Uzun yıllardır turizm sektörünün içinde yer alan Filiz Güleç, İzmir'in tanıtım faaliyetlerindeki eksiklikleri farklı bir yöntemle gidermenin, kentin tarihini de anlatmanın etkili bir yol olacağını düşündü. Bu fikirden hareketle, 2015’te İzmir Aşkına adlı müzikal projesini hayata geçirdi.
Tamamen gönüllü ve amatörlerden oluşan 12 kişilik bir ekiple yola çıkan Güleç, İzmir’e görevli olarak gelen bir arkadaşının önerisiyle "İzmir Aşkına" adını verdiği projeyle, önce “Mübadele Aşkı” müzikalini sahneye koydu.
Büyük ilgi gören müzikal, 2015’te İzmir Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi’nde 1200 kişilik bir seyirci kitlesine sunuldu. Ekip, oyuncular, perde arkasındakiler ilk kez sahne alkışlarıyla başarılı bir sürece adım attılar.
Müzikal, 2015’te üç kez sahnelendikten sonra çeşitli sebeplerle 2020’ye kadar yeniden sahnelenemedi. Filiz Güleç pandemi sonrasında yeni bir ekip kurarak projeye tekrar başladı. Şimdi İzmir Aşkına: Mübadele Aşk, İzmir Aşkına: 8500 ve İzmir Aşkına: Sokağın Kadınları'nı sergiliyorlar.
Son olarak Bayraklı Belediyesi’nin düzenlediği 3. Homores Sanat ve Edebiyat Festivali’nde, İzmir Aşkına: Mübadelede Aşk müzikalini sahnelediler.
Güleç, zaman içinde de 'İzmir Aşkına Derneği'ni kurdu. Güleç’le işyerinde bir araya geldik. Ofise girdiğimizde gönüllüler ekibinden de üç kişinin olduğunu gördük. Ofiste bir araya gelip müzikal oyunu ile ilgili çeşitli çalışmalar yapıldığını öğrendik:
"Bir meydan yaptık, adını Homeros koyduk, o kadar"
Projenin çıkış noktasından bahseder misiniz bize?
Benim derdim İzmir’i tanıtmak… Burada doğdum ve büyüdüm. Hala fuarlarda tahta bacakla ya da zeybekle İzmir tanıtılıyor. Zeybek olan bir yerde ‘Yaşasın bizden bir şey var’ diyoruz. İzmir’in tanıtımı yapılırken anlattığımız şey ‘Çiğdem var, boyoz var, gevrek var. Bizim dilimiz farklı, kızlarımız güzel.’ Hayır değil.
Tüm dünyanın sahip çıktığı Büyük İskender bu şehirden geçiyor; şehrin kurulmasını sağlıyor. Marcus Aurelius gibi Stoacu Roma İmparatoru İzmir’i yerle bir eden depremden sonra İzmir sevdalısı eşi Faustina’nın isteği ile büyük bir harcama yaparak şehri yeniden ayağa kaldırıyor.
İzmir hakkında kitap yazan ilk kişi Aristides. Burada doğmuş, büyümüş. İlyada ve Odysseia’nın yazarı Homeros İzmirli. Sakız Adasına gittiğinizde Homeros’un duvarlarda resimlerini görürsünüz. Onlar sahiplenmişlerdir İzmir’i. Biz de İzmir’de bir meydan yaptık adını Homeros koyduk işte, o kadar. Homeros ile ilgili başka hiçbir şey yapmadık. Türk Denizcilik tarihini başlatmış Çaka Bey İzmir’e ilk giren Türk olmasına rağmen günümüzde kimsenin bilgisi yok bu konuda. Ama şehirde Nasrettin Hoca’nın çirkin bir heykeli var.
"Bizden önce olanlar Yahudiler, Levantenler vardı bu şehirde"
Yani İzmir’in doğru tanıtılmadığını düşünerek bu yola giriştiniz…
Tabii ki... Şehirde tanıtacak, anlatacak çok şey var. Şehrin kültürü çok fazla ama ne bu kültüre sahip çıkabiliyoruz ne de bu kültürü yeni nesle aktarabiliyoruz. Yeni neslin bunlardan hiçbir şekilde haberi yok. İzmir derdi yok, şehircilik derdi yok.
Kentlileşme süreci üçüncü jenerasyonda başlar. Maslow’un hiyerarji teorisinde olduğu gibi… Barınma, ihtiyaçlarını giderme, eğitim, sosyal çevre yapma, daha iyi yaşam koşulları oluşturma, sanata yönelme, tiyatro ve sinema gibi faaliyetlere müdahil olma; ben neyim, ne oldum ve ne yapabilirim…
Oysa bizde ne oluyor? Üçüncü jenerasyon daha yeni yeni İzmir’e yerleşiyor. Ben üçüncü jenerasyonum. Benim dedelerim gibi birçok kişi bir yerlerden gelmiş buralara. Bizden önce olanlar Yahudiler, Levantenler.. Burada çok az Müslüman Türk var.
Buraya yerleşen dedelerimiz tanımadığı bir şehirde ayakta kalma mücadelesi, tutunma mücadelesi verdikleri için şehirle bağ kurmamışlar, tarihi eserler umurlarında olmamış.
Dedelerimizden sonra gelen babalarımız ise sosyal çevre edinerek çocuklarını okutma çabasına girmişler. Ben üçüncü jenerasyon olarak bu şehir artık benim umurumda. Şehrime nasıl faydalı olurum diye bakıyorum.
"8 bin 500 yıllık bir şehir ama..."
Türkiye’de ilk çocuk turizmini siz yapmıştınız… Çocuklara İzmir’i tanıtmak için...
Evet… Amacım bu şehirde yaşayan çocukların yaşadığı yeri öğrenmelerini sağlamaktı. Şehrin içinde 2 bin yıllık tarihi olan Agora yerleşimi var. Yoldan birini çevirseniz Agora’nın nerede olduğunu sorsanız size adı Agora olan AVM’yi tarif eder.
İzmir’de tur otobüslerinin yanaşabileceği doğru dürüst cep yok. Doğru dürüst bir müzemiz yok. İzmir Müzesine gittiğinizde içeride bir Homores afişi ve takılardan oluşan koleksiyonları görürsünüz ama İzmir’in tarihsel bütünlüğünü anlatan bir şey göremezsiniz.
Bakın Çanakkale’de Troya Müzesi muhteşem, Antep’in, Urfa’nın müzesi muhteşem. Mardin’de bile müzeler güzel. İzmir’de neden yok? Neden biz halen boyoz, çiğdem gevrek diye tutturuyoruz? Kadim Antakya, kadim Mardin diyoruz da niçin kadim İzmir diyemiyoruz?
8 bin 500 yıllık bir şehirden söz ediyoruz. Neden bunları öne çıkaramıyoruz? Dışarıdan gelen turistlere gösteremiyoruz?
"İlk başladığımızda 12 kişiydik, bugün 120"
Türkiye genelinde İzmir’e farklı bir bakış vardır. Aydın bir kent, demokrasinin özgürlüğün yaşandığı bir şehir olarak görülür. Ama siz farklı bakıyorsunuz. Turizmci Filiz Güleç’ten sanatçı Filiz Güleç’e de geçiş var..
Evet, ben farklı bakıyorum. Amacım farkındalık yaratmak. Küçük gibi de görünse taşın altına elimi koyarak bir şeyler yapmak… Birileri de bunun üzerine koyduğunda 20 sene sonra farklı bir İzmir ortaya çıkacaktır.
Neden bu yolu seçtiniz?
İzmir’i anlatan birçok kitap var. Ne kadar çok kitap okuduğumuz tartışılır. Yine birçok belgesel var ama onların da ne kadar izlendiği tartışmalı.
Geniş kitlelere İzmir’i tanıtmak için farklı bir şey yapmalıyız. Ne yapmalıyız mesela, müzik! Dönem değişti. Yeni nesil daha hızlı, daha neşeli, eğlenceli tarza yöneldi.
Aklıma müzikal yapmak geldi. İlk başta bana ‘Hadi ya delilik bu’ diyenler oldu. 2015’te başladığımda 12 arkadaşım yanımdaydı. Bugün 120 kişiyiz. Bana deli diyenler hala varlar ama azalıyor.
Tüm gelir bağışlanıyor
Müzikalden elde edilen gelirleri bağışlıyormuşsunuz…
Bu işe başlama amacımız İzmir’i müzikal yoluyla geniş kitlelere tanıtmaktı. Bir gönüllülük işi olduğu için hiç birimiz bu işten ücret almıyoruz. Sahneye koyduğumuz tüm oyunlardan elde edilen geliri ihtiyacı olan kurumlara, okullara bağışlıyoruz.
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi’ne bağış yaptık. Geçen yıl Meme Kanseri Derneği için sahneye çıktık. Marmaris’te SMA’lı bir bebek için oynadık. 19 Kasım’da Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) için sahneye çıkacağız.
"14'ten 77'ye, işsizden doktora"
Aramızda profesyonel oyuncu olmadığını söylediniz…
Hepimiz amatörüz. Amatör kelimesi ‘amor’dan yani aşktan sevgiden geliyor. Bir şeyi sevgi ile yapma işidir amatörlük. İçimize profesyonel kişileri almıyoruz.
Ekipte 5-6 ev kadını var, geri kalan çoğu kişi çalışan. Ticaretle uğraşan kesimden gelenler var, aramızda devlet memuru var, doktor var.
Ekibe 14 yaştan yukarı alıyoruz. İki gencimiz 14 yaşlarında.. En yaşlımız 77 yaşında. O da kadın doktorumuz Özlem Çağlayan. Oyuncular kadın erkek eşit sayıda.
Ekibimizde evli iki çift var. Eşi, kardeşi, yeğeni ile bir arada sahneye çıkan var. Ekibimiz içinde yer alan oğlum tiyatro okumak için İngiltere’ye Londra’ya gitti. Yine 3 gencimiz tiyatro okumakta kararlılar.
Sahne arkasında dansçılarımızı hazırlayan Anadolu Ateşi Dans Topluluğunda yer almış iki kişi var. Biri dans eğitmenliği yapıyor diğeri hem eğitmenlik hem oyunculuk yapıyor. Bir de çok yönlü ilk dans eğitmenimiz Azerbaycan’dan gelme Maya Aleyava var.
İlk oyunda hikaye Yahudi Raşel ile Rum Niko’nun aşkıydı
Turizmcisiniz ama senaryo yazma konusunda bir eğitim aldınız mı?
İlkokulda şiir, orta okulda öyküler yazdım. Yazmayı seviyorum. Senaryo yazma konusunda hiçbir bilgim yoktu. 2015’te bu işe başladığımızda İzmir’i anlatan şarkılar bulma düşüncesiyle başladık. Bulduğumuz şarkılara örgü yaparım diye düşünmüştüm.
İlk oyunda mübadele döneminde yaşanan bir aşk hikayesi olan Yahudi Raşel ile Rum Niko’nun hikayesini yazdım. Senaryoyu 2020’de revize ettim.
Daha sonra 8 bin 500 yıllık İzmir tarihi anlatan senaryoyu tasarlamaya başladım.. 2022’de 8500’ü yazdım. 2023 de oynadık. 8500’de 50 kişiydik.
Barış Kinav ile birlikte yazdığımız ve sahneye koyduğumuz son müzikal oyun Sokağın Kadınları. Bu oyunda ekibimiz 70 kişi.
Dernekleşme süreci
İzmir Aşkına Derneği’nin müzikali sergilemeden önce mi kurdunuz?
Hayır, 2023 başında kurduk. Kurumsallaşabilmek için… 15 kişi çalışıyor dernekte. Oyun sayımız üçe çıkınca ilan verdik, duyuru yaptık yeni oyuncu ve teknik ekip için 200 kişi başvurdu.
Seçme yaptık, yeni oyuncular, dansçılar aldık. Sahne sorumlusu, dekor sorumlusu, kostüm sorumlusu, yönetmen, oyuncu koçu yani herkesin bir görevi oldu. Ki bunların neredeyse hepsini işin başında ben yapıyordum.
Şu anda dört teknik ekip var. Sahne arkası ekibi, kostümcülerimiz var. Her hafta Salı ve Perşembe prova yapıyoruz. Karşıyaka Belediyesi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi ve bir okulda prova için bize kapılarını açtılar.
Evdeki perdeler kostüm oldu
Kostümlerinizi çok beğendim. Kimler yapıyor?
Kostümlerimizi de eli dikiş tutan her hangi bir profesyonelliği bulunmayan ekip içindeki arkadaşlarımız yapıyor.
8500 adlı oyunumuzdaki pelerinlerin evlerimizdeki perdelerden mesela… Ama oyunlarımız belli tarihsel olayları ve dönemi anlattığı için kıyafetleri tabii araştırıp yapıyoruz. Örneğin İskender ile Marcus’un dönemindeki kıyafetler farklı.
Nisan’da Adana’ya Uluslararası Portakal Çiçeği Karnavalına gittik. Adana Büyükşehir Belediyesi bizi davet etti ama herhangi bir konaklama sözü vermedi. Biz de kendi imkanlarımızla konakladık. Bir kısmımız otelde, bir kısmımız tanıdıklarımızın yanında kaldık. Karnavalda doğa, tarih ve Adana seçkisiyle kostüm yarışması yapıldı. Birinci olduk, derneğimize 53 bin TL bağış yapıldı.
"Kadro değişiyor, her şeyi baştan alıyoruz"
Peki bu işe girdiğinizden bu yana yaşadığınız zorluklar nedir?
En büyük sıkıntımız yerel seçimler sonrası değişen kadrolara kendimizi, oyunlarımızı yeniden anlatmak.
Bir önceki Konak Belediye Başkanı Abdül Batur derneğimizin fahri başkanı oldu. Bir açıklamasında bizler için ‘İzmir’in tanıtımına muhteşem katkılar yaptılar. Bu şehrin değerlerine sahip çıktıkları için kendilerine teşekkür ederim” demişti.
Ancak yeni Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu randevu bile vermiyor. Hem de çok iyi tanışmamıza rağmen. Hemşeri derneklerini kabul ediyor, bizi etmiyor.
Ama mesela bunun yanında Ankara Etimesgut Belediye Başkanı Erdal Beşikçoğlu… Belediyeyle görüşmeye gitmek için uçağa bindiğimde kendisiyle karşılaştım. Aynı uçakta denk geldik. Kendisine Ankara’ya oyunumuzu sahnelemek için görüşmek üzere geldiğimizi söylediğimde ‘Hemen gelin’ dedi. Kiminle görüşeyim, kültür daire müdürünün adını verin dedim. ‘Gerek yok. Yarın gelin benimle görüşün’ dedi. Bir sonraki gün gittim kendisi ile makamında görüştüm.
Belediye başkanı değişince tüm kurum değişmemeli. Her şeyi yeniden anlatmamalı, her şeye yeniden baştan başlamamalıyız.
Ekipte yer oyuncu ve kostümcülere de projede nasıl yer aldıklarını sorduk:
Çisem Sevinç (28): Grafik tasarım mezunuyum. Ekibe iki yıl önce bir tanıdığım aracılığıyla dahil oldum. Daha önce sosyal içerikli projelerde yer alıyordum. Çocukluk döneminde dans ve oyunculuk faaliyetlerim oldu. Burada, sahnede olmayı çok sevdim. Tiyatro yapma özlemimi doyasıya gideriyorum; sahnede alkış bambaşka bir şey. İnsanın kendi ruhunu, bedenini tanıdığı, ‘başardım’ hissiyatını veren, tatmin eden bir şey.
Doğma büyüme İzmirliyim ancak ekibe katıldıktan sonra İzmir tarihine dair birçok şey öğrendim. Burası bir okul gibi oldu. Biz insanlara bir şey anlatmaya çalışıyormuşuz ama anlatmaya çalıştığımız şeyi biz bilmiyormuşuz.
Arkadaşlarım oyunu izlediklerinde ‘Gerçekten böyle miydi?’ diye soruyorlar, İzmir’in tarihini öğreniyorlar. Gerçekten büyülü bir tarihe sahip olduklarını öğrenince şaşırıyorlar. İlgilerini de çekiyor.
Annem ve eşim zor beğenen biridir. Oyuna gelip izlediklerinde ‘Çok büyük bir şeyi başarmışsınız. Biz sadece bir oyunu değil bir başarıyı da izlemeye gelmişiz’ dediler. Bunları duymak çok kıymetliydi.
Fadime Bilir (57): Öğretmenim, ekipte kostümcü ve oyuncu olarak yer alıyorum. Ablamın yanında dikiş yapmayı öğrendim. Okuduğum okulda da dikiş dersleri gördük. Oradan kalma becerimiz var. 8500’de yer alan kostümler için el dikişi olan herkes gelsin denildi. Öyle başladık…
Adana’daki Portakal Çiçeği Karnavalına davet edildik. Kostüm yarışması vardı. Acaba katılsak mı diye aramızda konuşuyorduk. Çünkü biz o kadar usta terzi değiliz... Deneyelim dedik. Birkaç gönüllü arkadaşımızla gittik üç tane kostüm tasarladık. Hatta birini Çisem giydi, taşıdı. Birincilik aldık. Bizim yaratıcılığımızla, el işçiliğimizle, emek vererek ortaya çıktı bu.
Makine kullanan bir arkadaşımız var. Onun taşınabilir makinası var. Buraya getiriyor. Hep birlikte tasarlıyoruz. Kartondan şapka yaptık. Ünlü bir hamburgercinin poşetinden şapkalar yaptık. İnşaat malzemelerin portakal çiçeği yaptım. Her şeyi kullanıyoruz…
Bir oyunda 45 kişi var. Zaman içinde kostümleri geliştiriyoruz, değiştirebiliyoruz. İlk amazon kostümlerimiz sadeydi mesela, şimdi üzerine bir şeyler koyarak daha iyi hale getirdik. Kostümler yıpranıyor ve elden geçiyor, yenileniyor… Farklı bir kişi giydiğinde onun bedenine göre uyarlıyoruz. Terziyiz ama aynı zamanda sahnede de yer alıyoruz. Soranlara ‘Kostümleri ben yaptım’ demek, gurur verici bir şey.
Meltem Ülkü (57): Ben iki kızımla yer alıyorum, ekipte biri sosyal medyamızı yönetiyor. Halk oyunları oynuyordum. Felç oldum, uzun yıllar ara verdim. Tedavi oldum, iyileştim. Çok uzun bir aradan sonra Fadime’nin sayesinde, faydam olur düşüncesiyle ekibe katıldım.
Kostümlerin üzerinde tek tek çalışıyoruz. Genellikle elde dikiyoruz. ‘Ben de geleyim, elim dikiş tutar’ diye yardım etmek isteyenler oluyor. Gönüllük esas bu işte. Doğma büyüme İzmirliyim. İzmir için bir şeyler yapılıyor olması çok güzel. Amatörce güzel. Kızlarım evde beni eleştiriyorlar ‘Sahnede şöyle yap, böyle yap’ diye. Ezberler yapmama yardımcı oluyorlar. O kadar alışmışım ki buraya evde iki üç gün geçirince burayı, ortamı arıyorum.
(HA/YÖ)