Sağlıksız koşullarda, her an bulaşıcı hastalık kapma tehlikesi ile karşı karşıya olan kağıtçıların sayısında da günden güne artış oluyor. Onlar Ankara'nın gettosu sayılan Türközü semtinde, kimi yıkık dökük gecekondularda kimi de çöplerden toplanan kağıtların yığıldığı vardiyalarda yaşıyorlar. Gecekondu kiralayacak kadar iyi durumda olanlar kira parasının altından kalkmak için aynı odada yedi sekiz kişi kalıyor...
Temiz bir yerde çaycılık hayali
Gecekondu kiralayacak lüksü olmayıp vardiyada yaşayanlar ise, yaptıkları işe rağmen (günlerinin çoğu çöplüklerden kağıt toplamakla geçiyor) ancak iki haftada bir yıkanabiliyorlar. Oysa onların hiçbiri böyle bir yaşama alışık değil, geldikleri yer suyun da ekmeğin de insanlığın da bol olduğu bir yerdi çünkü.
Kağıtçıların çoğu bildiğimiz çöplüklerde yaşıyorlar... Gün boyunca kağıt ve kartonları topladıkları vardiyalarda, toz ve kir arasında yaşayan kağıtçıların bu işi yapmaktan başka çareleri de yok gibi. Hemen hepsini hayalini ise, ya köyüne dönmek ya da "temiz" bir yerde çaycılık yapmak...
Çoğu Hakkari ve Van'dan, köyleri boşaltıldığı için Ankara'ya göç eden kağıtçılar, yaptıkları işin kötülüğünden, köylerine dönememekten ve sayılarının artışı yüzünden "gelirlerindeki" düşüşten şikayetçi...
Köyle boşaltıldıkça, kazanç azaldı
Seçim öncesinde kağıtçılara oylarını kime vereceklerini, köye dönüş projesi ile ilgili fikirlerini sormuştuk. Ankara'da hemen her adım başı karşılaştığımız kağıtçılarla yaklaşık iki ay sonra bu sefer şikayetlerini, hayallerini, başlarından geçenleri ve "eskisi" ile "şimdi"yi konuştuk...
Önce kağıtçılık işine ilk girenlerden Müslüm ile(27) başlayalım; 20 yaşına kadar köyünden hiç çıkmadığını söylüyor. Askere gitmeden bir yıl kadar önce ise köyleri boşaltılmış; Ördekli köyü. Askerliğini Edirne Keşan'da yapmış.
Dönüşte de bir hemşehrisinin tavsiyesi ile Ankara'ya gelmiş ve kağıtçılığa başlamış daha sonra da Hakkari'de derme çatma bir evde barınan ailesini de yanına getirmiş...
Müslüm, dört beş yıl önce bu işi yapanların sayısının en fazla yirmi kişi olduğunu söylüyor: Mesela Kızılay'ın, Kurtuluş ve Kolej' in kağıtlarını ben tek başıma toplardım. Ama sonra bizim köylüler Hakkari'de dayanamayınca, buraya geldiler, Sonra Şırnak'tan, Siirt'ten, Van'dan, her yerden köyü boşaltılan insanlar gelmeye başladı. O yüzden de bizim kazancımız da azaldı tabii.
Akşama kadar iki milyon kazanıyorum
Müslüm, bir yıldır kendine bir kazak bile alamadığını anlatıyor: Her yerimiz yama... Ama allah her kesin rızkını verir, ben de istiyorum ki her kes çok iyi yaşasın, kimse kağıtçılık yapmasın, bizim gözümüz kimsenin ekmeğinde değil, keşke herkes zengin olsaydı. Ama benim tanıdığım bir çok kağıtçı, akşama kadar ancak iki milyon kazanıyor. Sen iki milyonla karnını bile doyuramazsın..."
Müslüm 27 yaşında olmasına rağmen hala evlenememiş; " Allah nasip etmiyor, yoksa benim de artık evlenmem gerekiyor, ama buradaki kızlar bizim yüzümüze bile bakmıyor. Gerçi zaten ben kendime bir Kürt kızı alacağım..."
Lezgin: İki haftalık Ankaralı
Kağıtçılık işine yeni başlayan Lezgin Temel (24) ise Ankara'ya yaklaşık iki hafta önce gelmiş. Daha önce İstanbul'da bir tekstil atölyesinde çalıştığını söylüyor. Onun hayali abisine bir araba alıp köye dönmek, ama hayallerinin gerçekleşeceğine ise artık inanmıyor
"Benim durumum İstanbul'da çok iyiydi. Çünkü hem sigortam vardı hem de tüm gün içeride temiz iş yapıyordum. Ütü işi yapıyordum yani. Ama burada kağıtçılık yapan abim, Ankara'ya gelmemi istedi. Çünkü biz birbirimizi hiç göremiyorduk... Ben buraya geldiğime çok pişmanım, en yakın zamanda yine İstanbul'a döneceğim. Orada bir de güzel bir kız arkadaşım var..."
Lezgin'e bundan sonra ne yapmayı planladığını sorunca, soluksuz konuşuyor: Abi valla benim iki hayalim vardı, biri köye dönmek, öbürü de abime bir araba alıp onu kağıtçılıktan kurtarmaktı. Çünkü sen bilmezsin, biz tüm gün boyunca pislikler arasında kağıt topluyoruz. Ben bu durumu görünce abime dedim açlıktan ölsek de Hakkari'ye dönelim. Ama yine de olmuyor. Hakkari'ye gitsek bile köyümüz artık yok, bu işle de ancak karnımızı doyuruyoruz arabayı nerden alacağız ki... Benim her iki hayalim de gerçekleşmedi, şimdi ise İstanbul'a dönmek istiyorum sadece.
Sinan: Kimse bizi takmıyor
Görünürde onlarca kağıtçıdan sadece Lezgin'in gidebilecek başka bir yeri var, yani o bir çoğuna göre "çok daha rahat". Fakat Van'dan bir ay önce iki kardeşiyle Ankara'ya gelip kağıtçılığa başlayan Sinan'ın (17) ise şu anda geri dönme şansı yok. Sinan, Van'daki ailesine para göndermek zorunda. Okuduğu Erek Lisesi'ni de son sınıftan terk etmiş...
" Ben zaten okulu sevmiyordum, o yüzden buraya gelmek için çok hevesliydim. Burayı uzay sanıyordum, ama hiç de öyle değilmiş. Kimse zaten bizi takmıyor, hep çalışıyoruz. Ben buraya geldikten sonra sigaraya da alıştım. Çünkü bizim televizyonumuz da yok, sadece sigara içiyorum..."
Sinan konuşurken, bize yeni gelen kağıtçıların, eskiler tarafından sevilmediğini de söylüyor: Abi, mesela Doğru Yol Partisi'nin (DYP) önü eskiden başka arkadaşlarındı. Ama biz geldikten sonra o da ister istemez oradaki kartonları bize bıraktı. Onun da geliri azaldı, çünkü sadece Türközü'nde binden fazla genç var ve hepsinin yapabileceği tek iş kağıtçılık...
Hakan'ın da derdi sevilmemek
Sinan'ın ağabeyi Hakan'da(19) kendilerinin pek sevilmediğinden yakınıyor. O da kardeşi gibi okulu terk etmiş, çünkü onun tek hayali futbolcu olmakmış.
"Ben hep Vanspor'a katılmayı hayal ediyordum" diyor ve ekliyor: Ama bizim babamız zaten biraz kafadan hasta, o yüzden ailede ancak biz para kazanabilirdik. Yani ben kağıtçılık yapmasam Van'da iş olmadığı için aç kalacağız...
Sinan ve Hakan'a, kağıtçılık dışında ne yapmak istediklerini sorunca, ağız birliği etmişçesine; " abi valla tek hayalimiz bir kafede çalışmak, çünkü hem temiz bir iş, çöp gibi değil hem de insan mahvolmuyor" diyorlar...
Sohbet ederken yanımıza yaklaşan Kasım ise bize sadece adını vermekle yetiniyor. Hiçbir şey söylemek istemiyor, kim bilir ya korkuyor ya da bizim gibi "dışarıdan gelen, temiz giyimlilere" içten içe kızgınlık duyuyor. Lezgin anlatmaya başlıyor Kasım'ı: Onun da köyü boşaltıldıktan sonra önce Hakkari'ye sonra Van'a, orada da ailesini geçindiremeyince Ankara'ya göç etmiş. Kasım üç ay önce gelmiş buraya. O da benim gibi hala bunalımda...
Fesih sigarasızlığa dayanamıyor
"Dertlerimizi anlatmaya başlasam sabaha kadar bitmez, en iyisi boş ver" diyen genç kağıtçılardan Fesih Kaya (15) da Ankara'ya geleli bir yıl olmuş. Üsteleyince konuşmaya başlıyor nihayet. O da ilkokulu bitirir bitirmez, ilkokul üçüncü sınıftaki kardeşinin de kaydını sildirerek yanında getirmiş kağıtçılığa. Ama Fesih, kendisinin şu an patronları olan akrabaları tarafından kandırılarak getirildiğini söylüyor.
" Bizim köyümüz yakıldıktan sonra Van'a taşındık, ama orda durumumuz çok kötüydü. Ekmek bile alamıyorduk. Sonra buradaki akrabalarım geldiler, Ankara'da çok iyi iş olduğunu söylediler. Ben daha önce İstanbul'da da çaycılık yapmıştım - zaten hayatta en çok sevdiğim iş çaycılık-, yani kendime güveniyordum. Dedim Ankara'ya gidersek zengin bile oluruz. Ama bizi getirip çöpün içine attılar..."
On beş yaşında olmasına rağmen bir yaşlı gibi konuşuyor Fesih, yüzüne adeta bir karamsarlık hakim... Sigara ikram ediyor bize, "abi sigara da olmasa ben çoktan deli olurdum" diyor. Van'a dönmeme nedenini ise şöyle açıklıyor: Ben şu an patrona 600 milyon borçluyum. Çünkü para olmayınca ondan borç alıyoruz, sonra da kağıt vererek borcumuzu karşılıyoruz. Ama ben bu borcu ödemeden gidemem. Zaten dönmekten de utanıyorum, Van'dakiler alay ederler benimle...
Elleriniz kirlenmesin!
Sonra da Türközü'nde nasıl yaşadıklarını, patronları ile ilişkilerini, kağıtları kaça sattıklarını, vs. anlatmaya başlıyor Fesih:
"Öğlen saatlerinden gece saat dörde kadar biz sokaklardayız. Hep çöpleri takip ediyoruz. Sonra bu kartonları Türközü'ne götürüp patrona kilosunu 50 bin liraya satıyoruz. Tabii o da başkasına 150 bin liradan satıyor. Yani çöpün de patronu var abi... Günde ancak iki üç saat boş duruyoruz, vaktimiz hep çalışmakla geçiyor anlayacağın... Keşke şu an İstanbul'da olsaydım. Hani derler ya İstanbul'un taşı toprağı altındır diye, gerçekten de İstanbul'un taşı da insanı da altın. Ama Ankara öyle değil, ben buranın çok derdini çektim. Bir de çok rampalı bir yer o yüzden burada kağıtçılık yapmak ayrı bir dert.."
Fesih'ten ayrılırken elimizi uzatıyoruz, önce çatlamış ellerini gösteriyor, sonra da geri çekiyor onları: Yok, abi elleriniz kirlenmesin. Ama gazete çıkınca bana da getir, arkadaşlara gösteririm, belki onların da morali düzelir. (NK)