Biliminsanları son yapılan araştırmalar ışığında Marmara Denizi'nin aşırı kirlenmeden dolayı ekonomik özelliğini yitirdiğini, "Lüfer Bayramı" gibi etkinliklerle, balık boyları ile suni gündem yaratılmaya çalışıldığını ifade ediyorlar.
Her yıl iki kez Sevinç-Erdal İnönü Vakfı'nın desteği ile yapılan Marmara Denizi'nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi (MAREM) kapsamında alınan veriler, ciddi müdaheleler yapılmadığı takdirde, balıkçılık ve turizm açısından Marmara Denizi'nin kaybedilmesiyle karşı karşıya olduğu gerçeğini ortaya koydu.
MAREM Proje Lideri Hidrobiyolog Levent Artüz, "Marmara Denizi, dünyada eşi benzeri bulunmayan çok önemli bir iç deniz. Karadeniz ve Akdeniz arasında bir bağlantı görevi yapmasının dışında, içindeki canlı türevleri bakımından da bir ekonomik değeri olan bir protein kaynağıdır." dedi.
"1200 metre derinlikte böcek ilacı"
Levent Artüz Marmara Denizi'nde Sevinç- Erdal İnönü Vakfı ile Akkim Kimya'nın sponsorluğunda yaptıkları araştırmanın sonuçlarını ve denizlerdeki balık stoğunun durumunu şöyle aktardı.
* 1200 metre derinlikten alınan çamur numünelerinde artık kullanılmayan, yasaklanan DDT (Böcek ilacı) kalıntılarına rastladık. DDT artık yasak. Dipte çok ciddi miktarda kum midyesi stoğu var. Ama Avrupa Birliği, insan sağlığına zararlı diye sokmuyor. Ekonomik bir değere sahip olan kum midyelerini değerlendiremiyoruz.
* Marmara çok önemli bir geçiş yolu. Marmara Denizi Türk balıkçılığında kritik bir kilit nokta. Çok özel Oşinografik şartları ile, ülkemizin bir balıkçılık cenneti olmasını sağlayacak özelliklere sahip. Besleyici tuzları, planktonları bir çok organizmanın bulunduğu bir deniz. Biz bu kadar önemli bir kilit noktayı ortadan kaldırıyoruz.
* Böyle devam edilirse, Türkiye'de 5-10 yıl sonra balıkçılıktan söz edilemez. Sihirli bir değnekle bütün kirletici unsurların Marmara Denizi'ne girmesini engellersek, 3-5 yıl içinde çeşitli ticari öneme sahip balıklar yeniden ortaya çıkar. Marmara'da geçmişte 124 ticari öneme sahip balık türü vardı. Bunun ciddi bir miktarı yeniden ortaya çıkar. Kılıç balığı, Orkinos yeniden görünür. Minekop, Sinarit gibi balıklar belki 20 yıl sonra yeniden görünür.
"Balık boyu pazarlıkla belirleniyor"
* Türkiye'de 20'ye yakın Su Ürünleri Fakültesi var. Bu fakültelerin hiç biri denizlerimizdeki balık stok tespitleriyle ilgili çalışma yapmıyor, markalama çalışması yapmıyor. Balık boyları bile bilimsel veriye göre yapılmıyor. Biz şimdi ne yapıyoruz? Bari yakalanacak balık en az bir kez döl versin diyoruz, bu sebeple kabzımal pazarlığı gibi balık boylarını tartışıyoruz ve 'orta yol' bulduğumuzu sanıp 'avlanabilir balık boyları' ilan ediyoruz! Biri çıkıyor, 20 cm olsun diyor, diğeri çıkıp 24 cm olsun diyor. Ortada 22,5 cm de buluşup anlaşıyorlar. Türkiye'de, İstanbul Üniversitesi çatısı altında dünya çapında bir Hidrobiyoloji Araştırma Enstitüsü vardı, kapatıp, misafirhane ve lokanta yapıldı. Üniversitelerde, kişilerin bireysel araştırmaları dışında su ürünleri üzerine ciddi bir çalışma yok. Balıkçılardan aldıkları 300-500 adet balıkla araştırma yapılıyor.
* Bu aşamada kamuoyunda da popüler bir tür olduğundan lüfer balığı örneğinden gitmek isterim. Bir önceki (2009) av sezonunda tüm çinekoplar son ferdine kadar avlandı mı? Eğer avlanmadıysa, 2010 av sezonunda neden bu avlanmayan çinekopları 'lüfer' olarak görmedik? Neden, seneler geçtikçe avlanan lüfer boyları belirgin şekilde ufalmasına rağmen, toplam istihsalde (tüm lüfer boyları toplamında) belirgin bir düşüş gözlenmedi? Sorun, yukarıda belirttiğim zihniyetten kaynaklanıyor.
* Biz bu balıklara yaşayabilecekleri, beslenebilecekleri, üreyip-gelişebilecekleri bir ortam bırakmadık. Kısaca; bu gün itibarı ile tüm balık avcılığı yasaklansa, balıklar tümü ile koruma altına alınsa ve buna tamamen uyulsa bile, biz yakın bir gelecekte bu balıkları sadece ansiklopedilerde görebileceğiz.
"Balıkçı balığın olmadığını itiraf edemez"
* Her yıl 1 Eylül'da avlanma yasağının sona ermesiyle balıkçıların sezon başında "Bu sene palamut bol olacak..lüfer bol olacak" açıklamaları yapar. "Deniz suyu sıcaklıklarından kaynaklanıyor, deniz biraz soğumaya başladığında balık da ortaya çıkar" diyerek bahaneler üretilir. Sezon başındaki bu dileklerin hiç biri gerçekleşmiyor. Son beş yıldaki yazılı ve görsel basına bakıldığında balıkçıların bu beyanatlarının benzerliği ortaya çıkar. Balığın olmadığını bir türlü itiraf edemezler.
* Bugün balıkçılık büyük bir ekonomi. Bir Gırgır teknesi, 1 milyon TL'den başlıyor, 5 milyon TL'ye kadar tekneler var. Nakliyecisi, hal çalışanları, yüzlerce insan bu sektörde çalışıyor. Doğada olan balığın istihsali yapılacak. Balıkçılar Marmara Denizi'nin bittiği gerçeğini kabul etmiyorlar. Şu anda avlanabilecekleri 2,5 balık tipi var. Biri hamsi, diğerleri istavrit ve çinekop. Hamsi ve istavritin fiyatları düşük. Bunların içinde en istikrarlı avı olan, ekonomik getirisi olan ise çinekop. Balıkçılar, çinekoptan yapacakları kara, zararlarını bağlamışlar. Almış oldukları kredileri, ödeyecekleri mazot parasını herşeyi onunla ödeyecekler.
* Çinekop, balıkçı tarafından ekonomik dar boğazdan çıkış avı olarak görünüyor. Şu anda ciddi bir lüfer, palamut sezonu yaşansa, dönüp çinekopa bakmazlar. Marmara'da artık balık yok. Elde kalan balıklar, hamsi, istavrit ve çinekop. O yüzden çinekop meta olarak ortaya çıkıyor, üzerinde tartışmalar yaşanıyor."
* Dünyanın her tarafında Lüfer var, ama Marmara Denizi'ndeki lüferin tadını tutmaz. Boğazdan geçen, Karadeniz'den geçen lüferin lezzeti hiç bir yerde yok. Marmara Denizi'nde papaline diye bir balık yok artık, uskumru yok. Bunlar aşırı avcılıktan yok olmadı, denizin kirliliğinden yok oldu.
* Marmara Denizi artık bir deniz değil, açık bir fosseptik. Durum çok vahim. Bu vahim durumla ilgilenecek ciddi bir kurum yok. Mutlaka Denizcilik Bakanlığı kurulmalı ve bu bakanlık kirlitecilerle ilgili de yetkili olmalı, belki o zaman bir umut doğar. (YÖ/HK)