalışma yürüttükleri kurumların, partilerin kadınlara dair politikaları geliştirmesini sağlamaları gerekiyor. Aynı zamanda kadın gündemleri etrafında dayanışma ve birliktelikler geliştirmekte kadın mücadelesinin gelişmesi, kadın kazanımlarının korunması, kadınlar için güzel bir gelecek kurulmasında önemli bir role sahip olduğunu düşünüyorum.
LGBTİ+ mücadelesi
LGBTİ+ haklarını ilk kez Meclise taşıyan, takipçisi olan vekilsiniz. LGBTİ’ye yönelik artan baskı ve ayrımcılığın özünde ne var?
LGBTİ+’ya yönelik artan baskı ve ayrımcılığın özünde de erkek egemen sistem var. AKP-MHP iktidarı kendisini milliyetçi, dinci, cinsiyetçi değerler üzerinden var ediyor. Buna uymayan herkesi de “terörist/bölücü” olarak nitelendiriyor. Devletin zor araçları ile toplumda baskı oluşturuyor, kendinden başkasına yaşam alanı bırakmıyor. LGBTİ+’ların de bu bağlamda kendi sorunları kadar toplumun yaşadığı diğer sorunlara karşı duyarlı olması, toplumsal hareketler, kadın hareketi, ekoloji hareketi ile dayanışma içinde olması gerekiyor. Sistemin parçalama, yalnızlaştırma, etkisizleştirme, politikasına karşı kolektif, birlikte ve etkili bir mücadele araçlarının yaratılması gerekir.
(ME/NÖ)
DIŞARIDAKİ KADINLAR SORDU, İÇERİDEKİ KADINLAR ANLATTI
Figen Yüksekdağ: "Gündüzden geceye, kadınlar el ele özgürlüğe!" / Ayşegül Doğan'ın söyleşisi
Hapishanenin "Pîrik*"i Gülser Yıldırım: Aysel Tuğluk'la dayanışma çok kıymetli / Evrim Kepenek'in şöyleşisi
Sebahat Tuncel: "Bu karanlıktan çıkış uzak değil" / Mehveş Evin'in söyleşisi