Üniversite tanımı gereği bilimsel, kültürel, sanatsal çalışmaların yapıldığı, birlikte öğrenme pratiklerinin geliştirildiği bir kurum olmanın yanında, her türlü konunun özgürce tartışıldığı, eleştirel düşünce ve eylemin teşvik edildiği, özgürlükçü ve çoğulcu bir kamusal alandır.
Bu özellikleriyle üniversite toplumun her daim ilerisinde ve onu ileriye taşıyan bir kamu kurumu özelliği taşır. Sadece ismen değil, cismen de gerçek üniversite olabilen kurumlar, yıllar boyu ince ince işlenmiş, yıllarca verilen emeklerle günümüze taşınmış bin bir çiçeğin yetiştiği nadide bahçelere benzer.
Üniversiteler bileşenlerine, yani akademisyenlerine, öğrencilerine, mezunlarına ve çalışanlarına tüm kimlikleri, inançları, farklılıkları ile güvenli ve özgür bir ortamda birlikte var olabilme ve birlikte çalışabilme, birlikte üretebilme imkanı sağlar. 1863’te Robert Kolej olarak kurulup, 1971’de de bir kamu üniversitesine dönüşen Boğaziçi Üniversitesi de 161 yıldır böyle bir kurum olmak için çalışıyor.
Kurumların, üniversite geleneğinin, evrensel hak ve özgürlüklerin kalıcı, siyasi iktidarların ise geçici olduğunun bilinciyle, Boğaziçi Üniversitesi’nde üniversite iradesini tanımayan rektörlük atamasına ve bu atama ile başlayan siyasi saldırıya karşı üniversite bileşenleri olarak birlikte yürüttüğümüz mücadele Ocak 2021'den bu yana, yaklaşık dört senedir kesintisiz devam ediyor. Katılımcı, çoğulcu ve demokratik bir toplumun da teminatı olan özerk, özgür ve demokratik üniversite idealini mücadelemizin ilk gününden beri savunuyoruz.
Üniversitemize yönelik devam etmekte olan bu siyasi saldırıda en sık başvurulan yöntemlerden biri de içinde yaşadığımız otoriter rejimden de aşina olduğumuz hak ve özgürlüklere karşı zorla uygulanan yasaklar. Bu yasaklarla direnen akademisyenler, öğrenciler, mezunlar, çalışanlar hedefte olduğu gibi, aynı zamanda da özellikle LGBTİ+ kimliğine ve haklarına yönelik homofobik yasaklar, baskılar ve cezalandırmalar da devam ediyor.
4 Ocak 2021’de pandemi gerekçesi ile konulan sokağa çıkma yasağının kalkması ile birlikte başta öğrenciler olmak üzere üniversite bileşenleri iradeleri dışında tepeden rektör atamasını kabul etmediklerini protesto eylemleri ile ifade etmeye başlamışlardı. Ne yazık ki 4 Ocak sabahından itibaren Hisarüstü Mahallesi ve üniversitemiz tam bir polis ablukası altındaydı. Üniversite kapısındaki eylemler sırasında giriş ve çıkışları engellemek için polis ve özel güvenlik tarafından kapıya kelepçe takılması ve eylemcilerin polis şiddetine maruz kalması fotoğraflar ve video kayıtlar ile hafızalara kazındı.
Bir öğrenci inisiyatifi olan Sanat Kolektifi’nin Ocak 2021 sonunda düzenlediği, rektörlük atama krizini konu eden sanat eserlerini sundukları açık hava sergisi, bir sanat eserinde LGBTİ+ bayraklarının bulunması nedeniyle hem fiziksel, hem de basın ve sosyal medya üzerinden saldırılara maruz kalmış, eserlere el konmuş, öğrencilerimiz hedef gösterilmiş, ağır tehditlere maruz bırakılmış, 2 öğrencimiz tutuklanmış, 2 öğrencimiz ise kelepçeyle ev hapsi cezası almıştı.
Adalet Bakanlığı, daha sonra söz konusu sergiye açılan soruşturmayla ilgili olarak evrensel hukuk ilkeleriyle hiçbir şekilde bağdaşmayan bir görüş bildiriminde bulunmuştu. Bakanlık, soruşturma kapsamında yapılan hukuksuz tutuklamalara ilişkin Anayasa Mahkemesi’ne verdiği cevapta, iddianamede yer alan LGBTİ+ karşıtı söylemi sürdürmüş, anayasa ve kanunlara aykırı, alenen ayrımcı bir tutum sergilemişti. Adalet Bakanlığı, yapılan tutuklamaların meşruiyetini savunduğu cevabında Türkiye Cumhuriyeti’nin, Anayasamızın 2. maddesinde de belirtildiği gibi demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu unutarak, eşcinselliğin İslam’a göre “yasak” ve “haram” olduğunu belirtmiş, savunmasında evrensel hukuk ilkeleri yerine dini referansları temel almıştı.
Sergi nedeniyle öğrencilerimiz gözaltındayken, 29 Ocak 2021'de, pandemi nedeniyle sokağa çıkma yasağı olduğu gece saatlerinde LGBTİ+ Çalışmaları Öğrenci Kulübünün odasına bir baskın gerçekleştirilmiş ve bunu izleyen günlerde LGBTİ+ Çalışmaları Öğrenci Kulübü mesnetsiz gerekçelerle kapatılmıştı.
20 Mayıs 2022’de 9. Boğaziçi Onur Yürüyüşü’ne katılan öğrencilerimiz atanmış rektör Naci İnci’nin çağrısıyla kampüsümüze giren kolluk kuvvetleri tarafından darp edilmiş, hukuksuz bir şekilde 70 öğrenci ve bir akademisyen gözaltına alınmıştı. Medyaya da yansıyan görüntülerde kolluk kuvvetlerinin ters kelepçe kullandığı, bir öğrencimizin başını polis otobüsüne vurduğu açıkça görülmekteydi.
Aynı günlerde, onur haftası kapsamında Sinema Kulübü’nün (BÜSK) planladığı atölye ve film gösterimleri atanmış yönetim tarafından yasaklanmış, atanmış öğrenci dekanı açıkça öğrencilerimize “LGBT temalı herhangi bir etkinlik yapamazsınız" demişti. Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübünün her sene düzenlediği açık hava sinema etkinlikleri kapsamında Temmuz 2022’de göstermeyi planladığı LGBTİ+ temalı üç filme kayyım yönetimi tarafından gerekçesiz şekilde yasak getirilmişti. Bunlardan biri de yönetmenliğini yaptığım akademik galası üniversitemizin son seçilmiş rektörünün destek ve katılımıyla okulumuzda gerçekleştirilmiş olan ‘Benim Çocuğum’ belgeseliydi. Kültür Bakanlığı’nca onaylı, dolayısıyla her yerde, her türlü gösterimi yasal olan bu filmler üniversitemizde sansürlenmişti.
Üniversitemizdeki pek çok öğrenci kulübü “Sansüre Karşı Hep Beraberiz” sloganıyla engellenen filmlerden ‘Laurence Anyways’i 3 Ağustos 2022’de Güney Meydan’da gösterme kararı almıştı. Gösterimin planlandığı gün kayyım yönetimi seçilmiş ve sansüre karşı duran Sinema Kulübü yönetim kurulunu görevden aldığını ve kulübün etkinliklerini bir ay süreyle dondurduğunu duyurmuştu. Etkinlik akşamı filmi çevrimiçi şekilde telefonlarından veya bilgisayarlarından izlemeye çalışan öğrencilere karşı Güney Meydan’daki fıskiyeler devreye sokumuş, takviye kuvvetlerle üniversite polis ablukasına alınmış, TOMA’lar kampüs çevresinde hazır bekletilmişti.
Kamuoyunda “Gökkuşağı Davası” olarak bilinen, bir kampüsten diğerine yürürken LGBTİ+ bayrağı taşıyan 12 öğrencimizin, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet etmek” suçlamasıyla 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılandıkları davada mahkeme isnat edilen suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle öğrencilerimizin beraatine karar vermişti. Bu karar, barışçıl protesto eylemlerinin her vatandaşın anayasal hakkı olduğunu, mesnetsiz ithamlar ve uydurma gerekçelerle bu hakkın kimsenin elinden alınamayacağını bir kez daha vurgulamış, LGBTİ+ bayrağının bir suç unsuru sayılamayacağını ve LGBTİ+’ların kriminalize edilmelerinin evrensel hukuka ve insan haklarına aykırı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu.
2024’te Boğaziçi Üniversitesi kayyım yönetimi 32. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası çerçevesinde düzenlenen 20. Hormonlu Domates LGBTİ+ Fobi Ödülleri kapsamında Eğitim dalında ödüle layık bulunmuştu. Yapılan açıklamada göreve başladığı anda LGBTİ+ Çalışmaları Aday Kulübünü kapatan, LGBTİ+ temalı etkinlikleri yasaklayan ve sansürleyen, Onur Yürüyüşü’ne polis şiddetiyle müdahale eden kayyım yönetimi tutarlı homofobik ve transfobik icraatlarıyla bu ödülü almaya hak kazandı denmişti.
Kayyım yönetiminin LGBTİ+ lara ve LGBTİ+ içerikli tüm etkinliklere karşı sergilediği çağdışı, yasakçı ve hoyratça yaklaşımlar, gayrimeşru yönetimin yalnızca eleştirel düşünceye karşı gösterdiği tahammülsüzlüğün değil, özgür ve çoğulcu kampüs ortamını yok etmek için hangi yöntemlere başvurabileceğinin de çarpıcı örneklerini bize sunuyor.
Bizler de, Boğaziçi Üniversitesi bileşenleri olarak yaklaşık dört senedir çeşitli şekillerde ifade ettiğimiz gibi yasakçı ve ayrımcı uygulamaları kabul etmiyor, özerk, özgür ve demokratik üniversite mücadelemizden vazgeçmiyoruz.
* Boğaziçi Üniversitesi Akademisyenleri bültenlerinden derlenmiştir.
(HA)