KAMER Vakfı'ndan Nebahat Akkoç ve Van Kadın Derneği'nden Zozan Özgökçe, "Çok dilli bir hayat hem bir zorunluluk hem de haktır" diyor; kadınların sosyal yaşama katılabilmesi için çok dilliliğin önemini vurguluyor.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "İki dilli hayata geçiyoruz" şeklindeki açıklamasını değerlendiren Akkoç ve Özgökçe'ye göre, bölgede zaten çok dilli bir hayat sürüp gidiyor. Resmi kurumlarda ise Türkçe dayatması var. Bu dayatma kadınların kamu hizmetlerinden faydalanabilmesinin önündeki en büyük engel.
Akkoç, vatandaşların anadillerini kullanabilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin bir an önce yapılmasını istiyor. Ökgökçe ise anadili Kürtçe olan pek çok kişinin Kürtçe okur yazar olmadığını hatırlatıyor, anadilinde eğitimin önemine dikkat çekiyor:
Akkoç: Kadınların yüzde 38'i Türkçe konuşamıyor
"Bütün vatandaşların hizmetlerden eşit yararlanması için resmi dairelerde, özellikle de karakollarda, adliyelerde, hastanelerde, sosyal hizmet il müdürlüklerinde yerel dilleri bilen personel çalışması gerekiyor.
Kadınlar 'dil'den kaynaklanan iletişimsizlik nedeniyle haklarından habersiz kalıyorlar, kamu hizmetlerine erişemiyor. Merkezlerimize başvuran kadınların yüzde 55'i okuryazar değil, yüzde 38'i Türkçe konuşamıyor.
Faaliyet gösterdiğimiz tüm illerde oranın yerel dilini bilen arkadaşlarımızla çalışıyoruz. Vakfımıza gelen kadınlara refakat ediyor, onlara tercümanlık yapıyoruz.
Ancak fiili durumun resmileşmesi, tatmin edici yasal düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekiyor. İnsanın kendisini doğru biçimde ifade edebilmesi, çevresiyle iletişim kurabilmesi, hayatını yardımsız idame ettirebilmesi bir insan hakkıdır."
Özgökçe: Derneğimizde dört dil konuşuluyor
"Derneğimizde Farsça, Kürtçe, Türkçe ve İngilizce konuşuluyor. Broşürlerimizde ve kitapçıklarımızda da bu dilleri kullanıyoruz. Sokakta, pazarda, evlerde iki dilli de değil, çok dilli bir hayat var.
Kamusal alandaki tek dayatması kadınların vatandaşlık haklarından ve kamusal hizmetlerden faydalanmasını engelliyor.
Türkçe bilmeyen kadınlara derdini anlatamadığı için yanlış ilaç verilebiliyor. Pek çok kadın, sorunlarını bir tercümana anlatmak istemediğinden psikolojik destek alamıyor. Bir Kürt başvurucumuz, dokuz kez dava açma girişiminde bulundu. Türkçesi yetersiz olduğundan her seferinde başvurusu geri çevrildi. Sonunda tercümanlığımızla davasını açabildi.
Türkiye'de Kürt kadınlarını "Türkçe bilmeyen kadınlar" diye adlandırma eğilimi var. Türkçe bilmemesi kadının eksikliği gibi algılanıyor. Bu, Kürt kadınlarını ikincil bir konuma sokuyor.
Kürtler kendi dillerini konuşabilmeli, okuyup yazabilmeli, dilini farklı araçlarla farklı alanlarda geliştirebilmeli. Sosyal yaşamla ilgili tıkanıklığın aşılabilmesi için Kürt kültürü ve diliyle bir yaşam modeli oluşturulmalı. Başka bir dil, başka bir algı, düşünce biçimi, hayal gücü ve kültür de demek. Bu gerçeği yok saymak, gerçekçi değil."(BB)