Ya da... Rona Aybay'ı şöyle de tanımlamak mümkün:
O, Türkiye'nin "uluslararası" platformda görevi iki yargıcından biri...Diğeri, (Strasbourg) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki Rıza Türmen. Türkiye son dönemde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde yüksek tazminatlar ödemeye mahkum edildiği için olmalı, ister istemez Rıza Türmen'in adını daha sık işitir olduk.
Aybay da Türmen de uluslararası yargıç. İkisi de insan hakları ile ilgilenmek durumunda. Peki, farkları yok mu? Var.
Aslında bir büyükelçi olan Rıza Türmen , Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Türk hükümeti tarafından gösterilen üç adayın içinden seçildi. Çünkü kural böyle. Avrupa Konseyi'nin üyesi olan her ülke, üç aday gösteriyor. Bir önemli ayrıntı da şu: Nezaket kuralı çerçevesinde, gösterilen birinci aday seçiliyor. Başka bir anlatımla, Rıza Türmen Türkiye hükümetinin bir bakıma atadığı bir yargıç.
40 aday arasından ilk turda seçilmek...
Rona Aybay da, Türk hükümetinin aday gösterdiği bir yargıç ama atadığı yargıç sayılamaz.
40 ülkeden gösterilen adaylar arasından seçilen sekiz uluslararası yargıçtan biri Aybay... Hem de iki ya da üç turla gerçekleşen bir seçimin birinci turunda seçilen iki yargıç arasına girmeyi başarmış... Seçimi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yapmış.
" Nasıl oldu da seçildim bilmiyorum" diyor Aybay "Daha önce de Strasbourg'da Irkçılıkla Mücadele Komisyonu'nun üyesiydim ve o sırada çok kavga çıkarmıştım. Herhalde benden kurtulmak istediler."
Bosna İnsan Hakları Mahkemesi'nin kuruluşu , Dayton Anlaşması'na gidip dayanıyor. (Bu anlaşmanın tarafları: Bosna Hersek Cumhuriyeti, Hırvatistan Cumhuriyeti ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti)
Bosna-Hersek, devlet olarak Avrupa Komisyonu'na (henüz) üye olmadığı için; bu topraklara ilişkin insan hakları sorunları, Strasbourg'daki mahkemeye götürülemiyordu. O yüzden, bir de Bosna- Hersek İnsan Hakları Mahkemesi'nin kurulması gerekmişti.
Bosna Hersek İnsan Hakları Mahkemesi'nin kuruluşunu izleyen ilk aylarda hemen hemen hiç başvuru gelmediğini anlatıyor Rona Aybay.
Gelin de sormayın:
- Çekilen onca acıya, sefalete, soykırımına rağmen, nasıl olur?
Aybay, sakin ama, bir o kadar açık seçik:
- "Anlaşılan, böyle bir mahkemenin ne gibi işlevleri olduğu, hangi hakları koruyacağı başlangıçta, yöre halkı tarafından pek bilinmiyordu."
- Ya şimdi?
Elbette, tablo, tam tersine dönmüştü.
Rona Aybay, "başvurular, 7 bin'i aşmış durumda" diyor:
"Bunlardan bini sonuçlandı. Şimdi de bu kadar yoğun işin nasıl altından kalkacağız, diye düşünüyoruz."
Mal canın yongası mı?
Bosna İnsan Hakları Mahkemesi'nin bir başka şaşırtıcı yanı daha var. O da sorunca ortaya çıkacak:
- En çok ne tür başvuru ya da şikâyetler geldi?
- "Başlangıçta, daha çok, işkence, idam cezası, kayıp kişilerle ilgili davalara bakacağımızı sanıyorduk. Ama öyle olmadı. Önümüze gelen davaların büyük çoğunluğunu, mülkiyet ve tahliye davaları oluşturdu."
- Mülkiyet?
Hadi bakalım bir başka ilginç noktaya sıçramanın tam sırası.
Rona Aybay, "Aslında, tam anlamıyla mülkiyetten de söz edemeyiz" diyor:
"Çünkü, Bosna'da tapu sistemi , hiçbir zaman tam kurulamamış. Osmanlı döneminde, o topraklar üstünde, Batılıların anladığı anlamda bir tapu kadastro sistemi yoktu. Ardından gelen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde de tapuya kayıtlı taşınmaz mal kavramı yerleştirilmeye çalışılmış ama, başarılı olamamış. Derken, İkinci Dünya Savaşı ve onun da ardından Sosyalist Rejim... Son olarak, bir tür mülkiyet hakkı gibi "işgal hakkı" ya da "kullanma hakkı" (ingilizcede occupancy right) geçerliydi. Bu, miras yoluyla yakınlara intikal edebilen bir tür kiracılık hakkıydı. Özellikle eski Yugoslav ordusu mensuplarına bazı konutlar verilmiş ve bu kişiler emekli olduktan sonra da o konutları kullanmaya devam ettikleri gibi, yakınlarına da miras yoluyla intikal ettirmişler. Rejim çöktükten sonra, başka bir furya başlıyor: O da gerçek mülkiyete dönüştürme isteğiyle patlayan bir furya... Gayrı menkul rejimi açısından, oldukça kaotik bir ortam söz konusuydu Bosna'da."
Sözün kısası: Bosna'daki Uluslararası Mahkeme "insan hakları" uğraşmayı beklerken, mülkiyet haklarına dönük kaotik sorunlarla baş başa bulmuş kendisini.
Mülkiyete odaklanmış gözüken bu tablonun, bir başka boyutu da var. O boyutu Rona Aybay şöyle tanımlıyor:
- "Bosna'da nüfusun yaklaşık yarısı, canlarını kurtarmak için evini, yurdunu terk etmek zorunda kalmış ve gittikleri yerde de nereyi boş buldularsa oraya yerleşmişler."
Üç etnik grup (Hırvatlar, Sırplar ve Boşnaklar) da adeta dama taşı gibi yer değiştirmiş.
Herkesin kendi evine dönmesini sağlama amacı çerçevesinde; Bosna'daki Mahkeme'ye ağır bir sorumluluk düştüğü muhakkak.
Bu sorunları çözmede uygulanan başlıca hukuksal kaynağın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin mülkiyet hakkını güvence altına alan maddesi olduğunu vurgulayan Aybay:
"Fakat" diye ekliyor " bu maddeyi hazırlayanlar, 1950'lerde, eminim böyle bir ortamda uygulanabileceğini hatırdan geçiremezdi."
En yüksek tazminat
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde Türkiye ile ilgili yapılan başvurular nedeniyle de kulak aşinalığımız o ki; İnsan Hakları Mahkemeleri gerektiğinde ceza da veriyor. Sözü buraya getirdiğimizde Aybay'ın ilk yaptığı hatırlatma :
- "Teknik anlamda bunlara "ceza" değil , "ödence" ya da "tazminat" ödemek gerekliliği...
Sonuç itibariyle Bosna İnsan Hakları Mahkemesi de çeşitli "ödence"ler için hüküm veriyor:
"Ama bu ödenceler, hem sayı olarak az hem de tutar olarak... Ödence tutarlarını Bosna'daki genel hayat standardını dikkate alarak belirliyoruz. Özellikle 'manevi tazminat' tutarlarını belirlerken çok zorlanıyoruz. Özellikle de işkence görmüş olanların tazminat almasını sağlamaya özen gösteriyoruz."
Tazminatların temel hedefi : Bundan sonrası için benzeri olayları önleme de yönetimlerin gerekeni yapmasını teşvik etmek ki, bir daha aynı acılar yaşanmasın!
Yine de sayı sormadan olmaz.
Aybay:
"Sonuca bağladığımız bin dava içinde 11'i için ödenceye hükmetmişiz" diyor.
- En yüksek ve en düşük ödence rakkamları nedir?
- "Tek bir ödence tutarı 5 bin markı geçmez".
Ödemeyi kim yapacak sorusunun üç farklı muhatabı var:
"Biri Bosna Hersek devletinin kendisi, öteki Bosna Hersek devletini oluşturan Bosna Hersek Federasyonu . Üçüncüsü de Sırp Cumhuriyeti ."
- Üçüne birden ödence hükmedildiği oluyor mu?
- "Üçüne birden pek mümkün değil. Çünkü bir dava muhatabının üçünün birden olması uzak bir olasılık. Ancak, Bosna Hersek Devleti aleyhine açılan davalar sayıca az. Çünkü, Anayasa'ya göre bu devletin yetkileri çok sınırlı."
İlk ve son izlenimler
Sözün bu noktasında biraz geriyedönebiliriz.
-Oraya ilk gittiğinizde edindiğiniz temel izlenimleri bugünle karşılaştırılacak olursak?
- "İç Savaş'ın ne kadar vahim bir durum olduğunu orada gördüm. Beş yıl öncesinde iç savaşın izleri çok belirgindi. Mezarlıklara varıncaya kadar her şey tecavüze uğramıştı. Düşmanlık çok ön plandaydı. Bugün Saray Bosna'da havaalanı çevresinde savaşın izlerini taşıyan pek çok bina var. Ona karşın, bugün artık Saray Bosna İstanbul'dan daha güvenli bir kent diyebilirim. Trafik elbette, İstanbul'dan çok daha düzenli."
- Beş yıl boyunca, aklınızda en fazla iz yapmış bir davanın öyküsü?
- "Sırp Cumhuriyeti'nin başkenti, Banja Luka'da Osmanlı döneminden kalma Mimar Sinan'ın eseri olduğunu sandığım Ferhadiye Camii ; gece sokağa çıkma yasağının olduğu bir sıra, ülkeye o sırada egemen olan güçler, bir gece camiyi yerle bir etmiş. Ama nasıl yerle bir etmek! İz bırakmamacasına! Sabahleyin insanlar kalkmış bir bakmış ki, camiden eser yok! Dava bize geldi. Camiyi tekrar aynen yerine koymak tabii ki, mümkün değildi . Sırf bu davaya bakmak için Banja Luca'ya gittik. Duruşma'nın yapılacağı salon önceden ayarlanmıştı. Ama son dakikada, oranın sahibi kaçındı. Sonunda, davayı bir uluslararası kuruluşun odasında yapmak zorunda kaldık. Sonuçta şuna karar verdik: Caminin bulunduğu arsanın parmaklıklarla çevrilmesi ve yeni bir cami inşaatının yapılması için İslam cemaatine kolaylık gösterilmesi... Bir miktar tazminata hükmettik ama, gerçekçi olmak lazım, cemaatin de böyle bir talebi olmadı. Onlar daha çok arsanın kurtarılmasını önemsiyordu. Zira, belediye, orayı bambaşka bir amaç için kullanmak üzere alelacele harekete geçmişti. Geçenlerde, orada bir temel atma töreni gerçekleştirildi. Temel atma törenine gelen uluslararası görevlileri de, Sırp halkı taşladı. Tören, pek törene benzemedi açıkçası.
-Ya beş yıl öncesi?
- "Dayton Anlaşması'nın yürürlüğe girdiği (14 Aralık 1995) tarihten öncesine ait olayların davalarına bakamıyoruz. Kural böyle. Mahkeme'ye yapılan başvurular içinde işkence ve insan haklarıyla ilgili olanların çoğunluğu oluşturmamasının bir nedeni de bu. Çoğu olayın izi kaybolmuştu ya da Dayton öncesine gidiyordu. Bir tek istisnası var bunun: O da Dayton öncesine dayanan bir olayın uzantısı,bugün de sürüyor olsun! Örneğin, 14 Aralık 1995'ten önce haksız yere tutuklanmış birinin tutukluluk hali devam ediyorsa... O zaman bizi ilgilendiriyor."
Yarın: Bosna İnsan Hakları Mahkemesi'nde sosyal yaşam, ilişkiler, Mahkeme'nin duvarlarını süsleyen Turhan Selçuk'un karikatürleri.