Diyarbakır'ın Çınar ilçesindeki Köksalan Mahallesi'nde 20 Haziran'da saat 22.15'te başlayan ve rüzgârın şiddetiyle Yazçiçeği, Bağrık ve Ağaçsever mahallelerini etkileyen yangın, Mardin'in Mazıdağı ilçesi Yücebağ, Şenyuva ve Yetkinler mahalleleri istikâmetine ilerledi.
Yangın, ekiplerin ve yurttaşların yoğun çalışması sonucu kontrol altına alındı.
Yangında 15 yurttaş ve 1000’den fazla hayvan hayatını kaybetti.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın ön raporunda, yangının elektrik kaynaklı olduğu tespitine yer verildi. Elektrik Mühendisleri Odası'nın raporu da yangının elektrik hatlarından kaynaklandığını işaret etti.
Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş. (DEDAŞ) ise 66 kilometrelik alanda etkili olan yangının “anız yakmaktan kaynaklandığını” iddia etti.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın raporunu, DEDAŞ’ın açıklamalarını ve şirketin Kürt kentlerindeki etkisini Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Urfa Milletvekili Dilan Kunt Ayan’la konuştuk.
“Orman kanunlarıyla işleyen bir şirket”
Diyarbakır-Mardin yangını ana akım medya ve yetkililer tarafından “anız yangını” olarak duyurulurken, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yangının çıkış nedenine “elektrik” dedi. DEDAŞ ise önceki açıklamalarında tüm sorumluluğu reddetti. DEDAŞ’ın tutumuna dair ne düşünüyorsunuz? Genel hatlarıyla DEDAŞ, nasıl bir kurum?
DEDAŞ nasıl bir kurum sorusu, aslında bugün yaşadığımız yangın felaketinin nedenlerini açıklayan bir soru. Güncel bir sorundan bahsetmiyoruz. DEDAŞ, AKP iktidarının 20 yıldan fazladır uyguladığı özelleştirme ve yandaşa peşkeş çekme siyasetinin bir ürünü. 2013 yılında, 26 yıllığına, o dönemin parasıyla 387 milyon dolara özelleştirilen bir kurum DEDAŞ. Kamunun tüm itirazlarına rağmen; elektrik gibi olmazsa olmaz bir ihtiyacın sağlandığı bir kurumun özelleştirilmesine karşı çıkılmasına, bu uygulama sosyal devlet anlayışına ters olmasına rağmen ısrarlı bir şekilde AKP, yandaşını zengin edebilmek için bu kurumu özelleştirdi.
10 yıl içerisinde Türkiye’de hiçbir elektrik dağıtım şirketinin adının geçmediği kadar basında, insanların ağzındaydı DEDAŞ. Hâlâ da öyle. İnsanları, özellikle bölge halkını mağdur etmesiyle, yoksullaştırmasıyla adeta nam saldı. Akla ziyan uygulamalarıyla biliniyor, çünkü DEDAŞ’ta bir yönetmelik yok, işleyişi belirleyen bir kural yok; bir nevi orman kanunlarıyla işleyen bir şirketten bahsediyoruz.
“Bölgedeki elektrik direkleri ‘80’lerden kalma”
Nasıl bir işleyişsizlikten bahsediyorsunuz?
Bir köyden biri faturasını ödememişse, tüm köyün elektriğini kesen bir kurum DEDAŞ. Bölgede düzenli olarak elektrik kesintileri yaşanıyor ve bu, bazen günlerce sürüyor. DEDAŞ çıkıp “kaçak kullanım gerekçesiyle” elektriklerin kesildiğini söyleyen bir açıklama yapıyor. Yıllardır süregelen, ayrımcı bir söylem bu “Kürtler kaçak elektrik kullanıyor”. Bu, bir damgalamadır. Biz bölgede kaçak elektrik kullanılmıyor, demiyoruz. Elbette Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi bölgede de kaçak kullanım var. AKP’nin yandaş firmaları bizatihi kaçak elektrik kullanıyor; fakat bunların tamamı örtbas ediliyor. Yandaş, büyük bir fabrikanın kullandığı kaçak elektrik Siirt, Batman gibi nüfusu 1 milyonun altında olan kentlerin elektrik kullanımından daha fazla. Fakat DEDAŞ’ın bölge halkına zulüm etmesi için “kaçak elektrik” kullanımı kullanışlı bir aparat. Bu haliyle DEDAŞ, açıkça, AKP’nin parlayan ampulü olmuş durumda.
Bakın, bölgedeki elektrik direklerinin bakım ve onarım işlemleri en son 1980’li yıllarda yapılmış. Bu ne demek? Bu felaketin devamı da gelecek demek. Bu yüzden de yangının çıktığı ve çıkma riski olan kentleri kapsayan bölgenin “afet bölgesi” ilân edilmesini istiyoruz. Ki, bu mevzuatta da var, illa öncesinde bir felaket yaşanması gerekmiyor.
Urfa’da henüz temmuz ayına girmemişken 50 dereceyi aşmış sıcaklıklar yaşanıyor. Urfa’daki elektrik direkleri ise 1987’den kalma. Büyük bir yangın felaketi Urfa’da da gerçekleşebilir. Defaatle bunun çağrısını yapıyoruz; ama bu çağrıyı görmeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Fakat halkımızın yaz boyunca daha büyük bir felaketle karşılaşmaması için mücadele edeceğiz.
“Urfa halkı sesini duyuramıyor”
Çiftçilerin eylemleri, köylülerin açtığı davalarla da bilinen bir kurum aslında DEDAŞ.
Evet, daha önce hukukçuluk yaptığım için pek çok kaçak elektrik davası gördüm. Bu davalarda bilirkişi raporu geliyordu ve açıkça şunu söylüyordu: Siz bu kişiye 100 bin TL fatura kesmişsiniz, kullanmış olduğu bunun beşte biri bile olsa böyle bir ceza kesemezsiniz. Fakat buna rağmen DEDAŞ bu davalardan, bölge halkını yoksullaştırma çabasından vazgeçmiyor; çünkü arkasına aldığı büyük bir güç var.
Bakın günlerdir Urfa’da elektrik yok. Elektriğin olmaması demek, tarım faaliyetlerinin tamamen durması demek. Elektriğe bağlı yaşayan insanların yaşam hakkının ihlal edilmesi demek. Yaz aylarında sıcaklıkların 50 dereceyi bulduğu bir kentten bahsediyoruz. Hastası, yaşlısı olanın uzun süreli elektrik kesintileri nedeniyle doğrudan mağdur olduğu bir kent. Urfa halkı günlerdir sesini duyuramıyor. Ki, AKP seçmeninin de hayli yoğun olduğu bir kentten bahsediyoruz. Tırnak içinde söylüyorum ki, bunlar kendi seçmenini dahi önemsemiyor.
Buna dair söz kuran tek AKP vekili yok. “Bu durumu çözmemiz gerekir” diyen bir Enerji Bakanı yok. Bölgede yaşayan tüm halkları göçe zorlayan; açlığa, yoksulluğa, perişanlığa sürükleyen bir politika bu. DEM Parti olarak ise bizlerin yaz başlamadan asli sorunlarından biridir DEDAŞ sorunu. Fakat bu sorunu çözmek istemeyen, tüm kapıları adeta yüzümüze kapatan bir iktidar var karşımızda.
“Anız yangını” savunması
DEDAŞ da iktidarın ona verdiği yetkiye güvenerek, bizler daha ölülerimizi yerden kaldıramamışken, kaç kişinin öldüğünü, kaçının yaralandığını tespit edemezken çıkıp “Sorumluluk bizde değil,” diye açıklama yaptı. Ne bir keşif yaptılar, ne de bir inceleme. Zaten kimsenin yangının çıktığı alana girme imkânı yoktu, bizler dahi devam eden yangın nedeniyle alana giremedik. Yandaş basının tamamı da bu açıklamayı besledi ve en başından beri yangına bilinçli olarak “anız yangını” dediler. 15 kişinin hayatını kaybettiği bir olayda, kayıplarımızın acısını dahi paylaşmadan halka “Siz yaptınız,” demek en hafif tabirle yüzsüzlüktür. Her zamanki gibi devletin kusuru örtülmeye, suç halka atılmaya çalışıldı.
İnsanlar, daha cenazelerini bile kaldırmamış halka “Anız yakıyorsunuz” diye özellikle sosyal medyada ırkçı saiklerle saldırdı. Peki günün sonunda ne oldu? Yangının başladığı nokta olan Çınar ilçesine bağlı Köksalan köyünde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın başlattığı soruşturma kapsamında hazırlanan bilirkişi ön raporunda yangının elektrik kaynaklı olduğu tespitine yer verildi.
Sigortaların olduğu yere ayırıcı tel yerine, iletken sel sarıldığı ve iletken telin düşerek yerdeki otları tutuşturduğu ve şiddetli rüzgârla yangının yayıldığı belirlendi. DEDAŞ ne yapmıştı? Yangının elektrik hattından kaynaklandığını söyleyen köylü hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Başsavcılık ise bu raporu yetersiz bularak ara rapor istedi. Çünkü, “anız yakımı” algısının daha çok pekişmesini ve sorumluluğunun örtbas edilmesini istiyorlar. Ancak biz buna izin vermeyeceğiz.
“Kaçakla mücadele böyle mi sağlanacak?”
Yangının çıktığı ilk dakikalardan itibaren bölge halkının yanındaydık ve bu ihmal zincirini en yakından gören, takip eden, bu zincire en çok maruz kalanlar bizleriz. Köylüler, başından beri yangının elektrik direklerinden çıktığını söylediler. Bölge halkı bu direklerle ilgili DEDAŞ’a defalarca bildirimde bulundu ve bulunmaya da devam ediyorlar. Ancak DEDAŞ’ın yanıtı ne oluyor, biliyor musunuz? Bölgede kaçak kullanım olduğu için ben orada bakım ve onarım çalışması yürütmem. Velev ki kaçak kullanım var. Kaçakla mücadele, insanları elektriksiz bırakarak; onların ve hayvanlarının yangınlarda ölmesine neden olarak mı sağlanacak?
Anız yakıldığı algısını bu kadar yerleştirmeye çalışmaları da ayrı bir muamma. Çünkü bu konuda halkı uyarmak ve bilinçlendirmek de devletin sorumluluğunda. Biz kısıtlı imkânlarımızla halka anız yakmanın ekolojiye, bölge iklimine verdiği zararı anlatmaya çalışıyoruz ve yakmamaları konusunda uyarıyoruz. Oysa ki bu devletin görevi. Keza anız yakmaya alternatif bir yöntem geliştirmek de. Hatırlarsınız, iki yıl önce Muğla’da başlayan ve Ege Bölgesini etkisi altına alan bir yangın felaketi yaşadık ve yine bunu yangını da kontrol altına almayan, alamayan bir akılla karşı karşıya kaldık. Yanan alanlara dikilen büyük büyük otelleri gördük sonra.
Söylemek istediğim şu: Bu durum, bölgeye özgü değil. Bu iktidar insana, hayvana, doğaya, Kürde, öteki olan herkese ve her şeye düşman politikalar üretiyor. Yangın ve sel coğrafyasında, deprem kuşağında olan bir ülkeden bahsediyoruz; fakat buna dair herhangi bir önlemi olmayan devlet aklından bahsediyoruz. Mevcut devlet aklı, sadece kendi yandaşına yaşam hakkı tanıyor.
Eksim Holding ve Tivnikli Ailesi
DEDAŞ ve AKP arasındaki bağlantıyı biraz daha açabilir misiniz?
DEDAŞ, yoğun bir hukuk zırhıyla korunuyor. Özel şirkete böylesi imtiyazlar sağlayan bir akılla karşı karşıyayız. DEDAŞ’ın arkasına AKP’yi alarak yaptıkları esasen sömürgeci aklın, bu işleyişin bir ürünü. Kabahatimizi, suçumuzu nasıl örtebiliriz? Suçu halkı atarak. Kaçak elektrik kullanıyorlar deriz ve işin içinden çıkarız, diyen bir zihniyet bu. Fakat bizler buna müsaade etmeyeceğiz. Çünkü bizler buradaki ilişki ağını da biliyoruz. DEDAŞ, “Erdoğan’ın prensi” ve “Becerikli Abdullah” isimleriyle anılan Abdullah Tivnikli’nin de mensubu olduğu Tivnikli Ailesinin şirketi Eksim Holding’e bağlı.
Tivnikli Ailesi ve AKP’li yetkililerin kadim bir dostlukları var, bu bilinen bir şey. Bundan iki ay önce Meclis’te DEDAŞ'la ilgili politikalardan ve bu gücü nasıl elde ettiklerinden bahsettik. Eksim Holding cezaevlerine, emniyet müdürlüklerine, hastanelere ve diğer birçok kamu kurumuna elektrik sağlıyor. Eksim Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Osman Arıoğlu, yaptığı açıklamalardan birinde “Bu sene çok büyüyeceğiz,” dedi. Açık açık ifade edelim, nasıl büyüyecekler? Bölge halkının avcundaki son kuruşu bile almaya çalışarak. Köylüler zaten o kadar zor durumda ki. Bizlere sürekli bir sonraki dönem mısır ve pamuk ekemeyeceklerinden bahsediyorlar.
DEM Parti’den çağrı: Yangınların çıktığı alan "Afet Bölgesi" ilan edilsin
AKP kapı-duvar
Partiniz Meclis’te DEDAŞ’la ilgili pek çok soru ve araştırma önergesi veriyor. Bunlarla ilgili bir gelişme oluyor mu?
Hayır. Biz başından itibaren, son çıkan Diyarbakır-Mardin yangında helikopterle mücadelenin şart olduğunu söyledik. Fakat öyle bir akılla karşı karşıyayız ki, DEM Parti milletvekilleri olarak Valiye, ilgili bakanlığa ulaşamadık. Çözüm Süreci bittiğinden beri bu durum böyle, karşımızda herhangi bir muhatap bulamıyoruz. Bölgedeki durumla ilgili gözler o kadar kararmış ki, halkın mağduriyeti kimsenin umrunda değil. Tabii ki biz bu kanalları zorlamaya devam edeceğiz. Şunu deme lüksümüz yok: Görüşmüyorlarsa tamam. Zorlayacağız ve devlete sorumluluklarını hatırlatmaya devam edeceğiz.
Sosyal devletin gereği olarak, bir yerde yangın varsa –burası neresi olursa olsun– devlet buna müdahale etmek zorunda. 15 kişi yaşamını yitirdi, ki bu sayı artabilir. Yaralılarımız hâlâ hastanelerde. Yüzlerce hayvan öldü, yüzlercesi de yaralandı. Yaşadığımız halihazırda büyük bir felaket iken, daha büyük bir felakete evrilmesin diye parti olarak, odalar olarak büyük çaba sarfettik.
Bu felaket bize bir kez daha şunu gösteriyor: DEDAŞ’ın tek derdi, ceplerini nasıl daha fazla doldurabilecekleri. Bölge halkının ekini mi yandı, tarlaları mı kurudu, hayvanları mı öldü, kadınlar hâlâ bidonlarda su mu yaşıyor, kışlık yiyeceklerin tamamı buzdolabında erimiş mi; hiçbiri umurlarında değil. Bu sadece DEDAŞ’ın derdi de değil. AKP, DEDAŞ özel bir şirket deyip işin içinden çıkamaz. Şu an fahiş rakamlardaki DEDAŞ faturalarının, sadece DEDAŞ’ın kasasına girdiğini kimse iddia edemez. (TY)