Ahmet Arif
Bozcaada'ya gidip, hemen ardından, geçen hafta Bozcaada Müzesi'ne dair yazarken aklıma geçen yıl ziyaret ettiğim "Baksi Müzesi" ve Hüsamettin Koçan Hoca geldi. Birden ona olan borcumu unuttuğumu anımsadım. Oraya gitmiş, bir gece kalmış; "yazılacak yazılar"a dair notlarımın arasına yazmış, ama "oraya dair" yazmamıştım.
Bu yazı işte o borcun gecikmiş bir "ödemesi" için yazılmıştır.
Ama kanımca asıl borcumuz yukarıda yazılı dizelerin sahibi Ahmed Arif'e'dir. Ve önce o borç hepimiz tarafından ödenmelidir. Aslında ödeme adresi Ahmed Arif değil, onun anlattıklarıdır, söz ettikleridir. Bu memleketin "unuttuğumuz" yerleridir.
Ülkemizde "iç turizm" adına dönen paraların onda birisini alışılageldik yerlere yeğil de "sapılmış yollar"dan geçilerek gidilebilen uzak yerlere" harcayabilseydik, bu memleket gerçekten "bizim" memleketimiz olabilir miydi acaba diye sıkça düşünüyorum.
Ne yazık ki öyle yapmadık, yapmıyoruz.
Çünkü birileri ne hikmetse; bizi daha okumayı söktüğümüz andan başlayarak "gitmesek de görmesek de" oralardaki köylerin bizim "köyümüz" olduğu fikrini kafalarımıza kazımaya çalışmıştır.
Ama işin aslı öyle değildir, hiç bir zaman da olmamıştır.
Çünkü "Üsküdar'dan bu yan loo kimin yurdu?" dizesi boşuna yazılmamıştır.
Bu sorunun yanıtını aslında her birimiz kendi adına vermelidir.
Sonrası "Çiçek dağı kıtlık kıran/kuş uçmaz kervan geçmez" olmaktan çıkarmak ve Ahmed Arif'e onun yazdıklarına borcumuzu ödemektir.
Bu hafta o borcu ödeyenlerden bir başkasından söz etmek istiyorum sizlere: Hüsamettin Koçan ve Baksı Müzesi.
"Dağların dağlarının ardı..."
Biz Karadeniz'in gerisinde yükselen ve Anadolu bozkırlarını denizden ayıran dağları aşıp indik Bayburt'a. Trabzon'un Of-Çaykara güzergahından başlayan zorlu bir yoldu. Çok güzel ama bir o kadar da heyecanlıydı. Açıkçası " bir sapma"ydı.
Karadeniz'in yeşiline yapılan bir turdan gerçek anlamda bir "sapma"ydı. Ama arabamız sanki yolu bilirmiş gibi sarınca Karadeniz dağlarına geri dönmeyi unutup hep ileri gitmiştik; daha önce görmediğimiz o diyarlara, Anadolu'nun "el değmemiş" bozkırlarına doğru.
Çok güzel yaylalardan geçtik, bir başka türküdeki "soğuk sularından içtik" karlı zirvelere, ve dağdan aşağı inan "duman"a bakarak.
Soğanlı Dağları üzerindeki zirveyi aşıp indik Bayburt'a. Bayburtun kalesine sırtını dayamış Çoruh'un "yazı"ları karşıladı bizi. Sonra vurduk Pazaryolu ilçesine doğru.
Buraya gidiş çok kolay değil aslında. Hüsamettin Hocam giderken Erzurum'a kadar uçakla gidip sonra Erzurum-İspir yolundan ulaşıyormuş oraya. Eğer karadan gidilecekse bir başka yol Erzincan-Bayburt üzerinden gitmek.
Önerim sizin kendi "doğru yolunuzdan" gitmeniz. Bu arada "İspir"i unutmayın, ona bir nokta koyun. Karadeniz'de Ardeşen'de, Çayeli'nde, Ayder'de yediğiniz "meşhur olmuş" kurufasülyenin asıl yetiştiği yerin "İspir" olduğunu anımsayarak.
Baksı Halk Sanatları Araştırma Uygulama Merkezi
Baksi (Baksı diye biliniyor) köyü Doğu Anadolu'da Bayburt'a 45km. mesafede bulunan Bayraktar Köyü'nün eski adı. Kırgız Türkçesi'nde "Şaman" anlamına geliyormuş. 80 hanelik köyde bugün 500'e yakın insan yaşıyor. Merkez ise bu köyün yanında, Çoruh Vadisi içinde, Çoruh'un nazlı nazlı bir yay çizdiği yerde bir tepede yükseliyor.
Hüsamettin Hoca Baksi Müzesi'yle ilgili kurduğu sitede "Son yirmi yılın belirleyici unsuru, köyde yüzde 650 oranında bir göç oranının saptanması. Çömlekçilik, dokuma gibi el sanatları bir yamanlar köyün gereksinimini karşılayacak orandayken bugün hemen hemen hiç yok.
Mimari gelenek tamamen yok olmuş, marangoz ve taş ustaları gurbete gitmiş. Köydeki geleneksel yapı anlayışının yerini gecekondu almış. Gençler yazın sınırlı ölçüde toprakla uğraşıyor, kışın yeterince üretmiyor. Köyde üretilen hemen hiçbir şey dışarı satılmıyor" diyor.
Baksi Müzesinin yoluna aslında köye varmadan sapılıyor. Müzenin tabelasını göremediğimiz için doğru köye gittiğimiz sırada onun yazdıklarını biz de "yaşayarak" fark ettik. Ama fark ettiğimiz bir başka şey bu köyden çıkan Hüsamettin Hoca'nın, büyük masraflarla ve dayanışma içinde yine bu köyün bir buçuk kilometre ilerisine yaptırdığı müzeyle köylünün ilgi kurmaması olmuştu.
Eh ne de olsa köyde elektrik, telefon ve televizyon vardı ve bunlarla gelen "kültür(?) bombardımanı" onlara kendi kökleriyle, kendi geçmişleriyle olan bağlarını, alışkanlıklarını, geleneklerini unutturmuştu sanırım, ya da "ucunda para" olmadığını anlamışlardı.
"Baksı Müzesi" dediğimiz yer aslında bir "Halk Sanatları Araştırma Uygulama Merkezi" . Henüz tümü tamamlanmamış durumda. Ama yaklaşık 1 trilyona TL'ye yakın masraf yapılmış bugüne kadar. Konaklama, konuk evi, Bayburt Evi, idare binaları ve işliklerin olduğu binalar tamamlanmış.
Hüsamettin Koçan "Bir düştü ve zamanla bu bireysel düşü yaşama katacak ısrarlı bir tutkuya dönüştü" diyor. Bireysel bir düş olarak doğan ancak çok sayıda gönüllünün desteğiyle toplumsal bir projeye dönüşmüş. ne var ki onun en önemli unsuru, "insan" ögesi hâlâ en çok gereksinim duyulan konu.
İnsanlara gereksinim var: Sanatçılara, bilim insanlarına, meraklılara, yolunu saptıracak olanlara, tabii bölgenin insanına. Özellikle de çocuklara.
Yerel el sanatlarının canlandığı; eski tezgâhların yeniden üretime geçtiği bir yer olma düşünde merkez. "Sanatı toplumla, sanatçıyı doğayla bütünleştirmeyi; sanatsal üretim ve sergilemenin yanı sıra kültür turizmini teşvik etmeyi ve bölgenin ekonomik yaşamını canlandırmayı hedefliyor."
Yörenin folklorunun yaşatılması, geçim kaynağı olarak el sanatları üretiminin özendirilmesi ve bölgede yaşayanların ekonomik düzeylerinin yükseltilmesi de bir diğer hedefi.
Hüsamettin Hoca'nın tanımladığı süreç Baksı Kültür Sanat Vakfı'nı ve bu merkezi, aşamalı bir yönetim şeması uygulayarak tüm varlığını Bayraktar Köyü Muhtarlığı'na bırakma şeklinde.
Eğer bir gelir söz konusu olursa bundan da yörenin yetenekli çocukları yararlanacak ve eğitilecek.
İki aşamalı olarak ele alınan proje, ilk aşamada geleneksel sanatlar kökenli üretim yapacak atölyeler; çağdaş sanat için atölye; konuk evi; halk resimleri ve yerel sanatların sergilendiği "Bayburt Evi"nden oluşuyor. Bu bölüm iki yıl önce bugünlerde; 19 Eylül 2004'te açılmış.
İkinci aşamada yer alan kütüphane, konferans salonu, çağdaş sanat galerisi ve etnografik sergiler bölümlerin ise önümüzdeki dönemde hizmete girmesi planlanıyor.
Baksı Müzesi Halk Sanatları Araştırma Uygulama Merkezi'nin yapmak istedikleri var:
*Kendi sınırlı koşulları içinde her şeyin merkeze sürüklenmesine karşı durarak, merkezin periferiden algılanmasını istiyor.
*Geleneğin yok olmasına, insanoğlunun öyküsünün kopuşla yaşanmasına bir direnç halkası oluşturmak istiyor.
*Gurbetle yaşam mücadelesinin maddi sorunların cözümü yolunda bir adım atarken; gurbetçilerin sahip oldukları seramik ve dokuma geleneklerini sürdürerek üretici olabileceklerine inanıyor.
* Ülkemizin uzak bir bölgesinde kalan bu alanı, bir uğrak yerine dönüştürerek geleneğin, toprağın ve doğanın verileriyle insan yaşamını zenginleştiren bir ilişki yaratmayı amaçlıyor.
Amaç bütünleşmek
Müzenin tasarlanmasında yerel mimarlıktaki toprak damlı yapı geleneğinin biçim çağrışımlarından hareket edilmiş. Binalar ve binaların yerleşimi doğaya uygun ve onu bozmayan bir nitelikte. Tabii estetiği de unutmayalım. Hüsamettin Koçan'ın sanatçı kimliğiyle söylersek "Yöreden toplanan kına taşları beton taşıyıcılarla birlikte kullanılarak, "oralı" bir etki yaratılmış."
Henüz tamamlanmayan ikinci bölüm ise çevredeki dağ siluetine eşlik edecek bir yükselişle doğal ortamla dost bir anlayış içinde özgün bir mimari yapı - heykel tasarımı biçiminde planlanmış.
Biz merkeze vardığımızda güneş henüz batmamıştı. Orada bir anıt gibi duran eski bir anadolu evinin "ortadireği"nin bulunduğu terasta güneşin boz dağların ardında kayboluşunu izledik. Sonra birşeyler yedik ve güzel bir akşam sohbetinden sonra konuk evinde uyuduk.
Sabahın ilk ışıkları bize orayı inceleme ve görüntüleme olanağı sağladı. Sonra güzel bir köy kahvaltısı yaptık ve veda ettik.
Anlatılanların yeterince kavranması ancak fotoğraflarla mümkün. Burada yer alanlar ise buna yeterli değil. Hani bir gün gitmeye niyetlenenler veya bu umudunu içinde büyütenler, Merkezin internet sayfalarına göz atabilirler. (MS/EZÖ)